
Neslihan Yalman’dan aksisanat için yeni bir soruşturma: Şiir ve S’eks. Şiirin hayatla kurduğu bağı doğasından koparılmış tüm kavramları dışarıda bırakarak şairlere soruyor. Soruşturmanın birinci bölümünü yayımlıyoruz.
*
Neslihan Yalman: Size göre, şiir ve seks arasında bir bağ var mıdır? Yoksa, her bağ gizli kalmalı, ayıp yorganın altında mı?


Hicran Aslan: Şiirle seks arasında değil şiir ile sevişmek arasında bir bağ vardır diye düşünüyorum. Cilt arzu olmadan tenleşemez. Özen göstermenin dokunulanın yüzeyinde çıkardığı enerjidir şiir. Yani deriyi tene, eti tutkuya, seksi sevişmeye dönüştüren arzu ne ise sözcükleri şiire dönüştüren de odur diyelim. İyi şiir beklenmedik bir yerde sevişmek gibidir. Uyum- ritim- dans bir tür vecd hali. Ellerin ve bedenin artık yalnız senin değildir.
Şöyle bir pencere de aralanabilir. Üremede üreyip ölme içgüdüsü, cinsellikte daha fazla yaşam içgüdüsü baskındır. S-eks bir üreme isteği olayıdır. Dolayısıyla içinde ölme isteği de barındırır. Bu açıdan bakarsak şair ile seks arasında bağ vardır diyebilirim. Şair kimliği altında okunmanın, beğenilmenin ve gücün hazla ilişkisinden cinsel bir doyum alınabilir. Beğenilmenin mastürbasyon nesnesi olması, sözcüklere cinsel organ muamelesi yapılması gibi…


Özkan Mert: Şiirle hayat arasında sıkı bir ilişki vardır. Seks de hayatın temel taşlarından biridir. Ve üremeyle insanlığın devamını sağladığı için de temel bir içgüdüdür. İnsanlığın varoluşunu ve geleceğini belirleyen temel bir içgüdüyü yorganın altına almak ve gizlemek çok ayıptır.


Erkut Tokman: Cinsellik ve seks insanın doğal bir parçası. Cinsiyet ve cinsellik anlayışı çağlara göre değişen ve değişmeyen unsurlar içeriyor; ama çağdan çağa, yıldan yıla hatta günden güne değişiyor, farklılaşıyor. Cinsellik ya da seksi insanın bir mahrem özgürlük alanı olarak düşünürsek, şiirde de bunun yansımalarını elbette buluyoruz, bulduk ya da bulacağız. Bunun çağdaş Türk şiirinde geçmişten günümüze kadar özgürce ifadesini bulduğunu, belli dönemlerde baskın ya da öne çıkan bir özellik olduğunu ya da bu yönde bazı şairlerin belirgin bir eğilim olarak kendini dönem dönem öne çıkardığını sanmıyorum. İkinci Yeni’de cinselliğin, cinsel kimliğin yer yer şairlerin dizelerinde belirginleştiği söylenebilir. Bu anlamda Cemal Süreyya’nın ve İlhan Berk’in şiirleri aklıma geliyor. Ve tabi ki Can Yücel’de buluruz cesur cinsiyetçi söylemi. İkinci yeni dışında Neyzen Tevfik’te de… Ama bunları ataerkil toplumda erkeğin baskın cinsiyetçi rolünün bir uzantısı olarak kadına bakışı açısından da tartışmak gerekir. Atilla İlhan’ın şiirlerinde de eser bu rüzgâr; daha naif ve estetik olarak. Yakın dönem şiirimizde Küçük İskender’in bu konuda en özgür yazan şairlerden biri olduğunu hepimiz biliyoruz. Çağdaş kadın şairlerimiz arasında da bazı isimler kadın cinselliğini şiirlerinin bir uzamı olarak dile getirdiler. Ama seksüel anlamda çok özgür şeylerin yazıldığını, dile getirildiğini, bunun şiirsel imgelem ya da estetik bağlamda bir özgürlük alanına dönüştüğünü, bir yol açtığını ya da bir dönüşüme sebebiyet verecek bir etki yarattığını sanmıyorum. Günümüz şairlerinde de örneğin Deniz Durukan’ın, Neslihan Yalman’ın, Altay Öktem’in, Murathan Mungan’ın şiirlerinde bu tür öğelere az ya da çok rastlayabiliriz. Aklıma ilk gelenler bunlar… Elbette şiirimize bu acıdan bakıldığında, başka isimleri de bunların yanına ekleyebilirsiniz. Cinselliğin ya da seksin şiirde gizli kalmasından yana değilim aksine daha çok ifadesini bulup bir özgürlük alanı olarak şiiri dönüştürmesini isterim, ona yeni bir alan açmalıdır.


Yusuf Alper: Olabilir. Ancak şiirde estetik haz incelmiş, soylulaştırılmış, Freud’un deyişiyle süblime (yüceltme) edilmiş bir eylemin sonucunda ortaya çıkmıştır. Sekste ise böylesi incelikler yoktur, pornografik bir eylem olarak yorganın üstünde ya da altındadır. Seks fizyolojik bir gereksinimdir ve dolayısıyla ayıp da değildir. Ayıp olan günün koşullarına göre, ahlaki, toplumsal kurallar vb. nedeniyle açık alanda, herkesin gözü önünde olması ya da olmamasıdır. Tabii demek istediğim; tam bir cinsel ilişkidir. Yoksa bizim gibi kapalı, baskıcı toplumlarda iki genç el ele tutuştu, sarıldı vb. nedenlerle suçlanmalarını asla kabul edemeyiz. İlkel dönemlerde olası ki böyle kurallar yoktu ve insanlar (ve insan öncesi ilksel insan-gibiler) ortalıkta herkese açık alanlarda seks yapıyorlardı. Ancak bazı hayvanlarda gizlenme, herkesten farklı bir alanda seks yapma isteği, davranışı olabilir. Bunun psikososyal olmaktan öte filogenetik, toplumsal (kolektif) bilinçdışına bağlı nedenleri olabilir. Dediğim gibi ayıp kavramı çağın, günün koşullarına göre değişen bir anlayıştır. Geçmişte ayıp olmayan bugün ayıp sayılabilir ya da tersi. Önemli olan seksin iki kişinin rızasıyla (olurlarıyla) olması, birinin diğerine tacizde, tecavüzde bulunmamasıdır. Geçmişte, ilkel çağlarda, toplu yaşam başlamamışken, tabii böylesi kavramlar yoktu. Olsa olsa bir sürü liderinin (ne düzeyde insansa) ya da bir yetkilinin (varsa) bir duruma müdahale etmesi, eziyet edileni kurtarması ve edeni de döverek vb. cezalandırması söz konusu olabilirdi.
İlhan Berk’in arada bir ettiği eksantrik laflardan biri de: “Şiir dilin belini getirmektir” idi. Bu soyutlamayı ya da somutlamayı fazla ciddiye alan genç şairler, şair adayları olabiliyor. Şiir tabii ki yüceltilmiş bir haz verir, biyolojik değil. Yazanın şiiri bitirdiği “Tamam, oldu.” dediği anda duyacağı haz, okuyucunun okuduğu andaki aldığı inceltilmiş hazza benzerdir ancak daha yoğun olması beklenir.


