Ersin Kurt
Nedense ülkemizdeki çoğu yapımcı absürt film olayına gereğinden fazla mesafeli. Hâl böyle olunca da sinemamız adına çekilen absürt film sayısı çok ama çok kısıtlı.
Neyse ki son yıllarda yerli sinemamızın bu kategorideki bayrak taşıyanı Onur Ünlü var da seyirci bir nebze olsun ruhunu doyurabiliyor. Tabii bu açığı tek başına kapatabilmesi asla söz konusu değil ama en azından Ünlü’nün safının belli olduğunu bilmek güzel.
”İnsan, insandır.” W. Shakespeare
Henüz film başlamadan önce ekranda Shakespeare’in en kısa, en uzun, en anlamlı, en sade, en felsefi, en basit cümlesini görünce yüzümde ister istemez tatlı bir tebessüm oldu doğrusu.
Film başladığında Kamuran’ı (Tansu Biçer) masaj koltuğunda yüksek perdeden konuşurken gördüğümde, kısıtlama günlerinden geçtiğimiz bu zamanlarda ”tam benlik bir film” dedim kendi kedime.
Salonun tam da orta yerinde babası Celal’in (Selçuk Yöntem) akademik kariyerini kullanmaya çalışarak üniversiteye masaj koltuğu kakalamaya çalışan bir acemi esnafın yeğenine türlü vaatlerle koltuğu tanıtması tam da bizlere yakışan bir tarz olmuş doğrusu. O arada özenle hazırladıklarını sofraya dizme gayretinde olan Özge (Türkü Turan) ise genç anneliğin tüm eziciliğini ev halkına karşı kullanmakla meşgul.
Celal’in kızı Jülide (Ezgi Mola) ise babasının genç bir kadınla evli olduğu gerçeğini çoktan hazmetmiş bir kadın olarak belleklerimizde yer ediniyor kendisine. Tabii babaanneleri Kamuran Hanım (Güler Ökten) da öyle. Hatta oğlunun çapkınlıklarına göz yumup torunu, adaşı Kamuran’a laf sokacak kadar seviyor Celal Tan’ı.
Özge’nin heyecanının sebebinin Celal Tan’ın doğum günü olmasından kaynaklandığını anlıyorken Kamuran’ın ise ”Koca adama Celal diyor ya,” serzenişiyle epey bir gülümsüyoruz doğrusu. Bu sırada da Jülide’nin ”Abi mi diyecek kocasına? Ne demesini bekliyorsun?” tarzı konuşması ile de silkelenip kendimize geliveriyoruz.
Fakat maalesef hiçbir şey ev halkının beklediği gibi olmuyor. Celal Tan eve gireceği esnada salonun ışıklarını kapatıp Celal’e doğum günü sürprizi hazırlamaya yeltenen aileye Celal Tan yapıyor asıl sürprizi. Kapıdan içeri girdikten sonra salona girmeyen Celal’e bakmaya giden Özge’nin başını ”Kiminle öpüşüyordun?” diyerek duvardaki aynaya vuruyor ve kanlar içindeki Özge’nin üzerinde otururken görünüyor aralanan salon kapısından.

Olayın şokunu atlattıktan sonra hızla müdavimi olduğu dernek binasına giren Celal kalabalığın içindeki arkadaşı Turan’ı (Köksal Engür) bulup dışarıya çıkarıyor ve Özge’yi öldürdüğünden bahsediyor. Lakin olaya son derece soğukkanlı bir yaklaşım gösteren Turan ise ”Çırpındı mı çok?” gibisinden bir soruyla Özge’nin ölmesinden çok ne şekilde can verdiğinin peşinde olduğunu gösteriyor. Sormuş olduğu soruya aldığı yanıta mahsuben pis pis sırıtarak ”Çırpınmamıştır o zaman,” demesi de cabası tabii. Hatta ve hatta ”Tam canı çıkacakken yüzünün ifadesi nasıldı?” demesi bir sinemasever olarak benim bile asabımı bozuyor. Gerçekten tek kelimeyle müthişsin Köksal Engür!
Filmin bir sonraki sahnesinde üç ay önce iki aylık ömrü kaldığını öğrenen bir adam için Turan’ın aslında çok da meraklı olmadığına hak vermem kaçınılmaz oluyor. Zaten bir aylık ömrü kaldığı için Celal’de Turan’ın suçu üstlenmesi konusunda ricada bulunmak maksatlı anlatmış olayı. Bunu da bankta yapmış oldukları konuşmanın akabinde öğreniyoruz. Ve Turan’ın ölümden ne denli korktuğunu da… Bu arada konuşmanın devamını da dikkatli dinlemeniz yararınıza. Bank sahnesi inanılmaz muzip replikler barındırıyor içerisinde.
