Şair Notları’nda bu kez Ersun Çıplak’la konuştuk. Tek soru üzerinden ilerleyen sohbetimize kulak vermeniz dileğiyle…
Esra Sağlık: Marina Abramovic 1974’te Napoli’de “Rhtyhm 0” adlı bir gösteri gerçekleştirir. Bu performansta Abramovic altı saat boyunca pasif kalıp bedenini izleyiciye bir nesne olarak sunar. İzleyicilere birçok nesneyi diledikleri gibi kullanmakta özgür oldukları bildirilir. Başlangıçta çekingen davranan izleyiciler, Abramovic pasif kaldıkça şiddetin dozunu artırır. Altı saat süren performansta darp görüp tacize uğrar. Vücudunda kesikler oluşur. Sonunda ayağa kalkıp seyircilerin üzerine yürüdüğündeyse seyircilerde bir panik başlar. ” Pasiflik karşısında insan ne kadar acımasız olabilir” i gördüğüm bu performanstan sonra “ ilk kopuşu” insanın özünden o ilk kopuşunu düşündüm. 21. yüzyıldayız ve insan denilince içimi bir kofluk duygusu kaplıyor. ” İnsan deyince ……. boşluğu nasıl tamamlarsınız?
Ersun Çıplak: Sanırım daha öncesinde Yoko Ono benzer bir performans sergilemişti. Tabii Yoko Ono deneyi ile Marina Abramoviç’in performansı arasında kayda değer bir fark var. Yoko Ono izleyicileri elbisesinden bir parça kesmeye davet etmiş, kısa süre içinde de çırılçıplak kalmıştır. Marina Abramoviç’in bunu istemesi bile gerekmemiştir. Her şeyden önce Marina Abramoviç’in deneyine ilişkin şunu söyleyebilirim ki Adolf Eichmann davasına ilişkin raporunda Hannah Arendt’in ifade ettiği bir fikirdir bu, kurban mazlumlaştıkça öfkenin paratoneri olur. İnsan sosyal bir varlıktır, benliği toplumsal inşa ürünüdür. Dolayısıyla insan tepki ortaya koymadığı sürece sınırları belirsizleşiyor. Ayrıca karşısındakinin de sınırları belirsizleşiyor. Bu da gerileme sonucunda barbarlaşma için bereketli bir zemin. Sonuçta bir yanağa tokat yiyince diğerini dönmek Hz. İsa örneğinde de görüldüğü gibi etkili bir strateji değil. Çarmıha gerilebiliyorsun bir adım sonrasında.
İnsanın özü var mı, yoksa insana dair bir oluştan mı bahsetmek gerekiyor. Öz denildiği anda metafizik bir durum çıkıyor ortaya. Ben ikincisinden yanayım. İnsan eşrefi mahlûkat değildir. Ancak bu noktada Marina Abramoviç’in durumunu, devlet otoritesinin ortadan kalkması durumunda insanın barbarlaşacağına yoranlara karşı da dikkatli olmak lazım. Neticesinde devletin ta kendisi ‘insandışılaştırma’ silahını kullanarak bir kişiyi ya da grubu kitlenin önüne koyup kurbanlaştırabilir. İdam törenleri gibi mesela; karşıtlarını bireysel ya da grup olarak ötekileştirerek linç mekanizmasını harekete geçirmesi de buna örnektir. Linç dediysem buna suikast, katliam seçeneklerini de eklemek lazım.
