Kader Bolat: Olağanüstü bir dönemden geçtiğimiz şu günlerde, diğer alanlarda olduğu gibi edebiyat dünyasında da birçok zorluk yaşandı. Pandemiyle birlikte, kitapların basımından tutun da dergilerin dağıtımı gibi konularda birçok sorunla baş etmek zorunda kaldı yayıncılar. Siz, Altıyedi Sanat Edebiyat Dergisi ailesi olarak bu sorunlarla nasıl başa çıktınız? Nasıl bir yol izlediniz?
Yunus Aykut Kırbıyık: Vurguladığınız gibi, tüm sorunları ailecek göğüsledik.
Dergimizi çıkarırken “Kuzey’den Bir Soluk” inancıyla ve “Karanlığın Boğulduğu” mottosu ile yayın yaşamına adım attık. Dergimizin en önemli soluğu öncelikle Zonguldak Kültür ve Eğitim Vakfı’nın ekonomik desteği ve sanat/edebiyat alanındaki bilgi birikim ve deneyimiydi.
Bu birikimin bir diğer yüzü ise “insan”a dönük oluşuydu. Gerek kent bağlamında gerekse ulusal bağlamda yazın dünyası ile çok saygın ve keyifli ilişkiler içindeydik. Esasen dergiyi üretirken de bu dost yüzün varlığı ve motivasyonu bizi cesaretlendirmişti.
Dergimizin bu ve benzeri süreçlere hazırlıklı oluşunun bir diğer etkeni ise, sahipliğinden yayın kuruluna, desenlerinden tasarımına kadar sürekli bir dinamizm içinde oluşudur. Bizlere katkı sunan yayıncısından yazarlarımıza, okurundan yıllık katkı sunan takipçilerimize ve hatta baskımızı gerçekleştiren basımevine, tüm paylaşımlara geri dönüşler yapmayı ihmal etmemeye çalıştık. İktisadi işletme olmayışımız dağıtım ağına girişimizin önündeki en önemli engel olmasına rağmen kentin dışına çıkmak konusundaki kararlılığımız sonuç verdi. Bunda sosyal medyanın da çok ciddi katkısı vardı. Açıkçası pandemi süreci bu katkıyı sürekli besledi, tabii biz de sosyal medyayı.
Ve en önemlisi yazarlarımız ve okurlarımızdan gelen eleştirileri, beğenileri aynı güler yüzle karşıladık. Hata ve eksiklerimizi asla görmezden gelmedik. Sürekli gelişim ve değişim içinde olurken kullanılan dil ve Türkçenin yazım kuralları konusunda ilkeselliği benimsedik.
Edebiyat sevdamız, yazarlarımıza ve okurlarımıza olan sevgimiz ve işimize olan saygımız sadece pandemi değil tüm sorunların üstesinden gelmemizin itici gücü olmuştur.
Kader Bolat: Pandemi süreci, dergicilikte de yeni çığırlar açılmasına yol açtı. Bu dönemde sanal platformlar, e- dergiler, sesli e-dergiler, fanzinlerde artış gözlendi. Bu durumu dergicilik adına nasıl değerlendiriyorsunuz?
Pandemi sürecinin önemli yararlarından biri de insanların kendine biraz daha fazla zaman ayırmasını sağlamıştır. Yazarımızın da belirttiği gibi, “kapanıp, yazabildim.” söyleminin ardında esasen dış dünyadan meşguliyet anlamında soyutlanış ama dokümanlara ulaşma açısından da somut bir gerçeklik söz konusu oldu bu dönemde. Düşünün ki tüm ciddi kurumlar arşivlerini açmış, bazı bilgi ve belgeleri dijital ortama servis etmiştir. Haliyle bu süreç kendi kendini beslemiş ve birçok yayın sürece müdahil olmuştur.
Burada esas olan ise kalıcı olabilmek mücadelesidir. Bizler her ortamda edebiyatın ve sanatın güzelliklerinin, insana kattığı değerlerin, düşünüp sorgulamanın bir gelişim ve değişim süreci olduğuna inanıyoruz. Ancak pandemi süreci öncesi fırından çıkmışçasına sıcak bir ürünün okurla buluşması şansına erişmiştik ki süreçte bunu dijitalleştirmeyi açıkçası düşünmedik bile. Basımevi emekçilerinden tutun da PTT emekçilerine kadar süreci takip etmek suretiyle ama ne pahasına olursa olsun dergimizi çıkararak okurla buluşturmaya karar verdik. Hatta pandemi sonuçlarından etkilendiğimiz süreçte Altıyedi Sanat Edebiyat Dergisi sayfa sayısını artırmak %50 artırmak suretiyle daha çok yazara sayfalarında yer verdi. Güç ve geç oldu, lakin okurlarımız ve yazarlarımız karşılığını fazlasıyla verdi bize. Birçok dergi de bu çizgisinden ödün vermedi aslında. Belki tirajlarda ya da sayfalarda azalmalar olsa da dergicilik deneyimi ağır basan ürünler, yine de ayakta kalmayı başardılar.
Kader Bolat: Biliyoruz ki dergiler, edebiyatın mutfağıdır, can suyudur. Çok sayıda edebiyat dergisi basılıyor. Ülkemizde yeterince dergi okuru var mı? Bu konudaki görüşleriniz ve değerlendirmeleriniz neler?
Ülkemiz maalesef okur açısından sorunları olan bir coğrafyada. Bunu eğitim sisteminden tutun da siyasal coğrafyanın altyapısına da bağlayabilirsiniz. Ülkemizde gazetelerin bile okunmak için değil bakılmak için alındığı gerçeği bu yayınların görsellikleri ile sabittir. Ancak dergi farklı bir argümandır dediğimiz noktada da renk, sayfa boyutu ve sayısı, kağıt kalitesi, sermaye gücü, İstanbul dışındaki ürünlerin neredeyse tamamen taşra sayılması ve hatta dağıtım ağı gibi etkenler “okur” ile ne kadar ilgilidir? Bunların her biri ayrı tartışma konusudur.
Siyasal sağdan sola yelpazelenen dergilerin okurları hemen hemen aynı kitlelerdir. Hatta daha da ileri giderek söyleyebiliriz ki, bu dergiler besleyen yazar kadroları bile neredeyse birbirleri ile örtüşmektedir.
Burada asıl olan dergilerin sayısının çokluğu değil, “Niteliğidir.”
Bir dergi boyutları itibariyle hem büyük hem de renkli olabilir ve hamuru da birinci kalite. Lakin içindeki ürünlerin niteliği ve yoğunluğu okur açısından bu görsellikle bağdaşmayabilir de. İşte bu noktada niteliklerini koruyan, ilkelerini piyasalaştırmayan, derginin kendi görselliği yanında içeriksel görselliği ürünlerle bağlaşık eserler, okurun gözleminden kaçmayacaktır.
“Okur sayısı elbette yeterli değildir” derken de okura hitap edecek “nitelikte” dergi var mıdır sorusunu da sorgulamak gerek. Bizce de sanat ve edebiyatın geleceği okurlar, yazarlar ve yazar olmaya aday okurlar açısından tamamen niteliktedir. Bu durum dergiler açısından kendilerine ürün veren yazarlara karşıda sorumluluktur.