Zerrin Saral, Aksisanat Portal için yazarlarla Öykü Zamanlığı‘nda bir araya geliyor. Öykü Zamanlığı‘nda Zerrin Saral bu defa Mevlüt Asar‘a soruyor:
Dünya hızla değişirken, sanatın izdüşümü, sanatçının sanatını ortaya koyma şekli de aynı hızla, değişime/dönüşüme uğruyor. Böylesi bir çağda, veri tabanını koruyan, yaratım sürecinize katkı sağlamış, tüm zamanların öyküsü/öykücüsü dediğiniz, öykü(-ler) ve öykücü(-ler) kimler? Bu tercihi, yazınınızda neye/nereye dayandırıyorsunuz?

Mevlüt Asar: İzninizle, sorunuzu yanıtlamadan önce, “Dünya hızla değişirken, sanatın izdüşümü, sanatçının sanatını ortaya koyma şekli de aynı hızla, değişime/dönüşüme uğruyor.” saptamanıza tam olarak katılmadığımı söylemek istiyorum. Bana göre sanat ve edebiyat sözünü ettiğiniz, sonuçta insan eliyle dünyayı, doğal hayatı yok etmeye doğru evrilen bu “hızlı değişim”e henüz ayak uydurabilmiş değil. Daha önceki büyük değişim süreçlerine, belki de bu denli karmaşık ve tehlikeli olmadıkları için daha kolay karşılıklar, yanıtlar bulunabilmişti. Görünen o ki, bu hızlı değişim ve dönüşümlerin sanata, edebiyata tam yansıması, izdüşümlerin ortaya çıkması çok zaman alacak. Tabii insanlığın ömrü buna yeterse!
Çok katmanlı sorunuza gelince, onu birkaç paragrafla yanıtlamak pek kolay değil, yine de kısa tutarak yanıt vermeye çalışayım. Benim edebiyata ilgi duymam orta okul yıllarında başladı.Okul kitaplığında ne bulduysam okumaya başladım. Ömer Seyfettin, Reşat Nuri Güntekin, Refik Halit Karay, Mahmut Şevket Esendal, Halikarnas Balıkçısı…
İlk şiir ve anlatı denemelerini yazmaya lisede başladım. Bu denemeler daha sonra oldukça hareketli geçen üniversite yıllarında (1969 – 1974) da yoğun olmasa da sürdü. Yazın işiyle ciddi anlamda yazınla uğraşmam ise 1980’li yılların başına, yani dünyada modernist akımın yerini post modernizmin almaya başladığı yıllara denk geldi. Ben ve arkadaşlarım devrim öncesi ve sonrası Rus ve Fransız “klasikleri”ni, Nazım Hikmet’i, Sabahattin Ali’yi, Aziz Nesin’i, Orhan Kemal’i, Yaşar Kemal’i, Fakir Baykurt’u, Adalet Ağaoğlu’nu, Vedat Türkali’yi, Ayla Kutlu’yu okurken, Yusuf Atılgan’ın, Oğuz Atay’ın, Ferid Edgü’nün, Milan Kundera’nın, Gabriel Garcia Marquez’in… Kitapları raflarımızda yerini almaya başladı.

Böylece, benim kuşağımdan edebiyata, yazına ilgi duyanların, “veri tabanı” müthiş bir şekilde çeşitlendi ve çoğaldı. Sanıyorum bunun benim ve yazmaya eğilimli başka bazı arkadaşlarım için hem engelleyici hem de teşvik etkisi oldu. Bu kadar geniş ve farklı bir edebiyat dünyası içinde bir “yol” bulmak kolay olmadı. Ayrıca 1978’de benim Türkiye’den ayrılıp Almanya’da yani yabancı bir ülkede yabancı bir kültür ve dilde yeni bir hayat kurmak mücadelesi vermem, yazma istek ve tutkumu kesintiye uğrattı.
Ancak Almanya’da bir ölçüde güvenceli bir yaşam kurduktan sonra edebiyat ve yazın ile olan ilişkim yeniden canlandı. Bunda hem Türkçe öğretmeni ve çevirmen olarak görev yapmam hem de aynı kentte yaşayan Fakir Baykurt ile olan özel ve mesleki ilişkilerim önemli rol oynadı. Yeniden yazmaya başladım. Daha çok şiir yazıyor , kendime akraba saydığım Alman şairlerinden çeviriler yapıyordum..
