Kaktüs dikenlerini batıran bir ilk kitap:
Esra Özdağ, ilk öykü kitabı ‘Kaktüs’ün kurgusuyla deneyimli bir yazar izlenimi verirken “Edimlerimizin bizi götürdüğü yolculuklara kısa tanıklıklar gibi düşündüm öykülerimi” diyor.
Söyleşi ve fotoğraflar: Neslihan Perşembe Kulakoğlu
Esra Özdağ, Pikaresk Yayınevi tarafından yayınlanan ilk öykü kitabı ‘Kaktüs’ ile okurlarla buluştu. Bu buluşma üzerine konuşmalarımızı sizlerle paylaşmadan önce Esra Özdağ’ı kısaca tanıtmak isterim. Esra Özdağ bir İzmirli. Anadolu Üniversitesi Eczacılık Fakültesi’nden mezun. 30 yıla yakın zamandır eczacı olarak çalışıyor. Hacettepe Üniversitesi Klinik Eczacılık Anabilim Dalı’nda da yüksek lisans eğitimini tamamladı. Akılcı İlaç Polikliniği Projesi ile Sağlık Bakanlığı tarafından 2015 yılında ‘Yılın Hastane Eczacısı’’ seçildi. 2017 yılında Türkiye İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu (TİTCK) tarafından düzenlenen bir başka proje yarışmasında da üçüncülük ödülü aldı. 2019 yılındaysa Klinik Eczacılık dalında Altın Havan ödülüne layık görüldü. Yazar kimliğinin yanı sıra eczacı kimliğini de siz sevgili okurlarımızla kısaca paylaşmak istedim çünkü öykülerinde mesleğinden izler var. “Yıllarca hastaların şikayetlerini dinlerken dertlerine de tanıklık ediveriyor insan. Bu yüzden mesleğimin insanların hikayelerine bakış açımı edebi açıdan beslediğini de söyleyebilirim” diyen Esra Özdağ, ilaçlar nasıl insanlara şifa olabiliyorsa edebiyatın da bu şifayı verebildiğine inanıyor. Bu ilk öykü kitabının kurgusuyla deneyimli bir yazar izlenimi veriyor. ‘Kaktüs’deki 10 öyküde yaratılan karakterler, mekanlar, olaylar, sırlarda karşımıza küskün bir yüz çıkıyor. Bu küskün yüzün arkasındaysa bir var oluş çabası var. 10 öykü birbiriyle bağlantılı, bu nedenle de bir novella. ‘Kaktüs’ dikenlerini batıran bir ilk kitap. “Edimlerimizin bizi götürdüğü yolculuklara kısa tanıklıklar gibi düşündüm öykülerimi. Kısa ve altı kalın kırmızı çizgili” diyen Esra Özdağ ile siz Aksi Sanat okurları için röportaj yaptım.
10 öyküden oluşan “Kaktüs” bir novella. Her öykünün bağımsız bir yapısı var ancak tümü okunduğunda aralarındaki bağ fark ediliyor. Öyle bir bağ ki; her öykünün sırrı bir sonrakinde ortaya çıkıyor. Bu kurgunun yaratım sürecini dinleyelim.
Yaşam enerjisinin karmaşık kurgusunu anlayamadığım çok zaman olmuştur. Kendimi var etmeye çalışırken kaybolmanın kıyılarında epeyce dolandım. Hepimize ait bu halleri birden çok karakterin varoluş biçimi üzerinden anlatmak, anlatırken de insanlar arasındaki kovalent bağı vurgulamak istedim. Edimlerimizin bizi götürdüğü yolculuklara kısa tanıklıklar gibi düşündüm öykülerimi. Kısa ve altı kalın kırmızı çizgili.
Nermin Kuruoğlu, 20 yıldan uzun zaman aynı işyerinde çalışan, Rahmaninov, Chopin dinleyen, ailesinden kalma gecekondudan dönüşmüş kulübede yalnız yaşayan eğitimli bir kadın/kaktüs. İlk öykü “Tesbih Çiçeği”nde biraz sıra dışı geldi Nermin, ancak son öykü “Kaktüs”de kilitleri açılıyor, her kadın gibi istekleri, babasının bıraktığı damga fark ediliyor. Nasıl doğdu Nermin karakteri?
