Esra Ünal Sağlık:
Göz İzi’nde bu seferki konuğum değerli şair ve yazar Aydın Şimşek. Benimle paylaştığı anının kendisinde derin izler bıraktığını hissetmemek mümkün değil. 12 Eylül Askeri Darbesi’nin üzerinden yıllar geçmesine rağmen etkileri hala hissediliyor.
Kendini yaşamın her alanında hissettiren bu baskıcı durum, elbette edebiyatta da arz-ı endam edecekti. Kelimelerden, dizelerden ve kitaplardan korkan bu anlayış; nice kalemin ucunu tıkamaya çalışmıştır. Adnan Yücel’in “bugünlerden geriye / bir yarına gidenler kalır / bir de yarınlar için direnenler” ya da Ahmet Erhan’nın ” kapalıydı kapılar, perdeler örtük/ silah sesleri uzakta boğuk boğuk / bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük / bugün de ölmedim anne” dizelerini anımsıyorum anıya başlarken. Aydın Şimşek’in kaleme aldığı anıda bu dönemin yaratmış olduğu trajedi daha ilk cümlede kendini ele verir. Gencecik bir şair ve her koşulda şiir yazmaya devam ediyor. İçerden dışarıya şiir yollama mücadelesi… Sesini en sevdiği şeyle duyurmaya devam etme isteği… Bu cümleyi öyle dayanaksız kurmadım. Onun söylemiyle : “ sabahın sessizliğinde bir kitaptan dökülen kelimelere hayran hayran bakıyorum. ve anlıyorum ki şu yavaşça pencereme dokunan rüzgar, o rüzgarı koynuna alan çınar ağacı, o ağacın annesi olan toprak, o toprağın dili kolu olan her şey ama her şey kelimelerden yapılmış… anladım ki bu kelimeleri harf harf dokuyan, okuyan ben de ben de öyleyim…” O dönemi anlatan filmler, diziler, kitaplar her zaman ilgimi çekmiştir ama dönemin çalkantısını yaşayan birinden bizzat dinlemek, onun günümüzde yazdığı şiirlerde bu izleri aramak daha başka bir deneyim olsa gerek. Şairin Eylül 2020’de yayımlanan “Sus Payı Dünya” adlı kitabında : “ kırılıp dökülen şeyler biriktiriyor/ temmuz ve eylül” dizesini okuduğum zaman ya da “yurdunu yurtsuzlukta bulan eylül” diyen bir özneyi gördüğümde bunu daha iyi fark ettim. Şiire; müdahale, dayanışma ve dostluk gibi anlamların yüklendiği dönemmiş o zamanlar. Tam da burada 12 Eylül döneminden yıllar önce hapiste açlık grevine başlayan Nazım Hikmet’in mücadelesine destek olmak için Orhan Veli, Oktay Rifat ve Melih Cevdet’in “Yaprak” dergisini “Nazım” sayısı olarak çıkarmaları geldi aklıma. Zamanında şiir ortamını Nazımcılar ve Garipçiler olarak ikiye bölen ve birbirlerinin şiir anlayışlarından hiç hazzetmeyen- belli bir dönem olduğunu belirtmeliyim- Orhan Veli ve Nazım Hikmet…Şair gönülleri bu duruma razı olmayan Garipçiler, o dönem edebiyat ortamında bir dayanışmaya imza atarlar. Bir anının çağrışımları için sınır yoktur herhalde.
O dönemin şiirini incelediğim ya da odak noktasına koyduğum bir yazı değil bu. Okuyacağınız bu anı; 12 Eylül döneminin, bir şairin şiirinin bileşenlerini nasıl etkilediğini gözler önüne serebilir. Ve yine aynı trajedi ortamında şiir vasıtasıyla kurulan dostlukların özgürlüğe kavuştuktan sonra da yepyeni başlangıçlara yol açmasını da kulağımıza fısıldayabilir.
