Rakamlar hep tedirginlik vermiştir bana. Özellikle rakamlarla anılan, onlarla ölçülen ve yaftalanan ne varsa iğneli fıçıda olduğum hissini verir. Nereye dönsen bir ah! Malum salgındaki vaka sayıları, vefat sayıları, enflasyon sayıları, işsizlik sayıları, öldürülen ve şiddet gören – her çeşit baskı dahildir bu şiddete- kadın sayıları tedirginliğimin ivme kazanmasında şüphesiz çok etkili. Duyarlılığın ve samimiyetin rakamlarının yükseldiğini görmeye ihtiyacım var galiba. Çünkü hep bir şeyden taraf olmayı hep bir görüşün kapsamına girmeyi önceleyen toplumlarda yaşamak gerçekten çok güç. Kadın hareketini gereksiz gören ve küçümseyen birinin yanında feminist olasım geliyor. Tek açıdan bakan ve işi karşı cinse düşmanlığa kadar götüren bir feministin yanında da feminizmi eleştiresim geliyor. Hal böyle olunca toplumsal konularda; duyarlı olmayı ve samimiyeti taraf olmaktan yeğ tutuyorum. Arafta kalmaya bir güzelleme yaptığım anlaşılmasın lütfen. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nin ödül töreninde yaşanan olaya da böyle baktım. Olayın öznelerinin ideolojik görüşleri yansımış davranışlarına da, oradaki olay öyle göründüğü gibi basit değilmiş de falan filan… Ben bunlarla ilgilenmiyorum. Ödül heyecanı bedeninin her zerresinden hissedilen bir kadına yapılan kabalığın ve sabırsızlığın resmiydi o olay.
Bu hafta elimde Erendiz Atasü’nün “Kadınlığım, Yazarlığım, Yurdum” adlı kitabı vardı. Kitabı yazın İzmir’de bir sahaftan aldım. 2001’in Ekim ayında basılan bu kitap sararmış sayfalarıyla tüm hafta boyunca eşlik etti bana. Erendiz Hanım’ın 80’li ve 90’lı yıllarda yayımlanan yazılarının ve konferans metinlerinin bir araya gelmesinden oluşan bu eserde irdenelenen kadınlık ve toplumsal cinsiyet konusunun günümüzde de kanamaya devam eden bir yara olduğunu gördüm. Erendiz Hanım; biyolojik cinsiyetin, toplumsal cinsiyetin dişlileri arasında nasıl parçalandığını bir tokat gibi çarptı yüzüme. Bu hastalıklı halin, edebiyata ve ülkeye yansımalarına dair muazzam tespitlerde bulunmuş. 21. yüzyılda arpa boyu kadar yol almadığımızı göstermesi de ayrıca sarsıcıydı. Erkek şiddetini yok etmek kadınların güçlendirilmesiyle çözülecek bir sorun değil. Birlikte yaşama ahlakını köpürtecek ne varsa onu yapmak önemlidir. Ben ve öteki değil. Ya da erkek ve kadın değil. Duyarlı olma durumu cinsiyeti olan bir kavrammış gibi algılanıyor çoğunlukla. Oysa bu; kadınlara atfedilen duygusal olma, onların hormon ve anatomilerine bağlı bir hassasiyet, annelik güdüsü gibi tespitlerle açıklanamaz. Erendiz Atasü’nün bu konuyla ilgili tespiti muazzam: “ Kadınların duyarlığı, erkeklere duygulanmayı yasaklayan ataerkil kültürün onlara duygularını yaşayabilme hakkını tanımasına bağlıdır.”
Ortaokul çağındaki çocuklara öğretmenlik yapıyorum. Tahmin edersiniz omzumda sorumluluktan bir dağ… Ne diyordu o güzel, o canım şair: “İnsan sorumluluktur”