Önder Çolakoğlu
Editör: Gülçin Sahilli
Emperyal Oteli, şairin Sisler Bulvarı kitabında yer almış ve 1955 yılında yazılmıştır. Bu şiir için Attila İlhan kitabın “Meraklısı için notlar” bölümünde, “Bu şiir edebiyat matinelerinde kimbilir kaç kere okundu. İşsiz ve yoksul iki gencin imkansız aşkını anlatmaktadır ama neden bu kadar ilgi gördüğünün açıklamasını yapamıyorum, sanıyorum uzaktan iki savaş arası Fransız filmlerini hatırlatan atmosferi bunda etkili oldu der, ekler; “Şehirli özellikleri, sinema için elverişli yanı ki yönetmen Metinle (Erksan) nasıl film yapılabileceğini söyleşirdik. Hatta oyuncuları bile belirlemiştik kız Çolpan (İlhan), oğlan Fikret(Hakan)” diye yazmıştır. Şiirin filmi bile planlanmış yani. O kadar…
Şiirde otel kavramını imgesel olarak düşündüğümüzde (Başka ne şekilde düşünmeli ki) farklı algılar ortaya çıkar. Ev kalıcı bir ilk evren iken otel geçicilik barındırır. Kişiyi duraklatır, bekletir. Bu sadece benim duyumsadığım bir şey değil sanırım. Geçici olarak kalınan yer, yabancılık, uzaklık, soğukluk ve yalnızlık. Daha az renk, daha az ses ve az sevgi. Bu çelişki yumağında kendini sağlam bir zemine getirerek ruhunu sağaltmak istenci. Aslında otel odasındaki kimliksizlik, bam bam eden hücrelerde. Orası kimseye ait değil ve kimseye ait de olmayacak iklimi. Bu aidiyetsizlik hissi otel odalarındaki yalnızlığın en önemli fotoğraflarından biri. Ben bu hissi ilk Anayurt Oteli’nde hissetmiştim. Devamlılığı yok. Bu geçicilik, bazen gurbetin, bazen sürgünün, bazen özlemin-hasretin çığlığıyla yanyana düşer. İnsanın yurtsuzluğunun, barınaksızlığının karşılığıdır bu durak.Belki de çaresizlik ve zavallılığın başka şekilde dile gelişi. İnsanın arayış ve yönelimlere giderken vicdani hesaplaşma ve çozümlemeleri yapmasının adresi bazen. Bu hesaplaşmayı yaparken bulunduğu yerdeki nesneleri kendi içinde içselleştirmeye çalışması. Çok kez, kilometrelerce uzakta oldukları, bazen dokunmak istedikleri, bazen bakmaya bile cesaret edemediği eşyalar etkiler insanı. Evde olmaya, ait olmaya yönelik bir özlem. Belki de hiçbir şey.
Gelelim şiire. Emperyal Oteli şehrin tahammül edilmez yorgunluğundan ve ağırlığından, kalabalığından kaçarak otel odasında sevdiği kadının gelmesini bekleyen şairin gelgiti. Fakat sevdiği gelmiyor. Aslında bir Türk filminin girizgahından tanıdığımız sahne bu. Yeni dünya düzeninin insanları daha çok yalnızlaşmaya ittiği ve yalnızlaşmanın kendine yabancılaşmaya dönüştüğünü anlatıyor.
İlk dizelerden itibaren içinde bulunduğu sıkıntıları, sorunları ve beklentilerini ortaya koyan İlhan, mevsimin sonbahar olmasının eklenmesi ile olumsuz atmosferi daha da netleştiriyor. Bu olumsuzlukların başında da sevgiliye özlem, sevgiliyle mutlu olma dileği ve hayalleri hüzün öğesi olarak kullandığı görülüyor. Yağmurun sönmesi, samelandın dönüşü(Kavuşma olarak uzaktaki geminin dönüşü), duvardaki saatin durması( Bir anlamda zamandan kopuşunu simgeliyor) ve kendiliğinden kalp durması(Mutlu bir ölüm) gibi hüzün öğeleri farklı şekilerde karşımıza çıkıyor . Zaman olarak (Mevsimsel) sonbaharı seçmesi tesadüf değil. Devamında “İntihar eden yapraklar” ve “Camların nokta nokta hüznü” bu duyguyu pekiştiren imgeler.
