Göksu N. ÇAKIR: Derinde Bir Yer’de karşımızda geçmişin lâbirentlerinde dolanıp duran, bugünü bir türlü yaşayamayan, kendi kendisiyle konuşan bir kahraman var. Metropolde yaşayan Mahir’in içinden çıkardığı kişilikler de söz konusu. Bir okur olarak kaybeden miyiz, kaybedilen mi?
Ahmet İLHAN: Bir önceki sorunun cevabında, kaybın diğer ucunda ”diğerleri” vardır demiştim, hatırlarsanız. Bu durumda hem kaybeden hem kaybedileniz. Fakat kaybetme fiili sadece fiziksel boyutuyla yalnızlaşma, ötekileşme, yabancılaşma olarak yaşanmaz. İçsel düzenimizi, duygusal ve düşünsel harmonimizi, yitirdiğimizde veya bu artık düzenli işlemediğinde de kendimizi, varoluşsal yörüngemizi kaybederiz. Bir diğer boyutuyla da gittikçe mekanikleşen, yüzeyselleşen, yabancılaşan ve değer üretme krizinde bocalayan hayatın tüm taraflarının kaybeden olduğunu düşünebiliriz. Aslında romanın izleklerinden biri de bu kolektif yitimin, kaybedişin izlerini sürmek ve bunun bizde neye yol açtığını belgelemekti.
Göksu N. ÇAKIR: Kahramanımız Mahir’in hayalleri öyle herkesin kuracağı hayallerden değil: İyi bir ev, bol para ve güzel bir eş yerine; barış dolu bir dünya, eşitlik ve adalet üstüne. Keşke herkesin hayali Mahir’inki gibi olsa.
Ahmet İlhan: Haklısınız tabii ama aslında Mahir’in bir değer bunalımı yaşadığını okumuştunuz, bu yönüyle ne yaşasa, ne hayal etse ondan emin olamayan, tatmin duygusunu yitirmiş olma durumu mevcuttu. Fakat yine de tüm çabası yeniden bir moral dengesi kurmak, değer zemini bulmaya çalışmaktı. Sonuç itibariyle Mahir naif, içli, hassas ve barışçı biri olarak sizin dediğiniz gibi güzel bir dünya hayal ediyor tabii.
Göksu N. ÇAKIR: Romanda farklı zaman kipleri kullandınız. Yani anlatıcı ile kahramanın sesi bazı yerlerde birbirine karışıyor Neden?
Ahmet İLHAN: Bu tekniği, ilk romanım olan “Renkli Gölgeler”de de kullanmıştım. Sizin de yukarıda değindiğiniz gibi, olayların, duyguların, durumların ve yer yer kişiliklerin birbirine dolandığı, sınırlarını kaybettiği, üst üste bindiği özellikle Mahir’de ortaya çıktığı türde, güncel dünyamızdaki bireyin kendi içinde kendine karşı da olmak üzere paralize olduğu, kendi içinde bölünerek birçok farklı kişilik tipi sergilediği bir durumu tek bir kiple ve kişiyle anlatamazdım. Anlatıcı persona’nın sesindeki geçişkenlik, aktarım, taşım ve bir başka bedende belirmesi özünde yaşadığımız dünya gerçekliği ve tabii romanımın iç gerçekliği ile ilgiliydi. Yani zaten bu durum romanın temel izleğiyle-içeriğiyle-özüyle ilgiliydi, sadece bir anlatım veya ifade ediş tercihi değildi.
Göksu N. ÇAKIR: Renkli Gölgeler adında bir romanınız daha var. Bu romanda da felsefi bir yoğunluk hâkim. Kaleminizi felsefi yöne iten güç nedir?
Ahmet İLHAN: Genelde insanın bir ruha sahip olduğu ve dolayısıyla doğasında bilme ihtiyacı olduğu kabul edilir.Bu ihtiyaç hem manevi hem de maddi olana ilişkin olabilir.Hegel, mealen şöyle der: “Doğal şeyler, ancak anında ve tek nüsha halinde ortaya çıkar ama insan bir ruha sahip olmakla kendini daima katlayarak var olur.” Ve elbette bilmek kendini tanıma arzusuyla bağlantılıdır; kendini bilmek ve tanımak da dış dünyanın arabuluculuğunu varsayar ve hepimiz için bağlayıcıdır. Sadece romanlarımda değil, genel olarak hayattaki her şeye bir felsefi altyapı üzerinden değinmek, dokunmak isterim. Felsefi bilginin, hayatı, dünyayı, varoluşu daha bütüncül bir kavrayışa imkân tanıdığını düşünüyorum. Bu, bir yönüyle varoluşu doğru anlamak ve tanımlamak çabamla ilgili. Diğer şekilde çok sığ baktığım, telaş ve kaygısı yaşarım. Ayrıca, roman konularımın bir yönüyle felsefi alana dâhil olmaları da bir başka sebeptir.
