Neslihan Yalman’ın aksisanat için hazırladığı soruşturmada üçüncü bölüm:

Yurt dışındaki kimi çalışmalara baktığımızda dinle, cinsellikle, gündelik yaşamla, siyasetle ilgili oldukça cüretkâr eserler ortaya çıkıyor. Hatta instagram’ın, tiktok’un da devreye girdiği yerlerde, yaratıcı enerji sanatla da kesişerek protest, ironik ve deneysel şekilde ilerliyor. Örneğin, ‘vagina art’ akımı üstünden kadınlar cinsel organlarıyla ilgili çok etkili çalışmalar ortaya koyuyorlar. ‘Caps’, anahtarlık tasarımı, klip, fotoğraf vd… Şimdi inişe geçerek sormak istiyorum, Türkiye bu yüzyılın ve dünya sanat ortamının neresine ilişip, ne üretiyor ve evrene ciddi düzlemde ne söylüyor?
Hicran Aslan

Türkiye bütün çağları birarada yaşayan bir ülke. Dolayısıyla hiçbir şeyi özümseyip savunduklarımızla sınayarak yerli yerine oturmuş bir düşünce, duygu ve pratik sistemi oluşturamıyoruz. Modern yaşamın hızı içerisinde savrulan bir ülkedeyiz. Son yıllarda sanatçılar uluslararası fonların, bienallerin, güçlü müze ve galerilerin beğenilerine ya da beğendikleri konsepte yakınlaşarak üretimler gerçekleştiriyor. Kültür bir endüstriye dönüştüğü için aslında yaşamda bir karşılığı olmayan kültürel ögeleri işlerinde sıkça kullanan, yardım fonları almak için proje yazım teknikleri öğrenen bunu paraya dönüştüren bir sektör oluşuyor. Orijinal olanı arayıp, iyi işlerin peşine düşecek bir üst oluşum olmadığı için bu bir kısır döngüye dönüştü.
İki önemli sergide yer alan kişiler kurdukları ilişkiler ağıyla seri üretime geçiyor neredeyse. “Nerede birikme varsa orada metastaz vardır.” diyen Baudrillard’ın dediği gibi gösteri çokluğu içinde görülecek birşeyin olmadı bir çağ. Türkiye de bu anlamda dibe vurmuş durumda. Aynı yıl içerisinde on-on beş sergide yer alan, birkaç tane kişisel sergi açan, bir yılda birkaç kitap yazabilen, her dergiye şiir gönderebilen her söyleşide konuşan insanlar vs… Neredeyse üçte biri şair olan bir ülkede şiir adına konuşan on-on beş kişinin olması… Bunlar da programlara, söyleşilere, imza günlerine çıkmaktan sersemlemiş haldeler. Dolayısıyla tüm bu yenilik ve değişimlere ayak uydurmak baskıyla kontrol altına alınarak mümkün oluyor.
Yukarıda bahsettiğiniz sanat akımlarının ya da yönelimlerin hepsi cinselliğin bir ahlak sorunu haline getirilmesinin içeriğini arıyor. Beden kompozitini irdelemek, bedenle izleyici arasındaki mesafeyi yok etmek… Bedenin ve cinsel yönelimlerin politikleştirilmesini, iyi görünmenin, tahrik etmenin bir ögesi haline getirmek… Bunun bakımlı ve arzulanabilir olmak için görünmeyen şiddet boyutuna varmasının tahakkümüne dikkat çekmek. Yani demem o ki aslında şiddetin görünür yanından çok görünmeyen yanının ciddi derecede özgürlüğü tüketici noktaya getirdiğini göstermek…
Tüm bunlara radikal bir tepkiyle dikkat çekmek, rahatsız etmek, abartmak öyle abartmak ki yalın olanın normalleşmesi. Burada performans sanatçısı Orlan’ı anmadan geçmeyeceğim. Ameliyathaneyi kendi iş stüdyosuna çevirerek güzellik algısının şiddetini, görselliğe batmış kültürün patolojisini ve bedenin narsizmini bence en etkili biçimde dile getirenlerden biri… Toplumun normlarını üzerine yazdığı bir yüzey gibi kullanıyor bedeni. Onu toplumsal tartışmaya açıyor. Kendi bedenini bir kumaş gibi işlemesi ya da çok ters köşe bir örneklemde bulunmak gerekirse doksanlı yıllarda bedenini ateşe verenler… Yani kimlik üzerinden yapılan baskıların yaratığı patlamanın kendi bedeninde kendi eliyle alev alması.
Türkiye de her şeye yaklaşım biraz mastürbasyon düzeyinde. Bunun baskı, korku iklimiyle de ilgisi var. Yurt dışında yapılan en radikal işler bile ciddi bir tepkiyle karşılaşmazken burada hayati noktalara ulaşabiliyor. O yüzden azıcık ucundan ya da yorganaltı üretimler diyebiliriz.
Özkan Mert