Almanya’da iki farklı dil ve kültür içinde yaşamanın getirdiği deneyimler, birikimler, gözlemler giderek çoğaldı ve yoğunlaştı. Bir süre sonra yazmak istediklerimin tümünü şiire dökemeyeceğimi fark ederek bilinçli bir şekilde kısa öyküye yöneldim. Türkiye’de severek, beğeniyle okuduğum eski ve yeni kuşak öykücüler yeniden benim ilgi odağım oldular. Yukarıda adlarını andıklarımın yanına Tarık Dursun K., Nezihe Meriç, Leyla Erbil, Ayla Kutlu, Erdal Öz, Murathan Mungan, Tomris Uyar, Sevgi Soysal eklendiler. Almanya’da olmam Nazi dönemi öncesinde ve sonrasında Alman Edebiyatına damgasını vurmuş olan, Kurt Tucholsky, Sigfried Lenz, Alfred Andersch, Henrich Böll, Max von der Grün gibi kimi öykücüleri tanıma ve kendi dillerinde okuma olanağı sağladı.
“Tüm zamanların öyküsü / öykücüsü” gibi iddialı bir niteleme ya da sıralama yapmak konusunda beni bağışlamanızı dileyerek; öykülerimde çok açık seçik ve somut bir izi ya da kanıtı olmasa da, ben bu yazarların hepsinden bir şeyler öğrendiğimi düşünüyorum. Kimisi gözlem, kimisi öykü tekniği, kimisi dil, kimisi üslup, kimisi de izlek bağlamında yazım ve yaratım sürecinde bana ipuçları verdiler. Birçoğunun öykü kitapları hala masama en yakın raftadır, kimi öyküleri yeniden yeniden severek, keyif alarak okurum ve çoğu kez her okuyuşumda yeni bir şeyler daha keşfederim.
Mevlüt Asar:
1951 yılında Konya’da doğdu. İlk ve orta öğrenimini Ankara’da tamamladı. Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nden 1974’de mezun oldu. 1977’de Federal Almanya’ya geldi. Bir süre Düsseldorf Başkonsolosluğu’nda çalıştı. 1980 yılında istifa ederek, Duisburg kentinde öğretmen ve eğitim danışmanı olarak göreve başladı. 2010 yılında bu görevinden emekli oldu.
Çevirmenlik ve “Metin Yazarlığı” sertifikaları olan Mevlüt Asar, Fakir Baykurt’un ölümünden sonra “Duisburg Edebiyat Kahvesi”ni üstlenerek “Fakir Baykurt Edebiyat İşliği” adıyla yönetti. Alman Yazarlar Birliği üyesi olan Mevlüt Asar, 2012 yılında oluşan “Avrupa Türkiyeli Yazarlar Girişimi”nin de sözcüsüdür.
Türkiye’de çıkan Kurşun Kalem, Kıyı, Öykü Teknesi, 14 Şubat Dünyanın Öyküsü gibi dergilerde şiirleri, öyküleri ve çevirileri de yayımlanan Mevlüt Asar’a, çok kültürlü yaşama ve halklar arasındaki kaynaşmaya yaptığı katkılardan dolayı Duisburg (Almanya) Belediyesi tarafından 2016 yılı Fakir Baykurt Kültür Ödülü verilmiştir.
Türkiye’de Yayımlanan Kitapları:
Aynadaki Kelebek, öykü, Nezih-Er Yayınları 2014, Denizini Yitiren Martı, şiir, Nezih-Er Yayınları 2015; Aşkın Halleri, öykü-deneme, Nezih-Er Yayınları 2016; İki Ülke – İki Lisan – Bir İnsan, Denemeler-Makaleler-Söyleşiler, Kibele Yayınları, 2018; Alman Edebiyatından Esintiler, çeviri şiirler, Kanguru Yayınları, 2019; Gün Gelir, şiir, Kanguru Yayınları, 2019