Esra Sağlık: İnsanın ne olmadığını bilmiyorum ama ne olduğunu daha rahat söyleyebilirim. İnsan sorumluluktur. Önce kendine sonra da diğer insanlara karşı sorumlu olan insan, özgür iradesinin baskı altına alınmadığı bir ortama ihtiyaç duyar. Bu anlamda içinde bulunduğumuz durum malum. Yaraya çok da tuz basmadan bu bireysel rotanın sonunu topluma kavuşturmanın yolları üzerine düşünüyorum. Sosyal varlık olmak tam da burada devreye giriyor. Değişen dünya düzenine uyum sağlamak için yeni değerler üretmek ve bu değerleri savunabilmek gerekiyor. Veysel Çolak’ın Milhan’a Mektuplar’da dediği gibi “İnsanın kendine bağlı olması yetmiyor. Belirleyici olan birlikte yaşamanın ürettiği değerler. Bir insanın anlamı diğerine bağlı. Bütün olmanın biricik yolu bu.” Sizin sosyal medya hesabınızda yaptığınız bir paylaşım bu anlamda etkileyici gelmişti bana. Zorbalığın arttığı bu çağda edebi yapıtları araç olarak kullanıp iyileştirici yeni bir yaklaşım önerisi sunmuştunuz. Bu öneri yanılmıyorsam akran zorbalığını önlemeye yönelik psikolojik danışmada Dede Korkut kitabındaki Deli Dumrul hikâyesinin kullanılması ile ilgiliydi. Sorumlu olma, yeni değerler üretme, bu değerlerle direnme arayışı içinde olmanız insana dair bir “oluş”tan yana konumlandığınızı teyit eder gibi.
Bütün bunlardan sonra Zorba’dan aldığım “ Hepsi yavaş yavaş ozanın ruhunu alarak tutsaklığı özgürlüğe çeviriyorlardı” cümlesini de eklersem çok abartmış olur muyum bilemedim.
Ersun Çıplak: Hayır, hayır. Özgür iradeyi bu kadar büyütmemek lazım… Ya da şöyle söyleyeyim; özgürlük zorunlulukların kavranmasıdır. Duyu organların kadar hürsün veya sen nefes aldığını sanırsın ama aslında ciğerlerin atmosfer basıncına verdiği bir tepkidir nefes almak. Bu nedenle insan zorluklarla mücadele ettikçe güçlenir. Elbette bunu sosyal Darwinist anlamda söylemiyorum. İnsanın zekâsı ve diğer tüm becerileri zorluklarla karşılaştıkça gelişir. Ayrıca insanın kendine karşı sorumlu olması, benliğin toplumsal bir inşa sürecinin ürünü olduğu göz önünde bulundurulursa, doğal olarak topluma karşı sorumluluğu da getirir. Doğrusu praksis felsefesi ya da bilinçli eylem felsefenin merkezine tasşınmadan önce de stratejik ve taktik olarak kelimenin tam anlamıyla sorumlu, etik ve uygun davrananlar vardı. Bunları unutmamak kaydıyla elbette çok abartmış olmazsın. Laf biraz uzadı, konu farklı bir yöne kaydı. Doğrusu Marina Abramowiç’in performansını senin nasıl yorumladığını gerçekten merak ediyorum.
Esra Sağlık: Her şey “İnsan sosyal bir varlıktır, benliği toplumsal inşa ürünüdür.” demenizle başladı ve buraya kadar geldi. Özgürlük, insan ve sorumluluk üçgeninde ortak bir noktada buluşmamız güzel oldu. Marina Abramowiç’e gelecek olursam basit bir düşünce ile başlayan sıradan bir performans sanatının, insanların kötülük konusunda birbirlerinden cesaret aldıklarında ne kadar vahşileşebileceğini gösteren bir sosyal deneye dönüşmesi bendeki “ insan güzellemesi” anlayışını altüst etmişti ilk duyduğumda. İnsanların herhangi bir dirençle karşılaşmadıkları zaman ne denli acımasız olabileceklerini ve şiddetin toplumsal bir boyut kazandıkça meşrulaşacağını okudum. Dolayısıyla psikolojik ve fiziksel şiddetin meşrulaşmaya uğramaması için gereken tepkilerin ortaya konması gerektiği kanısına vardım.
Bir sosyolog, bir tarihçi veya bir felsefecinin bu olayı yorumlaması eminim daha ayrıntılı ve kapsamlı olacaktır. Ben bu kovanı, elimde sanattan bir çomakla kurcalamaktan alamıyorum kendimi.
Keyifli bir sohbetti, teşekkür derim.