Cinsellik batı edebiyatında, şiirinde ve sanatında en büyük esin kaynaklarında biridir. Henry Miller’in, Sexus, Plexus, Nexus, The World of Sex, adlı kitapları dünya edebiyatının dev yapıtlarıdır. Ama bizde ‘Seks ayıptır’. Şiirlerinde aşka dair, sekse dair erotik öğeleri kullanan şairlerin başında gelirim. Bir şiirimde ‘Kleopara’nın amı gibi sulu’ dizesini kullandığımda ortalık karışmıştı. Neden? Çünkü, feodal kültürle ve biat geleneğiyle harçlanmış dinbaz bir toplumla beyni felçlenmiş bir ‘sürü’nün başka türlü düşünmesi mümkün değildir. Yıllardır İsveç’te ve Avrupa’nın değişik ülkelerinde yaşadım; -bir iki çok özel örneği saymazsak- bu alanda Türkiye’nin dünyaya sunduğu hiç bir şey yok. Viyana Güzel Sanatlar Akademisi’ne birincilikle giren, kadın bedeni üzerine muhteşem resimler yapan ve tüm dünyanın ilgisini üzerine çeken Maide Aktaş’ı alkışlıyorum.
Bir Fransız yazarının, Mememin Tarihi, adlı bir kitabını okumuştum. Hangi dilden okuduğumu hatırlamıyorum şimdi. Kitap, tüm ortaçağ boyunca kadın memesinin ve sutyen kullanımının kiliseyi ve toplumu nasıl sarstığını anlatıyordu. Kilise ve egemen çevreler kadın memesinden, amından ve sutyenden o kadar korkuyorlardı ki, kadınlara karşı savaş açtılar, cadı diye onları yaktılar, onlara bekâret kemerleri taktılar. Kimlerdi bunlar? Erkekler tabii! Ve erkek toplumları ve düzenleri. İşin özeti: Din, egemen sınıfların; halk sınıflarını cennet-mennet ayağıyla susturmak, kandırmak, ezmek için kullandığı bir kontrol aracıdır. Din, erkeklerin, kadınları baskı altında tutmak ve istedikleri gibi kullanmak için uydurdukları tarihin en eski ve en etkin aracıdır.
Erkut Tokman

Cinselliğin özgür anlamda ifadesini serbestçe bulduğunu söyleyemeyiz. Güzel sanatlarda, sahne sanatlarında ve edebiyatta da bu oto-sansürün olduğunu biliyoruz… Mesela bir Marquis De Sade edebiyatımızdan çıkmadı ya da Emile Zola’nın bir Nana’sı. Metin Kaçan’ın Ağır Roman’ı aklıma geliyor. Dinin ve siyasetin egemen, arketipsel, sorgusuz bir cinsellik dayatmasına, toplumun bazı kesimlerindeki tutucu, geleneksel ve ailevi baskıları da eklersek, buna karşı batının açtığı cinsellik bağlamındaki özgürlükçü alan arasında sıkışmış bir Türkiye’de, cinsellik de bazı sınırların içine de sıkışmış durumda. Bu bağlamda yer yer özgür, cesaretli işler yapılsa da bunun bir devamlılığı ve sürekliliği yok.
Yusuf Alper
Türkiye bu çerçevede hemen hiçbir şey üretmiyor, pek fazla katkısı yok. Son yıllarda resimde Şükran Moral bu alanda çalışmalar yaptı, sergiler açtı. Çok ilgi de gördü, tepki de. Ama bunlar bence çok anlamlı değil. Spekulum adlı resim-performansı da öyle. Nasıl bir estetik haz verebilir ki? Kadının çektiği bir acıyı, muayeneyi, doğum olayını çağrıştırsın isteniyorsa bunu bu alanın çalışanları daha somut anlatabilirler. Erkek sanatçılar da penis resimlerini yapsalar ne olacak? Pornografi sitelerinde bin türlü görüntüler vardır. Ama asla estetik bir haz söz konusu değildir. Pornografik haz duyulabilir. Tabii yakın zamana kadar bu konular erkekleri ilgilendiriyordu. Erkekler pornografiden, bakmadan, görmeden haz alıyorlardı. Kadınların böyle bir haz aldıkları düşünülmüyordu. Dönem değişti, toplum ve insanlar da değişti. Belki modanın ya da basın yayının yönlendirmesiyle veya araseks figürlerinin artması nedeniyle de olabilir; artık kadınların da böylesi durumlardan haz aldığı kabul edilebilir oldu. Rollerde değişmeler var ve kadınlar da bakan, gören, girişimde bulunan olabiliyor; erkekler bakılan, görülen, beğenilen oluyor. Şiir yazan kadınların da cinselliğe benzer bir haz alacakları varsayılabilir. Ama kesinlikle şiir-sanat estetik, cinsellik ise pornografik bir haz verecektir. Tıpkı erkeklerde olduğu gibi.

Tabii önemli olan vajina resmi çizmek değil ona estetik bir boyut kazandırmaktır. Herkes özgür olmalı ve istediği resmi yapmalıdır. Bu alanda dikkat edilmesi gereken temel şey çocukların korunmasıdır. On sekiz yaş altı çocukların olmadık görüntülerle kafalarının karıştırılmaması, travmatize edilmemeleridir. Korunulması gereken nesneler; vajina, penis değil, o organların nasıl kullanıldıkları, travmatize edici insan ilişkileridir. Erişkin insan için sorun olamaz. O kendi bilinciyle karar verecek durumdadır.
Yasaklar sürdükçe o alana ilgi de sürer, toplum rahat bırakıldığında, yasaklar kalktığında bu tip sorunlar da ortadan kalkar. Bizim sanatçılarımız da bu dediğiniz alanlarda dünya sanatına katkıda (?) bulunabilirler.


