Belki de Eylül kendine sıkışıp kalmış şairin nefes almasıdır. Rutin ve sıradan akış; şairleri daima rahatsız etmiştir. Şair iniş çıkışı ve hareketi sever. Bu yüzden mevsim geçişleri şairlerin kendilerine dönme zamanları, kendileri ile yüzleşme zamanlarıdır. Şairler dalgalı suları sefer. Yelkenlerini dolduracak rüzgarı sever.
Eylül demek de yazın sakin seyrinin birden bire devinerek yaprağa, ağaca, suya, doğaya, düşünceye ve duyguya vurmasıdır. Hem de tam anlamıyla ateş ederek vurmasıdır. Ama öldürmeden yaralı bırakarak, şiire evrilmesine yol açmasıdır.
Eylül insanın kırılma mevsimidir. Hassaslaştığı, ateşlendiği, dalgınlaştığı, efkarlandığı, cigara yaktığı, yandığı bir mevsimdir. Kedere hasta kalıp, bir daha da iyişlemk istememesidir.
Eylül insanda telaşın başladığı, kışa kendini hazırladığı tıpkı bir salça gibi kurutulan biberler gibi beyazla ve karla yüzleşmeye hazırlandığı bir mevsimdir. Nihayetinde insan yaşadıkça kirlenen ve arınma içinde bir kadın-adam göğsü arayan, kanlarını silecek bir el soran, öldürdüklerini diriltecek bir güç bakan zavallı bir yaratıktır.
Bazen geyiktir bazen fil bazen ceylandır bazen aslan. Bazen boynuzlarını geçirir bazen yeryüzünü yer doymaz ve şişer bazen ince bir bakışıyla aşık eder bazen her şeyi paramparça eder ve hiçbir şey bırakmaz geriye. Bazen sırtlandır leş peşinde koşar. Bazen ağaçkakandır kalp oyar bazen zebradır güzelliğiyle kandırır.
İşte tam da bu karmaşanın ortasında kalmaktır Eylül. Burada bir çadır kurmak, su kenarına inmek ve alnını ırmağa sevdiren söğüte seslenmektir.
Eylül şairin içlenmesidir. Kederle ilmek ilmek işlenmesidir.
Eylül insanın sık sık iç geçirmesidir.
Eylül ahdır. Ah.