Yaşam enerjisi yoksunluğu çoklu organ yetmezliği benzeri bir ölüm sebebidir bana göre. Hepimizin irili ufaklı, yerli yersiz, çeşit çeşit travmaları var. Ya üstesinden geliriz, ya merdiven altına süpürürüz, ya da kalın kışlık yorgan yapıp üstümüzü örteriz titreyerek, donmuş ruhumuzu ısıtmaya çalışırken. Bu yüzden bir bitki bile yaşamak için bizlerden çok daha fazla sebep bulabilir. İliklerine kadar üşüyen hem okumuş şehir kökenli hem de varoş kadını olan Nermin Kuruoğlu’nu da tam da bu nedensizliği ve edimsizliği tanımlamak için yaratmayı planladım. İçinde herkesten bir parça olsun istedim.
“Karanfil Kokusu”nda bu kez gecekondu semti, bitmeyen işleriyle isyan eden bir ev kadınının, Hacer’in gözünden ustaca anlatılıyor. Öykü Hacer’in “Tanrı nereye saklıyor ki bu kader defterini?” etkileyici sorusuyla bitiyor. Hacer ve Nermin iki farklı kadın. Yaşamın boyunca Hacerlerle mi yoksa Nerminlerle mi daha çok karşılaştın?
Hacer ve Nermin’in içlerindeki isyanın çok da birbirinden farkı yok. Memnuniyetsizlikleri ve mecburiyetlerini taşıma şekilleri farklı. Hayatın onları sıkıştırdığı köşeler farklı. İkisi de köşe kapmaca oynayamıyor. Benim ikisinin hayatının ayrıntılarındaki karelere benzer günlerim oldu. Ama sanırım ikisine de benzememeyi seçtim. Ben mecburiyetlerimi memnuniyetsizce taşımak istemediğimi biliyorum. Kalın kışlık bir yorganın altında ısınmaya da çalışmıyorum. Ama ben de çoğu insan gibi hep merak ederim o kader defterinin nerede gizli olduğunu.
“Livor Mortis”, “Rigor Mortis”, “Dekompoziyon” gibi adlar verdiğin öykülerin var. Bu adlarda ölüm sonrası morarma, ölüm sertliği, bozulma, çürüme anlamları çıkıyor karşımıza. Uzun yıllardır sağlık alanında eczacı olarak çalışıyorsun. Mesleğinin edebiyatı beslemesi nasıl gelişti?
Gün içinde kullandığın dil, eğitiminin kökeni, alışık olduğun kelimeler elbette edebiyata yaklaşırken de peşini bırakmıyor. Latince bana tıp literatürü içinde bile çok fonetik gelmiştir. Öğrenirken hiç sıkılmadım, kulağımın kenarında bir yerlerde hep var oldular. Bu yüzden de kullanmak istedim. Yıllarca hastaların şikayetlerini dinlerken dertlerine de tanıklık ediveriyor insan. Bu yüzden mesleğimin insanların hikayelerine bakış açımı edebi açıdan beslediğini de söyleyebilirim.
“Kimi Sardunya kim, Petunya” öyküsünde Nermin’in hayatındaki perde biraz daha aralanıyor. Bu kez okurun karşısına geçmişte Nermin’in sevgilisi olan Saffet çıkıyor. Saffet, yıllardır görmediği Nermin’in ölümünü bir gazete haberinden öğreniyor. İşte o zaman bir zamanlar çok yakınlaştığı Nermin’i aslında tanıyamadığını fark ediyor. Kitaptaki öyküler arasında derinlemesine anlatılan tek erkek karakter Saffet. Kadın karakterlerle çevrili “Kaktüs”deki erkek karakter yaratma sürecini okurlarımıza anlatır mısın?
Nermin’in Godot’u hep yalnız beklemiş olması bana çok büyük haksızlık gibi geldi. Sevmiş, sevilmiş, doya doya sevişmiş olmasını istedim. Hayattan aldığı ve yanında götürdüğü bir hikayesi de olmalıydı. Karşıya kıyısını çizemese de resmin içinde renklere ziyan olmayan köşeler olmalıydı. İç sesiyle yaşadığı gel-gitlerinin bir kahramanı olmalıydı. Estragon’un bir aralar bir Viladimir’i vardı. Sevil Berberinde kavuşan Rosina ve Almaviva olamasalar da bir aşk hikayesini hak ediyordu Nermin. Saffet de Nermin’in aşkına bir çok yönüyle yakışan bir adam olmalıydı. Kısmen de olsa bu aşkın bu hikayedeki kadın kahramana yakışmasını istedim. Saffet karakterini de çok severek yazdım bu yüzden.
