KAYBETTİKLERİMİZ
“Dünyada her şeyi bir gün acı ile kaybetmek için kazanırız. “der,
Friedrich Schiller
Bir şapka ve bir şal kalmıştı ondan geriye.

Her şey solmuştu bir anda! Tüm renkler kaybolmuşken, onlar tüm ormanda yankılanan kızıl bir çığlık atıyordu. Bir şapka ve bir şal. Orman susmuştu. Ben üşüyordum, orman üşüyordu. Kıpırdayamıyordum, ağaçlardan bir farkım yoktu. Köklerimden bağlıydım toprağa. Tıpkı ona bağlı olduğum gibi.
Bağırıyordum, sesim çıkmıyordu, bir ben duyuyordum. Ama o da buradaydı ya, o da duyuyor olmalıydı. Evet, evet duyuyordu, biliyorum. O beni her zaman duymamış mıydı? Konuşmadığım zamanları da duymuştu. Ne dediğimi herkesten önce ve herkesten iyi anlamaz mıydı?
Buradaydı ve duyuyordu. En sevdiği şapkasını takmış ve şalını giymişti. Eminim sonbahar yapraklarını havaya fırlatmış ve üzerinden dökülmelerini seyrederken gülmüştü yine. Ve bir fotoğraf çektirmişti gülümseyerek. Neşeli kahkahasını atmış, buralarda dolaşmıştı. Şekerli kokuları severdi, kokusunu duyabiliyordum. Henüz geçmişti sanki buradan, “beni takip et” diyordu.
Gülüşünü, kokusunu, şapkasını ve şalını bırakmıştı bana. Onu bulmamı istiyordu. Bu bir oyundu sanki ikimizin oynadığı. Hep öyle olmaz mıydı zaten? Onun tek çocuğuydum ben ve de o da benim en iyi oyun arkadaşım. Bulacaktım onu yine. Yakınlarda bir ağacın arkasına saklanıyor ya da bir ağaca çıkmış beni yukarıdan seyrediyor olabilirdi. Onu bulacak ve oyunu kazanacaktım. Kaybettiğim olmamıştı hiç. O buna müsaade etmezdi. Kazanmayı öğretmişti bana, kazanmanın mutluluğunu yaşamayı.
Tüylerimi ürperten bir rüzgâr esiyordu. Ben üşüyordum, orman üşüyordu. Kıpırdayamıyordum yine. Gidip annemin şalını ve şapkasını almak, buradayım demek istiyordum. Olmuyordu. Ben onu bulamasam da o beni bulurdu mutlaka. Çocuk parkında kaybolmuştum bir kere ve çok korkmuştum. Tıpkı şimdiki gibi ne yapacağımı bilemeden öylece çakılmışken olduğum yere, birden onu görmemiş miydim karşımda? O beni yanıltmazdı. Yine öyle olacaktı. Aniden karşıma çıkacak ve sıkıca koklayarak sarılacaktı bana.
Savaşçı ruhlu, güçlü bir kadındı. Herkesten çok ona güveniyordum. Bir ona söylemiştim bunu, biliyordu. Söz vermişti bana, ona hiçbir şey olmayacaktı. Sözünü tutmadığı olmamıştı hiç. Yine tutacaktı.
“Ne güzel bir fotoğraf, çok güzel bir kurgu!” diyen sesle, irkildim birden. Bir kadın sesiydi duyduğum. Döndüm ve arkamda durup, benimle aynı fotoğrafa bakmakta olan kadına: “Bu bir kurgu değil, bunlar benim anneme ait “ diyebildim.
Oyunu kaybettiğimi, onu bulamadığımı ve onun da ilk kez sözünü tutmadığını söyleyemedim, babamın annemin anısına ithâfen açmış olduğu sergiyi gezerken.
Tekrar fotoğrafa döndüm. Şapkasını takmış, şalını giymiş, ağaçların arasında yürüyor ve bana gülümseyip poz veriyordu. Bir ben görüyordum ve üşümüyordum artık.
17 Eylül 2020 – Saat 03.10
Yalova – Koruköy