Halının püskülleri uzundu. Silindikçe parlıyordu ipleri. Köpüklü su, simsiyah olmuştu. Bütün evi iyice temizlerse evin hanımı onu tekrar çağırırdı. Düzenli bir işi olurdu böylece. Oturma iznin süresi bitmişti, ödeyememişti işsizlikten. Çalışmadan nasıl oturma izni alacaktı ki para lazımdı. Oturma izni olmayınca çalışma izni de olmuyordu. Gözü çıkasıca pandemi kendilerini bulmuştu. Kalmışlarda dımdızlak dünyanın bir yerinde, bir yere sığamadan.
Kocası İlyas çay ocağında, çay dağıtıyordu pandemi öncesi. Bütün mahalle sevmişti İlyas’ı. “İlyas abi çay” diyorlardı, uçak gibi götürüyordu çayları İlyas. Pandemi patlayınca çay ocağı da kapanmıştı. Aysel, çay ocağının kapandığına inanamamıştı. Kocasını ertesi gün gönderip çay ocağına baktırmıştı belki de yanlış anlamıştı kocası.
“Acaba yanlış mı anladın İlyas. Sen yarın yine git, belki yanlış anladın ha.”
Kırmamıştı karısını hatta belki karısı doğru bile söylüyordu. İlyas, gittiğinde çay ocağının kapısı kilitliydi. Kapının camına dayadı yüzünü, çay kazan yoktu. Doğru anlamıştı. Arada sırada gündelik işler çıksa da İlyas, bu işlerle oturma süresini uzatamazdı.
Aysel hem düşünüyor hem de halıyı bastıra bastıra siliyordu. Aysel’in kolları dirençsiz kalmıştı, başı öne doğru ağrıyor, ateşi de yükseldikçe yükseliyordu. Durmuyordu Aysel, durursa işi yetiştiremezdi. İlyas’ı düşündü, bugün iş buldu mu acaba? Sığamadık dünyanın hiçbir yerine dedi Aysel. Kovayı iki koluyla kavradı, ayağa kalkmak için bedenini yukarı doğru itti. Kalkamadı. Bir daha denedi, olmadı. Kovayı bıraktı. Yere tutundu. Yerden destekle kalkmak üzereydi ki olduğu yere yıkılıverdi.
Aysel bayıldı.
“Aya, aya” minik elleriyle yüzünü seven oğlunu gördü. Elleri yumak yumak dokunuyordu Aysel’in yüzüne. Aysel’in gözlerinden yaşlar akıyordu, yaşlar akıyor boğazına iniyor, nefesini durduruyordu.
Oğluna sarılıyor, öpüyordu. Çocuk sürekli soruyordu.
“Aya, özledim seni, beni ne zaman alacaksınız”
Aysel ne söyleyeceğini bilmiyordu. Kendilerinin de ne olacağı belli değildi ki. Yakalandıklarında sınır dışı edileceklerdi, belki bir umut acır, göndermezlerdi!
“Babaannenin yanındasın ya, her istediğini yapıyordur o senin. Keyfini çıkar işte”
“Aya, ben seni özledim. Niye gittiniz, beni terk ettiniz. Ben sizi istiyorum. Geri dönün” Oğlan da ağlamaya başladı.
“İş yoktu ya, çalışmak için geldik, seni okutmak için canım kuzum geleceğiz ya da seni getireceğim bir yolunu bulacağız…”
“Babaannem diyor ki orada da iş yokmuş, siz boşuna uğraşıyormuşsunuz. Dünyada bize yer
yokmuş”
“ Hiç boşuna olur mu? Açılacak işler… Şimdi hastalık var, diye böyle!”
Aysel, gözlerini açtığında hastanedeydi. Aysel hastaneye gidemez ki… Aysel’in kimliği yok. Aysel, çarşafın içine gömülüp saklanmak istedi ya sınır dışı ederlerse…
Göğsünde bir ağrı. Hiç bilmediği bir ağrı, hiçbir şeye benzemiyor. Bir öksürük geliyor, gitmiyor. İlyas, beni merak eder, gideyim ben en güzeli. Nefes alamıyor ki. “ Nefes alamıyorum” diye bağırdı Aysel. Hemşireler koşarak geldi. Bağladıkları tüpe bakıp çıktılar.
Hastane odasında tek değil, çevresinde kendisi gibi hasta insanlar var. Ağlayan, öksüren, sürekli doktor çağırıyorlar, canları acıyor, nefes alamıyorlar. Aysel de alamıyor. Aysel boğuluyor. Ağlayarak uyanıyor. Ama Aysel iki defa boğuluyor… Polise haber vermişlerse…
Aysel hasta peki ya şimdi…
İlyas, hastanenin bahçesinde ağlıyor. “Bir gün yüzü gösteremedim ay yüzlüme…” Aysel covid, yersiz yurtsuz…
İlyas, Aysel gelmeyince temizlik yaptığı eve gitmiş öyle öğrenmiş karısının başına gelenleri.
Evin hanımı, bağırıyor avaz avaz
“ Madem hasta, niye temizliğe geldi. Ne düşüncesiz cahil insanlarsınız siz böyle!”