Aslıhan Tüylüoğlu
Her zaman merak edilen bir şey vardır, bir şaire sorulmadan geçilmez: “ Nasıl şiir yazıyorsunuz?” Aslında bu soru şairin nelerden esinlendiğini sormanın en açık yoludur. Esinlenme şeklini okurun merak ettiğini gösterir. Bu sorunun bir kısmı, kalem, kağıt, klavye, zihin…. Şairin hangi araçları kullandığını kapsar. Zamanı; gece, gündüz, öğlen, akşam, ne zaman yazdığını kapsar. Mekânı kapsar; ev, iş, çalışma odası, kafe… Asıl can alıcı nokta işe şairin bile tam olarak bilmediği bir şey: Bu sözcükleri şair nasıl yan yana getiriyor, orta malı temaları nasıl kendine özgü ve farklı yorumluyor. “Bu şiiri neden yazıyor”, onu hangi sözcük, hangi dize veya hangi olay tetikliyor? Özü, biçimi, yapıyı, sesi nasıl ve neye göre seçiyor? Neden her şiir farklı bir serüvenken şairin şiir yazarken yaptığı ritüeller de merak ediliyor; kahve, sigara, alkol mü tüketir, yoksa müzik mi dinler? Bütün bu merak edilen şeyler aslında şairin yaratıcılığının gizemini, bir anlamda şiir yazma yeteneğinin sırrını çözmek içindir.
Ortalama okurun bilmek istediği, öğrenmekten hoşlandığı bir diğer şey ise şiirde geçenlerin gerçeklikte şair tarafından yaşanıp yaşanmadığıdır. Şairin hayatından bir kesit, bir an, bir durum mu; yoksa şiirde başka bir özne mi var. Aslında okurun en çok yaptığı; şiiri yazan ile şiirde yaşayan özneyi aynı farz etmektir. Şair için bile gizemli olan yaratıcılık süreci okur için tam bir bilmecedir. Bir şiiri anlamak için şairin hayatına bakıp yakıştırmak ister. Bir aşk şiiri okumuşsa; onun kime yazıldığını bilmek ister. Bu yüzden muhatabı belli olan aşk şiirleri oldukça popüler olur. Şair ve aşkı üzerine çokça konuşulur. Bunu; yani okurun şiirde şairi aramasını veya güncel yaşantıya ait beklentiler ile şairle bağ kurmasını okurun şiirdeki düşsel ülkede kendini tamamen kaybetmektense ara sıra gerçekle bağ kurmak istemesine bağlıyorum. Örneğin bir “deprem” teması yazılacaksa o, en yakın zamanda gerçekleşmiş, bildiği, yaşadığı depremin anlatılmasını tercih eder. Oysaki şair bu temayı yazarken geçmişteki bürün depremleri aynı zamanda gelecekte yaşanacak depremleri de kapsayan mekân ve zamanla sınırlanmamış bir deprem şiiri oluşturur, tabii kolaya kaçmamışsa. İyi bir şair, muhtemelen kendi de şiir yazan iyi bir okur okuduklarına böyle bakar. Tek bir olayı anlatan şiirin kalıcı olmayacağı bellidir, ancak ileride o günü anlatan sosyolojik bir değer taşır taşırsa. İyi okur şiirin kapsamının geniş olmasını bekler. Örneğin belli bir sevgiliye yazılmış bir kitap dolusu şiirdense kendisini ve pek çok kişiyi yakalayabilen tek bir aşk şiirini tercih eder. Bilinçli okur şiiri kendinde dener. Şairle kesiştiği yerleri işaretler ve şairin onun yaşadıklarını ifade edişine hayran kalır. Bir anda, yaşadığı ama çözemediği, bilinmezinde olan, onu rahatsız eden bir şeyin çözüldüğü bir farkındalık anına kendini bırakır. Bu bilinç ötesinde yaşanan bir aydınlanma gibidir; çölde bir bardak soğuk su içmek ya da kutuplarda ateşe düşmek gibi beklenmedik bir şekilde gerekli bir ihtiyacın doyurulmasıdır.
Okur eğer aynı zamanda bir şairse veya şiir düşünürü ise başa geçen soru değişir: “Şair bu şiiri nasıl yazmış?” Şair ne yazarsa yazsın bizim şiir olarak gördüğümüz, o eserin; yapısı, biçemi, biçimi, ritmi sesi gibi teknik özellikleridir. Anlamsal olarak da söz ve anlam sanatları ile de zenginleştirilmiş olup olmaması şiirin değerini ve etki gücünü belirler. Şiir okurken sizi etkileyen bir dize olursa hemen durun. “Bu dize beni niye etkiledi?” diye sorun. Ve mutlaka o dizedeki şiire has teknik bir özellik olduğunu göreceksiniz. Sonuçta bu dize öğretici ve eğitici olacak. Salt anlama bağlı kalmayacaksınız. “Nasıl yazmış?” sorusu bize anlamın şiirdeki çözünürlüğünün anahtarını verir. Anlam ve yapı birbirinden ayrılamaz birbirini destekler. Sonuçta okur çıplak bir bedene bakmaz, beden hatlarını da belli eden giyinmiş, aksesuarlarını takıp takıştırmış, belki şapka, gözlük, çanta kullanan bir insan görür. O insanın kıyafetleri bedenine ne kadar uyuyorsa, zevkini yansıtacak bir şekilde seçilmişse, ona bakan insan da bundan hoşnutluk duyar ve etkilenir. Çıplak bir bedenden daha etkilidir bu giydirilmiş beden. Çıplak beden ‘düzyazıdır’. Giyinmiş, süslenmiş, takmış takıştırmış insan ise ‘şiir’. Beynimiz şiiri de bu güzel giyinmiş insan gibi algılar. Şiirden alınan estetik haz farklı parçalardaki uyuma bağlıdır. Şiirdeki her öğe birbirini tamamlar ama okuma sırasında tek tek görünmez bu öğeler, bir bütün olarak algılanır.
Şiirin teması da bir bedendir. O temaya uygun sözcükler seçmek onu kendi zevkine göre şekillendirmek ve bir tarz yani üslup yaratmak şairliktir. Şairin şiir zevki ne kadar ileriyse yazdığı şiir de o kadar güçlü ve etkili olur. Yine okurun şiir zevki şairinkinden geride değilse o da okuduğu şiirden estetik bir haz alır.
Tüm bu olaylara sebebiyet veren şiir nedir o zaman? Öyleyse yeni bir tanım yapayım:
Bir gereklilik sonucu dilin içinde kurulmuş ama konuşma ve yazı dilinin ifade yeteneğinin üstünde, sözcükler ile kurulmuş ama sözcüklerin anlamının ötesinde, kafiyeler ve içseslerle yapılmış ama onların verdiği sesi kurgulayarak daha farklı ve güçlü ritimler kurmuş, söz ve anlam sanatlarını kullanmış ama sanatlı söyleyişin ötesinde etkili, can alıcı bir üslup giyinmiş; zekâ ovasının ve duygu dağının keşişim bölgesindeki vadide, gözesinden su gibi çıkan ve okundukça çoğalarak denize doğru yol alan, denize yaklaştığında deltaya dönüşen düşsel olduğu kadar en çarpıcı gerçekten daha gerçek bir ırmaktır. O ırmağın suyunu çoğaltan ve onun suyundan içenlere ne mutlu…
1 Yorum
https://jobs42.ru/