
Hatice Tarkan Doğanay
Redde Cüret, Karun hazinelerinin sanki yüz yıllardır peşinden koşulan anahtarı kadar ilgili çekici. Hatice Kübra Öktem’in kitabı “Redde Cüret” son zamanlarda etkilenerek okuduğum kitaplardan biri oldu. İlk defa da bir kitap incelemesi yazmaya cüret ettirdi. Bazı etkenler var elbette: Şairin bir kadın olması örneğin. Kadın şairlerin şiirleri okunup geçen şiirlerin ötesinde bir özellik taşıyor. Bir nedeni de benim de edebiyat dünyasında kadın bir yazar olarak var olmaya çalışmam. Şiirler okuru sığ sularda yüzdürmüyor, hemen derinliğine alıp şaşırtıyor, düşündürüyor. Ruhun gizli odalarına girenlere onlarca labirentin kapısını açıyor. Bunun cinsiyetçilik olarak değerlendirmesinden de imtina ederim ama şiirlerde işlenen sevgi, aşk, hayata dair deneyimler bir çıkmazda bırakmıyor, seçenekler sunuyor.
Kitap Klaros Yayınları’nca Ocak 2020 yılında yayınlanmış olup şairin aynı yayınevinden çıkmış üçüncü kitabıdır. Kitabın oldukça yalın tasarlanmış kapağında yüzünün yarısı görünen yorgun bir kadının saçına konmuş leylek resmi bize şairin ruhunun derinliklerinden pek çok duygu getireceğine işaret ediyor. Kitap nazım biçimi serbest olan 64 şiirden oluşmaktadır ve 120 sayfadır. Bir şiir kitabına göre sayfa sayısı fazla gelebilir yalnız hamilelik ve doğum süreci şiirlerinden oluştuğunu bilirsek bu durumu yadırgamayız. Bilirsiniz ki kadınların doğuma dair anlatacakları bir ömür sürer.

Redde Cüret genel olarak hamilelik ve doğum sürecini anlatan şiirlerden oluşuyor. İlk kitabı Ali ve ikinci kitabı Ali Öldü’de yer alan şiirler de düşünüldüğünde şairimizin bireysel poetikasını oluşturduğuna şahit oluyoruz. Şair, eş, aile ve yakın çevre üçgeninde yaşadığı kaygıları, incinen yanlarını, pişmanlıkları, itirazlarını, bireysel duyarlılıklarını, kalbinde açılan boşlukları ve yerine koyduklarını tutarlı bir dil yapısı ve estetik anlayışıyla okuyucuya sunuyor. Şiirini genel olarak lirik imgelerle kuran şairimiz genel olarak anlatımcı bir dille kendini ifade ediyor.
“posa gibi ruhumdan damıtıp damıtıp
üzerime koydukları koca kayadan daha ağırım
ondan daha güçlü bastırırım kendime
beni süzen de benim beni bırakan da geriye
ki ben kalmak istersem
kalırım bu kayığın içinde
akmam” (s.8)
Kitaba dikkatimi çeken bu dizelerle başlıyorum. Birçok şiirinde kadın olarak büyümenin şair ruhuna düşen yansımaları görülüyor. Pek çok dizede, ataerkil yapının içinde toplumdan aileye, aileden kadına inen egemenlik hiyerarşisinde kadının iç dünyasında yaşadığı psikolojik baskılara ve bu baskılar eşliğinde kendi varoluş yolculuğunda konumunu nasıl belirlediğine, kendini yeni baştan nasıl yorumladığına şahit oluyoruz. A. Dumas “İnsan bilmediği bir acıyı teselli edemez.” der. Sevgili Öktem kendisini neyin acıttığını biliyor. İstersem bu kayığın içinde kalırım, akmam diyerek omuzlarına binen ağırlıkları içindeki dirençle itiyor. Kadını ev içine iten bütün baskılara karşı duruyor.
“Daha dördüncü sınıfta yasaklanan
oynama artık bu oyunları
sen büyüdün diyen
amcamın sesinin yankısı
bütün hayatıma siniyor
babam sürdüğüm ojeyi görüp de kızmasın diye
el ayak parmaklarımı saklıyorum
sakındığım göze çöp batıyor
minik ve kar beyaz ellerim sofraya açılıyor
ömrümün en küçük gününü yaşıyorum”(s.16)
(…)
“bayram harçlığı elli lirayı
mükrem emminin bakkalının önünde
ortadan ikiye yırtıp
zehra’yla paylaştığım masum dünya”(s.17)
(…)
“burası orası değil
ben bunu kabul etmem
ben böyle yaşamam
en asıl böyle oyun oynamam”(s.18)
Çocukluk yazarın mahzenidir. Öyle geniştir ki buna yazar bile hayret eder. Büyümüşüzdür ve o masumiyeti kaybetmişizdir. Şimdinin naftalin kokusu bile çocukluğumuzun naftalin kokusuna benzemez. Anlarız ki yaşadığımız cafcaflı dünyanın astarı yüzünden pahalıya geliyordur bize. Sevgili Öktem başta çocukluk olmak üzere bir şeyleri kaybederek büyümemize yine içindeki çocuğa sarılarak itiraz ediyor. Ve anlıyoruz ki biz masumiyetini yitirmemiş bir şairden şiirler okuyoruz.
“dışın koskocaman kadın
için sekizinde çocuk
düşün koskocaman adam
içi şu kadarcık çocuk”(s.26)
Aslında ona göre herkes sekiz yaşında. Dışı kocaman olmuşken içinde bir çocuk gezdiriyordur ya da içi çocukken koca bir beden taşıyordur.