Şiirdeki berhava, intihar, rezil, kötümser ve öksürük sözcükleri ile mekan poetiği düzleminde yalnızlık duyumsayışını göstermektedir. Tüm şiir boyunca ilk dizelerden itibaren hem sevgilisinin varlığına hem de kalbine girmesine isyan ediyor ve onu yalnız bırakmasını, terk edildiği acılar olsa da onunla kurduğu hayallerle gelse kabul edeceğini anlatıyor.
Şiirde sadece manevi(aşktan-sevgiden) değil maddi açıdan da sorunsalı olduğunu ( Siyah vapur, üçüncü gece otelden ayrılmak zorunda olacağı ve iş arayacağını söylemesi) , Sirkeci garında sabahlamak zorunda kaldığını, buna rağmen içindeki karanlığın bitmediğini ve şehrin tüm gürültü ve kalabalığına insanların tüm kayıtsızlığına rağmen(Sadece otelde değil kalabalık içinde de yalnız) yalnız hissetmesine vurgu yapar.
Asmalımescit‘teki rum kemancı ve tebebaşında Yahudiler, İstanbul’ da yaşayan insanların farklılığını ve güzelliklerini, renklerini gösteriyor. Ve belki memleketin en acı ve en kötü günleri olan 6-7 Eylül olaylarını işaret koyuyor “Haliç’ e bir avuç kan dökülmüştü derken. Belki de o gün İstanbul’un tüm güzel renkleri toprağa gömüldüğünü. Bu emperyal zihniyetin insanlığımızı tehdit edecek sınırları aştığını göstermesi açısından önemli bu dize.
Özetleyecek olursak Attila İlhan’ın Emperyal Oteli şiiri yalnızlık, hüzün ve hayal kırıklıkları yoksulluk bağlamında gidip gelip sonunda kabullenişle bitmektedir. Bireyin yalnızlığını varoluşşsal açmazın içinde süngülemiş bir dinletiden başka bir şey değil bu şiir… Kalabalıklar arasındaki yalnızların şiiri Emperyal Oteli. Bireyin bölünmüşlüğünün fotoğrafı en azından. Bunca yıl sonra karşımızda dimdik duruyor emperyal kötülük Ve belki bundan her okuyuşumuzda iç çekişimiz…
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sımsıcak bir merhaba diyecektim
başımı usulca dizine koyacaktım
dört gün dört gece susacaktım
yağmur sönecekti yanacaktı
sameland seferden dönecekti
duvardaki saat duracaktı
kalbim kendiliğinden duracaktı
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
emperyal oteli’nde bu sonbahar
bu camların nokta nokta hüznü
bu bizim berheva olmuşluğumuz
bir nokta bir hat kalmışlığımız
bu rezil bu çarsamba günü
intihar etmiş kötümser yapraklar
öksürüklü aksırıklı bu takvim
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun kanıma girdin itirazım var
sesleri liman sislerinde boğulur
gemiler yorgun ve uykuludur
sabahtır saat beş buçuktur
sen kollarımın arasındasın
onlar gibi değilsin sen başkasın
bu senin gözlerin gibisi yoktur
adamın rüyasına rüyasına sokulur
aklının içinde siyah bir vapur
kıvranır insaf nedir bilmez
otelin penceresinde duracaktın
şehri karanlıkta görecektin
karanlıkta yağmuru görecektin
saçların ıslanacak ıslanacaktı
kış geceleri gibi uzun uzun
tek damla gözyaşı dökmeksizin
maria dolores ağlayacaktı
istanbul’u yağmur tutacaktı
bütün bir gün iş arayacaktım
sana bir türkü getirecektim
kulaklarımız çınlayacaktı
emperyal oteli’nin resmini çektim
akşam saçaklarından damlıyordu
kapısında durmanı söylemiştim
yüzün zambaklara benziyordu
cumhuriyet bahçesi’nde insanlar geziyordu
tepebaşı’ndaki küçük yahudiler
asmalımescit’teki rum kemancı
böyle rüzgarsız kalmışlığımız
bu bizim çektiğimiz sancı
el ele tutuşmuş geziyordu
gazeteler cinayeti yazıyordu
haliç’e bir avuç kan dökülmüştü
emperyal oteli’nde üc gece kaldık
fazlasına paramız yetmiyordu
gözlerin gözlerimden gitmiyordu
dördüncü gece sokakta kaldık
karanlık bir türlü bitmiyordu
sirkeci garı’nda sabahladık
bilen bilmeyen bizi ayıpladı
halbuki kimlere kimlere başvurmadık
hiçbiri yüzümüze bakmıyordu
hiç kimse elimizden tutmuyordu
ben hiç böylesini görmemiştim
vurdun …. kanıma girdin ….. kabulümsün