Klişelerle konuşma alışkanlığının bulaşıcı bir yanı var ve hangi gerekçeyle hayatımıza girdiğini anlayamadığınız sözcük ya da söz öbeklerini kullanmak durumunda kalıyoruz. Tüm bunlar yetmiyormuş gibi bir yandan da klişelerle dolu cümleler kurduğumuz için suçluluk duymamızı isteyen bir kesim var ve başka işleri kalmamış gibi bu konudaki amansız mücadelelerini sürdürüyorlar. Düzenli olarak onların uyarılarına ve kesintisiz baskılarına maruz kalıyoruz.
Çocukluğumdan hatırladığım çok fazla tekrarlanan ilk sözcük ‘şey’di. Unutulan bir sözcük yerine, argo ya da müstehcen bulunan bir sözcüğün üstünü örtmek için değişken olarak, sıkışınca zaman kazanmak için ya da arabanın lastiği patlayınca stepne lastik olarak kullanılabilen bir sözcük oldu şey. Zaman zaman bu sözcüğü diline fazla dolayan ya da yerli yersiz kullananlar da eleştirilse bile güncelliğini ve geçerliliğini hiç yitirmedi bu sözcük. Sonraki yıllar belli bir süre dolaşımda kalan ama zamanla kullanımdan düşen sözcüklerden oluşan klişelerle tanıştık. “Atıyorum” diye bir sözcük çıktı ve “örneğin” demek yerine herkes “atıyorum” demeye başladı. Betimlemeyi kolaylaştıran ve sanki derin bir anlatım rüzgârı estiriyormuş gibi izlenimler uyandıran “nokta” gibi sözcükler, birini geçiştirmeyi kolaylaştıran “sıkıntı yok” gibi söz öbekleri ve özellikle belirsizliği imlerken icat edilmiş, başka bir anlam yüklenememiş “filan” sözcüğü. Bazıları güncelliğini hiç yitirmedi.
Bugünlerde müşteri ilişkileri yönetenlerin Türkçeyi yeniden tanımlama girişimlerine tanıklık ediyoruz. Telefonunuz bankalar, doğrudan satış kanalları, GSM operatörleri ya da farklı bir telefon kanalı tarafından aranıyorsa “geliyor olacağız”, “arıyor olacağız”, “ediniyor olacaksınız” gibi ifadelerle karşılaşmanız kaçınılmaz. Başka bir dile uyanmak gibi değil mi?
Doksanlı yılların başında bir “herıld” kâbusu vardı ki kullanmayanların cehaletle sınandığı zor yıllardı sahiden. “Hallederiz”in altını çizmeye gerek dahi yok. Bu sözcüklerin bazılarına direnmiş olabilirsiniz. Ama kimse hayatına hiçbir klişe sözcüğü almadığını iddia etmemeli. Çünkü bu pek mümkün değil.
Bugünlerde özellikle sosyal medyada “aynen” sözcüğüne karşı bir direniş ve örgütlenme çalışması dikkatimi çekiyor. Özellikle duyarlı sanatçılar “aynen” düşmanlığını Amerikan düşmanlığıyla eşdeğer seviyeye çıkarmış durumdalar. Özetle konuşurken “aynen” sözcüğünü kullanmayın diyorlar.
İnsanlar iletişim kurmak için konuşmak zorundadır. Ama bir de konuşmayı keyif alarak yapmak diye bir şey var. Bunun ayrımına varabilmek için sofraya karnını doyurmak için oturmakla orada olmaktan keyif almak arasındaki farkı düşünmek zorundayız. Yaşadığımız hayat bizde içinde bulunduğumuz herhangi bir etkinliği keyif için yapma şansı veriyor mu? Kaygıdan uzaklaşıp söylediği sözcükleri kendine yakıştırarak, bir sanat eseri icra eder gibi konuşup bunun hazzına varmak gibi bir geleneğimiz var mı? Ya da güzel konuşan insanlara karşı bu hallerini yapmacık bulan bir tutum içinde olabilir miyiz? Etrafınızda yüzlerce sözcükle, tane tane konuşan, üstelik konuştuğu konu hakkında tarihsel sürecine ve içeriğine dair bilgisi olduğunu anladığınız birine karşı hangi tavrı alıyorsunuz? Öyle birini yakalamışken bir şeyler öğrenmeye mi çalışıyorsunuz, yoksa onu entel, çokbilmiş, ukala, hatta küçültecek başka sıfatlarla yaftalamaya mı çalışıyoruz?
“Aynen” yerine yaklaşık beş ya da altı sözcükten oluşan, öznesi, yüklemi, tümleci yerli yerine oturmuş bir cümle kurmaya mecali olmayan, yorgun bir toplum olduğumuzu düşünerek konuştuğumuz dile karşı özensizliğimizi gizleyebiliriz. Ama biz daha dürüst olmayı samimiyetsizlik, iyi olanı doğallıktan uzak olmak şeklinde yorumlayıp bir şeyi hakkını vererek yapma eylemini sevimsiz bulmayı yaygın bir eğilime dönüştürme mücadelesi veriyoruz.
Gelişim refleksleri her geçen gün biraz daha köreltildiği için yukarıya tırmanmak yerine insanları aşağıya iterek yüksekte durma gereksinimi bir öğreti haline getirmiş bir toplumun bireyleriyiz. Birini aşağı itmek için tekmelerken, aşağı iterken, birini aşağılarken, ayağını kaydırırken öylesine yorgun düşüyoruz ki. Çünkü zaten dipte olduğumuz için hiç kimse daha fazla aşağı düşemiyor. Ama etraf çok karanlık… Hiçbir şey göremiyoruz. Debelenmeye devam ediyoruz.
O kadar yorgun bir toplumun bireylerinden kendi konuşma şablonunu yaratıp kendi sözcük dağarcığından oluşan bir dille iletişim geliştirmesini beklemekten vaz mı geçseniz? Aynen diyebildiğimize şükredin. Bu bize çok bile…