“iyi insan olmak çoktan unutulmuş
vefadan bihaber
kalpten bihaber
kalbinden bihaber insan oluyormuş
bataklık sineği gibi
kötülük tünüyormuş” (s.14)
(…)
“mutluluk
Her şeye göz yumuşunuzdan ibaret sizin
Çok yaşa derken bile
Böyle az yaşamayı nasıl kabul ettiniz”(s.54)
Çoğu şiirinde hümanist bakış açısına sahip ama bir yandan da insan doğasının nasıl işlediğini iyi biliyor. Vefasızlığı, kötülüğün ağına takılanların bataklığa çekildikçe insandan geriye ne kalabileceğini sorguluyor. Oysaki insan insanda bilenir. Her ne kadar bilensek de birbirimize insanı insana köle olmaya zorlayan duygular vardır. Aşk vardır mesela. Kitapta aşka dair öyle mısralar vardır ki erkeklerin hoyrat yanlarının yanında kadın aşkının inceliklerini yalın bir dille anlatır.
“içimde aşkla nezaketi karıştıran küçük çocuk
benim bütün hikâyem bundan ibaret”(s.21)
(…)
“gürül gürül bir sevdayı redde cüret ne demek
söyle ki rahatlasın içimdeki köpek
çünkü ben doyurmayı bilemedim o köpeği”(s.21)
“ben aşık olunca
çözüyorum bağlarımı
allahın kuklalarını ayartıyorum
siz de çözün diyorum
bu yaptığınız
yaşamak değil”(s.28)
“oysa taş gibi kayıtsız olsam
dayansam milyonlarca yıl değişmeden
ah desem şu kayıtsızlığın gücü
bana dayanabilme olanağı veren
ama aşk bunu nasıl kabul ederdi” (s.31)
Pek çok şair gibi Öktem’in de sıkça etrafında döndüğü konulardan birisidir aşk. Dizelerinde dişiliğin ve şehvetin keşfinden kadın olmanın anlamına doğru giden süreci keyifle izlersiniz. Aşka kayıtsız kalamaz insan. Büyük bir değişimin içinden geçer, geçerken de hırpalanır. Ama dünyayı karşısına alacak gücü vardır bir yandan. Aşk pek çok zorluğa dayanabilme olanağı verir.
“dibini sıyırmakta üstüme yok bu hüzünleri”(s.88)
“burası
birilerinin sürekli üzülüp altına bıraktığı
hep yaş çocuk parkı
toprağı kurumayan
yatağını ıslatan
bir şeytan doğurdum kendimden
bu kadar istekli ve arsız bir şeytan
görmedim hiç”(s.40)
“sonra canımı sıkıyor kocam biraz
canım mı sıkılıyor kocam mı biraz bilmiyorum
bazen ağlayınca gözyaşımı yiyorum
çok severim gözyaşımı yemeyi
inanılmaz severim inanılmaz yerim
işte böyle
bak böyle
yiyorum”(s.78)
Bu biçimli sözlerin özüne saklanan hüznü hemen hemen her şiirinde görüyoruz. “oysa üzülmek için üzülmüyorum/çoktan kaynatıp kaldırdım o yanımı uzak raflara” dese de hüzünlerin posasını çıkaran bir şair o. Zaten aşk varsa beraberinde acıyı da getirir. İnsan en çok sevdiğinden incinir. Ve incinen insan altını ıslatan çocuklar gibi kendi yerini belli eder. Ama bazı insanlar ısrarla üzülmek ister. Şairin de hüzne bir meyli var, hüzün doğuran istekli ve arsız şeytan var içinde. Yufka yürekli, yanmaya meyilli ve hayalperest…
“oyuk gözleri
kara ultrason kağıdından
bir çift kuyu
bu kez yalnız başıma düştüğüm”(s.47)
(…)
“derken her sevişmede
karnımda yedi kat dikişle
bir daha sevişebileceğime olan inancım
yok oldu”(s.49)
(…)
“onu öpmek öyle güzeldi kendimi unutup
onun olmak öyle dolu
ilk kez boşluğu hissetmedim”(s.49)
Hamilelik döneminde yazdığı şiirlerde kadının o hassas dönemde yaşadığı hormonal değişimleri dize dize hissediyorsunuz. Bu süreç kolay değildir. “yüzü sana dönük bir kadın yaşıyorsa içinde / yaran ne çabuk kapanır düşün” diyor bir şiirinde de. Ev ve aile kavramlarını önemsiyor bir yandan da içindeki güçlü kadına sahip çıkıyor. Bu süreç ruhunda yaralar açar. Kapanmaz sandığı bu yaralar aslında çocuğunu kucağına aldığında kapanır. Kucağındaki çocuğun olur adeta ve ilk kez boşlukların bu denli dolduğunu hisseder. Doğum olayı kadını yeniden yaratan bir süreçtir. Pek çok şey değişir doğumla birlikte. Elbette bu şiirlerine de yansır. Ama zordur yeni bir canlının sorumluluğunu üstlenmek. Emzirmek, etraftaki sesleri dinleyerek çocuğuna annelik etmek. Şairin pek çok dizesinde bu sürece ait mısralar var. Alıntı yapılabilecek çok dizeler var yalnız kızına yazdığı şiirden bir alıntıya yer vererek bitirelim. Hatice Kübra Öktem hem anne hem direnen devrimci kimliğiyle sadece kendi çocuğuna değil ülkemizin çocuklarına ve gençlerine rol model olabilecek iyi bir şair. Redde Cüret bir kereden daha fazla okumak isteyeceğiniz bir kitap. Son sözü usta bir kaleme ve çiçeği burnunda bir anneye bırakalım:
“sen en güzel gülenlerden ol kızım
En güzel koşanlardan
Geçiverip acıları
Sekerek kuyulardan
En güzel uçanlardan ol”(s.99)