Bir şekilde Turan’ın suçu üstlenmesini sağladığını düşündüğüm Celal eve girince yerde kanlar içinde yatan karısının başında üzülme provaları yaparken ev ahalisi de topyekûn dışarıya çıktıkları için Celal’in eve girdiğini görünce olaydan hiç haberleri yokmuş gibi zili çalıyor. Ve doğal olarak o esnada da yapay üzülme sahnesi tavan yapıyor. Ardından zilin tekrar çalmasıyla gizemli görme engelli Ergün (M. Emin Yarar) davet edildiği ve dayanamadığı için Celal’in doğum gününe geldiğini söyleyerek eve ve filme giriş yapıyor. Ve kardeşi Özge’nin ölüm haberiyle de ciddi anlamda sarsılıyor.
Cinayet masası komiseri Hakkı rolüyle Cengiz Bozkurt’un konuştuğu sahnelerde Özge’ye otopsi yapılacağını memleketim Eskişehir’in birkaç güzel görselinin eşliği ile öğreniyoruz. O esnada yine maaile salonda ve harikulade yemeklerle donanmış yemek masasının etrafındalar. Bu arada kadraja Hakkı’nın tam arkasında vakur bir duruş sergileyen Engin Hepileri’de takılıyor.
Ölümden korkan Turan’a Celal’in İslam’ın Şartları’nı rakı masasında öğretmesi ise tam bir trajikomik durum. Bu arada barda sahne alan ve dingin şarkılar mırıldanan grubun solisti Okan da Ushan Çakır. Görüldüğü üzere her taşın altından birileri çıkıyor. Film her sahnesiyle sürprizlere gebe. Tıpkı Jülide’nin hamile olduğunu opera sanatçısı sevgilisi Okan’a söyleyip sevgilisinin Jülide’yi evinden kovması gibi… Ama bu Okan bardaki grubun solisti olan Okan değil. Okan Tanülkü… Yani fazlasıyla antipatik olmasının yanı sıra apayrı birisi. Bence filmin en önemli anekdotu: Her an her şey olabilir!
Filmin olağan akışı içerisinde kitaplığın başında dedesini yakalamışken intihar eden, babasının günaha girip girmediğini soran Ege’ye Celal Tan’ın cevabı tam bir paradoks niteliğinde: ”Bazı insanlar canları sıkılınca dünyayı değiştirmek isterler. Dünyayı değiştirmeye gücü olmayanlarsa dünyalarını değiştirirler.” Kısacası film bu açıdan da çok başarılı. Buna paralel olarak Ergün’ün bilgiçlik kokan cümleleri ve birbirinden doğru tahminleri de olağanüstü.
Şahsi fikrim o ki ailenin birçok üyesinin halüsilasyonlar görmesi şüphesiz filme değişik bir ivme kazandırmış. Ayrıca filmin içinde yıllar önce kaçırılmış bir mutluluk hikâyesi, özlem dolu bir aşk sarmalı da yatıyor. Bunu nereden mi anlıyoruz? Elbette Kamuran Hanım’ın Nida Bey’e (Yılmaz Gruda) ”Kaçalım,” yakarışlarından. Olay içinde olaylar!
Ablasıyla Okan’ın sır dolu ilişkisini çözen Kamuran’ın Eti Parkı’nda tüm gördüklerini ve bildiklerini Jülide’ye anlatmasıyla olaylar daha da içinden çıkılmaz bir hâl alırken Tansu’nun Özge ile olan replikleri gidişatın seyrini tamamıyla değiştiriyor. Daha doğrusu Özge Tansu’yu doğru Okan’a, doğru adrese yönlendiriyor.
Aile üyeleri arasında bunlar yaşana dursun kapıcı İbrahim’in desteğini de arkasına alan Celal Tan karakola gidip katilin Turan Altaylı olduğu yönünde ifade verirken çıkıyor karşımıza. Fakat Celal Tan’ın itirafından hemen sonra komiser Hakkı’nın eline almış olduğu dilekçeyi okumasıyla film yine biz sinemaseverlere ters köşe yapıyor. Filmin bu kısmını anlatmaktan ziyade izleyerek öğrenmeniz taraftarıyım.
Karakoldan çıkıp Anayasa Hukukçuları Derneği’nin ödül töreninde kendisine takdim edilecek olan ödülü almazdan önce ödül konuşması yaptığı sırada salona Turan’ın girdiğini gören Celal Tan kelimenin tam anlamıyla çılgına dönerken kürsüden ardı ardına küfürleri sıralıyor. Öfkesini alamayıp Turan’ın yakasına yapıştığı anda da Turan son nefesini veriyor. Olayın kötü yanı ise bu defa yaşananların herkesin gözü önünde olması.