Mezarlık anlamına gelen “Speltura” adlı öyküde Nermin’in kardeşi Nigar’ı bu kez aileden kalan bu gecekonuda görüyoruz. Aileden kalan bu evin iki kardeşin anılarının gömüldüğü bir mezarlığa dönüşümüne tanık oluyoruz. Evin mezarlık metaforuna dönüşümü hissimde yanılıyor muyum?
Hayır, çok da doğru bir tespit. Hatta mezarlığa dönüşen hem evleri hem de hayatları. Benim hayatla ilgili önermem bunun tam zıttı. Ne olursa olsun insan fiilleri cebinde taşımalı diye düşünüyorum. Anılarımızı kamburumuz haline getirirsek, belimizi doğrultamayız. Nigar da yaşıyormuş gibi yaparak sudan sebeplerle güya hayata tutunuyor. İnsanın gerçek sebebi kendisi olmalı. Yoksa hayatlarımız hep mezarlık metaforuna döner.
Çok başarılı bir kurgusu var “Kaktüs”ün. Bu kurguyu yaşamında tanık olduğun olayların etkisi başarılı kılmış olabilir mi? Çünkü hayatın tam da göbeğinden öyküler yazmışsın.
Tanık olduğum olaylarla direkt bir bağlantısı yok öykülerimin. İntihar haberleri üzerine düşündüklerim, ayıkladıklarım var. İnsanların acılarını karşılama biçimleri ile ilgili gözlemlerim var. Bir yerlerde bir şeyleri bekliyor olma halleriyle ilgili hissettiklerim var. Ama hepsi de öykülerin kurgusundan bağımsız.
Kitabın ilk kıvılcımı nasıl oluştu?
Yıllar önce duyduğum bir intihar haberi beni çok etkilemişti. Olayın detayının Nermin’le bir ilgisi yok. Ama insan neden ölmeyi seçer sorusunun cevaplarından birini de Nermin karakteri versin istedim.
Okurlardan aldığın tepkiler nasıl?
Kaktüs benim ilk kitabım. Yıllardır bir şeyler karalarım, arkadaşlarıma okurum ve üzerine konuşuruz. İlk kez beni hiç tanımayan insanların yazdıklarıma benden uzakta eşlik etmeleri çok heyecan vericiydi. Beni hiç tanımayan okurlardan aldığım yorumlardan en güzelleri akıcı, ustaca ve çok şiirsel bir dil kullandığımı söylemeleri oldu. Bu yorumları yapan herkese çok teşekkür ederim. Arkadaşım olan okurlardan aldığım yorumların en önemlisi de: “Senin kadar canlı, hareketli bir kadın için biraz kasvetli bir hikaye değil mi ?” oldu. Evet biraz kasvetli bir hikâye, biraz karamsar. Bir ucunda ölüm, bir ucunda ayrılık, kocaman bir yarık açan bir cinayet var. Ama hayatın kendisi de pek pürü pak sayılamaz değil mi?
İzmirli olmaktan öte Bucalısın. Buca, öykülere dönüşecek mi?
Öykülerimin başlangıcında Nermin’in evini kurgularken çocukluğumdan beri kenarından köşesinden geçtiğim Dayko yokuşunun ara sokaklarında bir adresten yola çıktım. Tepecik ile Buca arasında, şimdi pek çok evin kentsel dönüşümle yıkıldığı bir çıkmaz sokakta yaşıyordu Nermin. Sokağın ayrıntılarını epeyce seyrettim. Kapı numaraları, kulübeye dönüşmüş gecekondu gerçekten orada hala duruyor. Öykülerin kahramanları gerçek değil ama evleri gerçek. Bu yüzden “Kaktüs” de bir Buca hikayesi.
Yeni çalışmalar edebiyatın hangi alanında olacak?
Öykü yazmaya hep devam etmek istiyorum. Cesaretimi toplayıp bir roman üzerine çalışmak da planlarımın arasında var. Şiir her daim başucumda olsun, okuyayım, arada karalayayım. Ama öykü benden hiç uzak durmasın.
Kaktüs / Esra Özdağ / Pikaresk Yayınevi / 68 s.