“ … İnsanoğlu uygarlık yolundaki kanlı ilerleyişine başlamadan önce, ilkelliğin karanlığına giderek daha çok batmaya mahkûmdur. …”
İnsanın günlük hayatının her evresini değişim şekillendirir. İnsanoğlu yaşadıklarını, içinde bulunduğu durumları sürekli sorgulayarak değişime ayak uydurmuştur. 21. Yüzyılın ilk çeyreğinin sonlarına yaklaştığımız şu günlerde, sahip olduğumuz teknolojik gelişimin doruk noktasındayız. Yapay zeka, makine öğrenmesi, büyük verinin kullanımı derken bir salgın hastalık çağımızın hızını biraz yavaşlatıyor. Ve hayatımız, uygarlığımız büyük bir şok yaşıyor. Uygarlığımızın gelişimi başka bir yöne evrilmeye başlıyor ve insanoğlu olarak önceliklerimiz değişiveriyor.
Ve bir kez daha değişmeyen tek gelişimin değişiklik ve uyum sağlamak olduğunu anladık. Belki de bilginin her şeyden daha da önemli olduğunu açık bir şekilde gördük. Bilmek, bilgiye sahip olmak ve bilinçli davranmak; uygarlığımızı bu salgından kurtaracak tek güçtür diye düşünüyorum. Jack London, Kızıl Veba romanıyla bu değişimi yıllar öncesinden kurgulayarak günümüzü anlatmıştır adeta. Son yılarda kıyamet edebiyatına ait romanlar ve filmler ile sıkça karşılaşıyoruz. Uygarlık bir anda son buluyor, insanoğlu ne yapacağını bilemez hale geliyor. Ve dönüşüm ve değişim yeniden başlıyor. Dünya, eski dünya değildir artık. Uygarlığı yeniden inşa etmek gerekmektedir. Bilgiye yeniden ulaşılmalı ve gelecek nesillere bu bilgi aktarılmalıdır. Yoksa yeni nesil tekerleği yeniden icat etmek durumunda kalacaktır.
Modern dünyanın ve insanoğlunun yarattığı muhteşem uygarlığın çöküşünü kaleme alan Jack London, Kızıl Veba romanıyla kıyamet sonrası edebiyatın öncüleri arasında yer almıştır. Eser 1912 yılında İngiltere’de yayımlanır. Bilim ve teknoloji alanındaki gelişmelerin insanı büyülediği bir dönemde insanlığın ve uygarlığın çöküşünü başka bir deyişle yok oluşunu anlatır.
Roman “… bir zamanlar üzerinden demiryolu geçen …” ifadesinin yer aldığı cümleyle başlar. İhtiyar adamla bir çocuk ormanlık alanda yürümektedir. Adam yaşlıdır ve yürümekte zorlanmaktadır; geçmiş güzel günlerin, modern çağın son tanığıdır.
Romana, uygarlığın tek tanığı olan Granser’in, Edwin, Hu-Hu ve Tavşandudak adındaki üç torununa uygarlığı yok eden kızıl ölümü, kızıl vebayı anlatması konu edilir. Granser, yorgun, yaşlı bir adamdır. Santa Rosa Kabilesi’ne mensuptur. 60 yıl önce Stanford Üniversitesi’nde edebiyat profesörüdür. Kızıl Veba ilk defa, 2013 yılında, Granser 27 yaşındayken New York’ta başlayan salgın hastalıktır. Hastalığa yakalananların çoğunda önce ateş, sonrasında tüm vücudu kaplayan kızıl bir renk görülmektedir. Granser, hastalığın bu ilk ortaya çıkışıyla başlayan ve kısa sürede tüm ülkeye ve kıtaya yayılan insanlığın dramını içeren, aynı zamanda insanın insana yaptığı acımasızca davranışları içeren süreci anlatmaya çalışırken torunları Granser’i bir anlayamazlar. Dünya üzerindeki insanların sayısını ifade etmek için milyon sözcüğünü kullanır. Edwin “Milyon nedir?” deyince çocuklara anlatmak için kum taneleriyle hesap yapar. “İnsanların sayısı bu kumsaldaki kumlar kadar çoktu.” Diyerek çocukların hayal edemeyeceği kadar çok insan olduğunu anlatmak ister.
Granser’in kullandığı kelimeler çocuklara çok yabancı daha doğrusu anlamsız gelir. Amerika’yı yöneten bir düzine insan biri olan Van Wanden’in kızı için kullandığı “ hanımefendi “ sözcüğünün ne demek olduğunu çocuklar dedelerine sorarlar. Kızıl Veba’yı anlatmak için kırmızı yerine neden “kızıl” sözcüğünü kullandığını sorarlar. Çocuklar bu acayip laflar karşısında sıkılırlar ve dedelerini dinlemek istemezler. Edwin, diğer çocuklara “ … anlattığı şeylerden anlayabildiğimiz kadarını anlayalım…” diyerek Granser’in susmayıp “Kızıl Ölüm”ü anlatmaya devam etmesini ister. Granser anlatmaya devam eder. İnsanların var olmak için, yaşama devam etmek için katlanmak zorunda oldukları sıkıntıları, hatta vahşilikleri anlatır. İnsanların bastırılmış duygularının nasıl ortaya çıktığını, Şoför’ün bir hanımefendi olan Vesta’ya davranışlarında anlatır. İnsanların büyük bir kesiminin ölmesinden sonra virüs yok olur.
Sonuçta Santa Rosa Kabilesi, Utah Kabilesi, Los Angelitoslar ve Carmelitoslar gibi kabileler halinde insanlar yaşamlarını sürdürmeye devam ederler. Barınma, beslenme, giyinme gibi temel ihtiyaçlarını karşılamayı öğrenen insanlık artık uygarlığı yeniden inşa etmeye başlayacaktır. Granser Telegraph Tepesi’nde bir mağarada sahip olduğu kitapları saklar. Kitapları okuyup anlayabilmeleri için alfabe hazırlar. Bir gün insanların tekrar okuyacağına inanır. Ve Profesör James Howard Smith diye birinin yaşadığını ve insanların okuması için eski insanların bilgilerini sakladığını bilmelerini ister.
“ … uygarlık çöküyor ve artık herkes kendisi için yaşıyordu.”
Eserin yazılma tarihi 1910 yılı olmasına rağmen eserde olaylar 2010 yılında geçmektedir. Jack London bu eserinde yüz yıl sonrasını hayal etmiş ve insanlığın başına geçmişte de gelmiş ve önümüzdeki yıllarda da gelmesi muhtemel salgın hastalığın, uygarlığın sonunu nasıl getirebileceğini kaleme almıştır. Eserde yer alan Jack London’un bazı ön görüleri, mesela dünya nüfus sayısı, günümüzle özdeşleşmektedir. Bu yönüyle baktığımızda esere, bilimselliği temel alan bir içeriğe sahip olduğunu söyleyebiliriz. Yaşamakta olduğumuz korona virüs salgını kızıl veba gibi insanları kısa sürede öldürmese de, insanların yaşam şekillerini değiştirmiş, uygarlığın gelişim evrimine yön vermiştir.
Jack London, Kızıl Veba, çev. Levent Cinemre, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 1. Basım, İstanbul, 2020.