Göksu N. ÇAKIR: Romanda dikkatimi çeken bir husus da Mazlum’un lise mezunu olmasına rağmen çok kitap okuyor olması. Günümüz gençliğinin az kitap okumasını edebiyat öğretmeni bir yazar olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ahmet İLHAN: Okuma arzusunun üniversite mezunu olmayla pek ilgisi olmadığını deneyimlerimden biliyorum. Ayrıca Mazlum, zorlu yaşamının ve bir anlamda yazgısının kurbanı olarak okuyamamış durumdaydı ama dünyaya, yaşama, insanlara, olup bitene ve dolayısıyla zorunlu olarak kitap okumaya ilişkin sonu gelmez bir arzu taşıyordu. Günümüz gençliğinin az okuduğu görüşünü paylaşmıyorum, bence eskiye nazaran daha çok okuyorlar.
Göksu N. ÇAKIR: Kitabınızda nitelikli yalnızlıktan bahsediyorsunuz. Nitelikli yalnızlık nasıl olur?
Ahmet İLHAN: Aşırı bağlantılı bir toplumda yalnızlık paradoksal görünebilir. Aslında en önce, yalnız olan için bir grubun konfigürasyonunun, bu yalnızlığı kendi içinde teşvik edip etmediğini bilmek de önemlidir. Deneyimlerimiz bize, dar ve samimi topluluk yapılarının boşluklara, yalnızlaşmaya izin vermediğini gösterir ve yarı feodal bir toplum olarak da bu çeşit sosyal ilişki biçimi çok yaygındır, bizde. Ancak roman kahramanlarımın yalnızlığı seçili bir yalnızlıktır. Yani, herhangi bir sosyal ilişkiye dâhil olmama seçeneği bilinçlidir. Kötü ilişkilerden ve arkadaşlardansa yalnızlık tercih edilebilir ve ayrıca kendisiyle nasıl rahat edileceğini bilmek, yalnızlığa karşı önemli bir değerdir. Sanıldığının aksine, yalnızlık mutsuzluk ile eşanlamlı değildir. Mahir gibiler için yalnız olmak kaliteli bir anı ifade eder. Nitelikli yalnızlık ancak bilinçli ve seçili bir yalnızlık haliyle mümkündür.
Göksu N. ÇAKIR: İnsan kendisiyle nasıl karşılaşır?
Ahmet İLHAN: Önce kendinin bilincinde olarak ve kendini sergileyişteki bütün halleri, imkânları, sınırlarını, yeterliliğini ve yetersizliğini bilerek kendine dair bir bilinç geliştirir insan. Kendi dışındaki tüm ötekilerle karşılaşmasına benzer bir durum yaratır bu bilinç. Kendinizin ötekisi olursunuz ve verili kimliğinizin sadece sizdeki olası belirtilerden, varlık hallerinden biri olduğunu kavrarsınız. İşte o zaman kendinizde çoğullanabileceğinizi ve yaşamda kendinizi tek bir hal, beliriş üzerinden üretmeyeceğinizi, var edemeyeceğinizi de anlarsınız. Bu karşılaşmalar her zaman böyle olumlu ve yaratıcı olmaz tabii, travmatik ve hastalıklı belirtiler içinde de yaşayabilirsiniz, kendinizle karşılaşmayı.
Göksu N. ÇAKIR: – Yazarlığınız boyunca en büyük hayat tecrübeniz nedir?
Ahmet İLHAN: Uzun ve oldukça yorucu bir kitabı yazıp bitirmenin sevincinin, yayınevleriyle ilişkide ve basım aşamasında nasıl da uçup gittiğini görmek ve bu sürecin iç törpüleyici doğasıyla baş etmek diyebilirim.
Türk edebiyatına, şiirine katkılarınızdan ve bu güzel röportajdan dolayı size çok teşekkür ederim.
Bu söyleşi ve anlamlı sorularınız için teşekkür ederim…