ŞİİR DOSTLUĞU
Aydın Şimşek
Yıl 1987. 12 Eylül Askeri müdahalesinin ardından kamudaki işime son verilmiş ve o dönemin ünlü ceza yasası olan TCK’nin 142 ve 146. maddelerince 6 yıl cezaya çarptırılmıştım. Elbette cezaevine girmeden önce iki kitabı yayımlanmış genç bir şairdim. Bu yeni mekanda da şiirler yazmaya ve içeriden dışarıya bir biçimde yazılan şiirleri, edebiyat dergilerine ulaştırmanın yolunu da buluyordum/ buluyorduk. O dönemde aynı cezaevinde birlikte yattığımız şairler; Emir Ali Yağan, Fadıl Öztürk gibi dostlarım da aynı durumdaydı.
Cezaevinde beni/ bizi en çok besleyen, aralıksız destek veren iki insan…Remzi İnanç ve Özgen Seçkin… Remzi ağabey Toplum Kitabevinin sahibi, Özgen Seçkin de Damar Yayınları ve Damar Dergisi’nin kurucusu ve sahibi. Her ikisinin de cezaevindeki politik mahkumlara hiçbir karşılık beklemeden kitap ve dergi göndermeleri çok kıymetliydi. Bu dergilerden birisinde, İnsan Hakları Derneği Denizli Şubesi’nin açtığı bir şiir yarışmasının duyurusunu okuduğumda uzun soluklu bir şiir göndermiştim. Aradan çok bir zaman geçmeden, cezaevlerindeki politik mahkumlara yönelik 1 Ağustos genelgesiyle “TEK TİP ELBİSE” giyme zorunluğu getirilmeye çalışılınca, ülke genelinde bulunan tüm cezaevlerinde abu genelgeyi protesto etmek için açlık grevleri başlamıştı. Ben de açlık grevine başlamıştım.
Uzun süren açlık grevleri ve ardından gelen mektup ve görüş yasaklarıyla geçen yaklaşık 6 aylık süre… Bu süre içinde İnsan Hakları Derneği’nin açtığı yarışma sonuçlanmış ve Cumhuriyet Gazetesi’ndeki köşesinde rahmetli Mustafa Ekmekçi açıklamıştı. Yarışmada 1.lik Ödülünü ben, 2.lik Ödülünü de sevgili şair arkadaşım Hüseyin Şahin almıştı. Hüseyin Şahin Antep Cezaevinde yatıyormuş, ben de kendisini hiç tanımıyordum, hiç de yazışmamız olmamıştı.
Açlık grevi ve mektup-görüş yasağı bittiğinde o dönemin İnsan Hakları Derneği Başkanı olan rahmetle anacağım Emin Galip Sandalcı bir ekiple birlikte gelip cezaevinde hem benimle bir görüşme yapmak hem de ödülü vermek için yatmakta olduğum Aydın/Nazilli E tipi Cezaevi’ne gelmişler ama görüşmeye izin verilmediğini öğrenmiş oldum. 1990 yılında yeni çıkan İnfaz yasasıyla erken tahliye olunca, hiç bilmediğim yeni bir sorunla da yüz yüze geldim: Cezaevi sonrası uzun yıllar süren işsizlik ve “ne iş olsa yaparım” duygusunun oluşturduğu derin trajedi… Çeşitli işler yaparak hayatımı sürdürmeye çalıştığım bu dönemde, 1999 yılında Özgen Seçkin’le bir tesadüf sonucu tanışmamla, Ankara’ya taşınmam ve yeni bir hayata başlamam hayatımdaki dönüm noktalarından oluvermişti. Damar dergisi ve yayınları bünyesinde çalışmaya başladığım Ankara serüveninde beni yeni sürprizler bekliyordu. Sadece iki ayrı cezaevinde yatan ve sadece şiirdaş olduğum sevgili Hüseyin Şahin’le Ankara’da tanışmış ve uzun soluklu bir dostluğun temellerini de bu dönemde atmaya başlamıştık. Sonrasında da en yakı, en değerli dostlarım ve ağabeylerimden birisi de yine Remzi İnanç olmuştur.
Hayat belki tesadüfleri severdi ve rastlantıların aklı hayallerimizin bir dışında tuhaflıklar getirip önümüze koyabilirdi ama ne olursa olsun insanların sırtını dayanacağı dostları, aynı düşüncenin-duyguların içinde yaşanmışlıklarıyla, doğrudan deneyimleriyle buluşanların geleceği güçlü bağlarla birbirine bağlanırdı. Ankara serüvenimde yol arkadaşlığı yaptığım o güzel insanları anmak çoğalmanın diğer adıdır elbette…