Diğer bir taraftan Okan’ı bulma telaşına düşen Ergün’ün görme engeline rağmen Anadolu Üniversitesi Devlet Konservatuarı’nda çalışan Okan’ı eliyle koymuş gibi bulması üstün yetenekleri dolayısı ile beni hiç şaşırtmazken Okan’ın Jülide ile olan konuşmalarına rast gelmesi ve duydukları kuşkusuz Ergün’de derin izler bırakıyor. Jülide’nin o anki öfkeyle Okan’ı bıçaklamasını ise yine her zamanki gibi adeta kulakları ile görüyor. Kesinlikle Ergün paranormal bir karakter ve filme de son derece yakışan bir karakter olmuş. Yönetmen Onur Ünlü’nün özellikle kadro konusundaki tercihleri ve doğru kişileri o rollere göre dizayn ve entegre etmesi gerçekten alkışa değer bir başarı.
Okan’ı bıçaklar bıçaklamaz ayaklarının çizdiği rotaya uyarak karakola giden Jülide’nin doğruca Hakkı’nın odasına girip ardından Engin İleri’nin odadan çıkmasıyla aniden Hakkı’nın kucağına atlaması ve Hakkı’yı öpücüklere boğarken yapmış oldukları konuşmalardan dolayı ikisinin çok eski tanış oldukları gerçeğini öğrenince en az Ergün’ün bir önceki sahnedeki bocalaması kadar bocalıyorum. Ayrıca son günlerde Masumlar Apartmanı dizisinde inanılmaz bir performans sergileyen Ezgi Mola’nın şapur şupur Komiser Hakkı’yı öpmesini de inanılmaz kıskanıyorum. Ve yineliyorum film, akışı içerisinde her an her şeye gebe.
Jülide’nin ateşli öpücüklerinin arasına serpiştirdiği ”Okan’ı öldürdüm,” itirafına binaen Celal Tan’ın evine gelen Hakkı ve Ergün’ün; ”Celal denilen bu ihtiyar iblis kardeşimi öldürdü,” cümlesiyle bir anda gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalsalar da Ergün’ün anlattıklarına pek kulak asmazlar. Fakat kendine inanmayan herkese ve her şeye inat Celal Tan ”Yalan söylüyor,” diyerek kendisine çıkışsa da Ergün sert tavrı ile Celal Tan’ın cılız sesini alt etmesini biliyor.
Baskın karakterine ve söylediği cümlelerin doğruluğunun gücüne inanarak tüm aileye ve Komiser Hakkı’ya esaslı bir ders verdiği esnada Es Tv’deki haber bülteninden Nida’nın öldüğü haberi duyulunca salona buz gibi bir sessizlik hakim oluyor. Bu arada haberin detayları ve anlatımı mükemmel biçimde detaylı ve müthiş absürt. Dikkatle dinlemenizi tavsiye ederim. Ölüm haberinin hemen akabinde salonda, herkesin gözleri önünde gelişen olay ise bambaşka bir aksiyon.
İlginç aksiyon sahnesinin devamında Kamuran Hanım’ı götürdükleri hastane aynı zamanda Özge’nin otopsisinin de yapıldığı hastane olduğundan Komiser Hakkı otopsisi biten Özge’nin hamile olduğunu tüm aileye açıkladığında herkesin yüzünde şaşkın bir ifade beliriyor. Jülide ise oportünist bir yaklaşımla çoktan Okan olayının ne aşamada olduğunun peşine düşüyor. Böylece Okan’ın ölmediğini ve katil olmadığını oracıkta Hakkı’dan öğreniveriyor. Fakat gerçekten katil olmaya karar verdiği anda da Komiser Hakkı’yı kıskanmakta hiç de haksız olmadığımı ispat etmek istercesine ateşli öpüşmelerin eşlik ettiği bir sahnede suç ortağı Hakkı ile Okan’a acı bir son hazırlıyor. Bu arada Ege de Hakkı’dan hiç hazzetmiyor.
Harikulade ve başından beri olduğu gibi şaşırtıcı, bol sürprizli bir son on dakikaya sahne olan filmin devamını ve finalini anlatmaktan ziyade siz değerli sinemaseverlerin izlemesi taraftarı olduğumdan Jülide’nin gerçekten katil oluşu ile filmi sonlandırıyorum. Eleştirinin çok da objektif olmayacağına kanaat getirdiğim, oyunculukların ve görüntülerin muazzam olduğu bir filmle sizleri baş başa bırakırken bu ”kısıtlı” günlerin evde sinema izleyerek geçirmenin hiç de sıkıcı olmadığını belirtmek istiyorum. Ve altını çizerek söylüyorum; iyi ki sinema var! Kalın sağlıcakla
Yönetmen: Onur Ünlü
Senarist: Onur Ünlü
Yapımcı: Orkun Ünlü, Funda Alp
Oyuncu: Selçuk Yöntem, Bülent Emin Yarar, Ezgi Mola, Güler Ökten, Köksal Engür, Türkü Turan, Tansu Biçer, Cengiz Bozkurt, Engin Hepileri, Ushan Çakır ve Yılmaz Gruda
Film Müzikleri: Atilla Özdemiroğlu
Vizyon Tarihi: 18 Kasım 2011