Selma Sayar
Tam adı, Vüs’at Orhan Bener. 1922’de Samsun’da doğdu. İlk, orta öğrenimini Anadolu’nun çeşitli kentlerinde tamamladı. 1941’de Harbiye Mektebi’ni, 1957’de Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. Ticaret Bakanlığı’nda raportör, Karayolları Genel Müdürlüğü’nde hukuk müşaviri olarak çalıştı. Ayşe Bener`le evlendi. Bir sendikanın danışmanlığını yürüttü. Emekliye ayrılıp yazarlıkla geçindi. 1950’de New York Herald Tribune gazetesi ile Yeni İstanbul gazetesinin birlikte düzenlediği öykü yarışmasında “Dost” isimli öyküsüyle üçüncülük kazandı. Bu başarı tanınmasını sağladı. Seçilmiş Hikayeler, Varlık, Yeditepe dergilerinde yayınlanan şiir ve öyküleriyle dikkat çekti. 1 Haziran 2005`te yaşama veda etti.
Edebiyat meraklıları dışında pek az insanın bildiği bir yazardır Vüs’at O. Bener. Adeta kendisini gizlemiştir. Okuru az olmuştur bu yüzden. Ama öz üretmiştir. Özellikle öykülerindeki kurgu, bilinçakışı yöntemiyle Vüs’at O. Bener, Oğuz Atay’ın Tutunamayanlar’ına da temel oluşturacak yapıtaşlarından biri olmuştur. Yazar, daha çok öz yaşam öyküsel nitelik taşıyan öyküleriyle bilinir. Gerçekliği edebi bir temele oturtarak ele alır. Gündelik olaylarla, bilinçaltında birikmiş yaşam parçalarını birleştirir. Bener’in eserlerinde ölüm izleği önemli bir yer tutar. Bunda yazarın genç yaşta doğum sırasında kaybettiği ilk eşi ve doğumdan sonra yaşatılamayan çocuğunun da etkisi vardır. Bu evlilikten sonra tekrar başından evlilikler geçmesine rağmen Vüs’at O. Bener’in çocuğu olmadı.
Okurdan çaba isteyen, ayrıksı bir dili olan Bener’in kişilerinin gündelik hayatın ikiyüzlülüklerini dışavuran yönleri dikkat çekicidir. Dönemini aşan bir dil ustasıdır. Öykülerinin yanı sıra Vüs’at O. Bener’in şiirleri, kısa dizelerden oluşan, esprili, ironik ve şaşırtıcıdır.
Eserlerini genel özellikleriyle değerlendirmeye çalıştığım yazarın Havva, Kibrit, Boş Yücelik, Yazgı gibi önemli öyküleri vardır. Hepsinin dili, kurgusu, olayların geçtiği mekanlar incelenmeye değerdir. Çünkü her bir öykünün yüreğimizde ve beynimizde bıraktığı tat bambaşkadır. Alır başka alemlere götürür bizi. Dost öyküsünün yazarın hayatında önemi büyüktür. Çünkü ilk kitabının ilk öyküsünün adı. Kendi ifadesine göre katıldığı bir yarışmadaki jüri üyelerinden Memduh Şevket Esendal’ın ilgi ve desteğini görmüş bu öyküden dolayı. Ilerleyen yıllarda yazmış olduğu diğer öykülerin yanına hep eklemiş Dost’u.
60 yıl sonra, yani 2012’de, ilk baskıdaki on iki öyküyle ikinci kez basılır bir yayınevi tarafından. Dost görünürde çok yalın kurgulanmış bir öykü. Üç kişi arasında geçiyor: Kasap Ali, eşi Naciye ve Niyazi Bey. Iki iyi dosttur Kasap Ali ile Niyazi Bey. Sürekli bir araya gelerek içmek suretiyle keyif yaparlar. Burada yazar döneme ilişkin ipuçları da verir. Insanlar yoksulluk ve yoksunluk içindedir, evlerde aydınlatma mum ışığıyla yapılmakta, kıt-kanaat geçinmeye çalışmaktadır. Niyazi Bey, karısını yeni kaybetmiştir. Düğüm bu noktada başlar. Çünkü Kasap Ali’nin evine gelişinden büyük mutluluk duyan Naciye vardır. Içten içe sevmektedir Niyazi Bey’i. O da ona karşı boş değildir. Kocası kaba saba bir adamdır. Niyazi Bey’in deyişiyle ” Herifte kalp denen şey yok.” İşi gücü et parçalamak, ciğer doğramak ve rakısını gırtlağına aktarmaktır. Naciye’nin beş kuruşluk bir değeri yoktur gözünde. Üstelik dört tane de çocukları vardır. Hayat koşullarının zorluğu ve sevgisizlik Naciye’yi çocuklarından da soğutmuştur. Bütün umutlarını Niyazi Bey’e bağlamıştır. Her bir araya gelişlerinde birbirlerine takındıkları tutum; özünde doyurulmamış cinsel hayatlarının dışa vurumudur sanki. Yazar iç konuşma tekniğiyle o anları okura çok güzel yansıtır. Onların bir birliktelik yaşayıp yaşamadığı pek anlaşılmamakla beraber; iç konuşmaları müthiş bir hazzın içindeymiş izlenimi vermektedir.
Öykünün sonunda, Naciye’nin gizlice cebine koyduğu mektupta talep ettiği evlilik isteğinin gerçekleşme ihtimalinin olmadığını anlayan Niyazi Bey, uydurduğu bir yalanla umutlarını boşa çıkarır. Öyküyü okurken birtakım değerlendirmeler yaparken buluyorsunuz kendinizi. Etiksel ya da duygusal bir yaklaşım söz konusu. Ya toplumsal önyargıları kıracak bir duygusallıkla yaklaşıp masumane denilebilecek bu aşkı alkışlamak ya da etiksel yargılarla değerlendirip ahlak dışı bir yasak aşk olarak tanımlamak. “Dost” denilen o anlamlı sözcüğün içi ne şekilde doldurulur, bir nevi sınavını veren bir öyküdür “DOST”.