“Derin Uyku”, 2020 yılı Ocak ayında Fobos yayınlarından çıktı. Psikolojik gerilim tarzında yazılan “Derin Uyku” şiirleriyle bilinen Mustafa Fırat’ın imzasını taşıyor.

Salgın sürecinde tanıtım çalışmaları kesintiye uğramış olsa da, “Derin Uyku” Mustafa Fırat okuyucularının raflarında çoktan yerini aldı bile. Kitabıyla yeni tanışanlar ile yazma sürecini takip edenler için Mustafa Fırat ile söyleşisi gerçekleştirdik. İyi okumalar..
- Yazma uğraşıyla tanışmanız nasıl oldu? Başta şair kimliğiyle tanıdığımız Mustafa Fırat’ın romancı yanından bahseder misiniz?
Sevgili Yonca, daha önceden anlatmıştım. Ama bir kere daha anlatmak isterim tabii. İlkokul 5. Sınıftaydım. O zamanlar ilkokul beş yıldı. Bir yarıyıl tatiliydi. Babamın harika bir kütüphanesi vardı. Sağ olsun. Galatasaray Üniversitesi mezunu, okumaya önem veren bir baba figürü. Böyle bir ev hâli bendeki. Şanslı bir çocukluk… Ziya Paşa’nın meşin ciltli antolojisi elimdeydi. O dönem çocukluk işte açtım içine baktım Divân şairleri ile dolu. Doğum yılları ölüm yılları. Aldım elime kurşunkalemi sonuna kendi adımı yazdım, doğum tarihini de ekleyerek güldüm. Ama ne gülüş. Dalga geçiyorum kendimle. Belki de babamın eline geçtiğinde görmesini istiyorum. İlkokul yıllarımda sınıf öğretmenimizin şairlerin kitaplarından alıp şiirlerine bakmamıza dair ödev vermesiyle babama söylemem bir oldu. Akşam eve dönerken babam bana özel hediye paketiyle kaplanmış üç şairin kitabını hediye etmişti. Biri Mehmet Âkif’in Safahat’ı, diğeri Ahmet Haşim’in Bütün Şiirleri- hâlâ durur bu kitaplar- diğeri de Cahit Külebi’nin şiir kitabı. Sen de hak verirsin ki ilk iki kitabı anlayabilmem beklenemez.
Ortaokula geldiğimde yaşıtlarımın okumadığı kitapları okumaya başlamıştım. Kulakları çınlasın Saim Öğretmenim vardı çok severim kendisini. Okuldaki etkinliklerden, il çapındaki yarışmalardan bahsettiği zaman el kaldırdım. O zaman ödül törenleri okulun son gününde kapanış töreninde verilirdi. E tabi çocukluk o zamanlar çok tatlı bir kız var, sürekli çıkıyor ödülleri topluyor, herkes onu alkışlıyordu. Bir gün dayanamadım. Gittim tanıştım. Yazdıklarını da okudum. Güzeldi yaşına göre ve benim bir üst sınıfımdı. Ama dedim içimden daha iyisini yazarım. Beğenilmek istiyordum. Belki de oraya, kürsüye çıkıp alkışlanmak. Saim Öğretmen, burslu okuduğum özel okulda, nadir adamlardan biri. Aydın bir kişilik. Varlık edebiyat dergisini okuyor. Milliyet Sanat falan. O zamanlar çok iyi tabii. Balıkesir Eğitim’den mezun düşün. Onunla konuşmak hoşuma gidiyor. Gelip bana haber verdi bir gün. Şurada şu var burada bu var diye. Tamam diyerek kolları sıvadım. Daha iyi yazacağımı biliyordum çünkü. Ertesi gün elimde dosyalarla vardım yanına öğretmenimin. Buyurun dedim. Hafif bir tebessümle ne çabuk dedi. Belki öğretmenim de inanmadı o zaman. Emindim. Bir hafta sonra, ilçede birinci olmuşum. İlde ikinci. Öğretmenim sevinçle ve belki de bana inanmışlığı ile mutlu haberi verdi. Hiç unutmam kendisi de bana bir dolama kalem hediye etmişti. Okuldaki töreni söylemiyorum sana. Bendeki şekli görmen lazım. Peki sonra ne oldu? O kız gelip beni tebrik etti. Sonrası fırtınaya döndü ödül toplamam konusunda. Bir de üstüne reklam yıldızı oldum mu o zamanlar, bendeki havayı görmen lazımdı… Bitmedi o yazma aşkı bende. Sonra Cumhuriyet Kitap Eki, Bahçe, Varlık, Gösteri derken devam ediyorum işte… Off çok konuştum değil mi?

- Yazın hayatına şiirle giriş yaptınız. “Paslı Ayna(2003)”, Lalezâr (2005), İçimdeki Telaş (2009) ve Karanlık Şiirler (2013)” şiir kitaplarının ardından 2013 yılı şiir seçkisi olan “Şair Dağın Doruğunda“ kitabıyla anılmaya başlandınız. Sizden şiir kitabı beklenirken “Dersaadette Sabah Cesetleri” geldi. Polisiye dalında yazdığınız roman sizi okurun gözünde başka bir noktaya taşıdı. Dört yıl aradan sonra “Derin Uyku”la çıktınız okur karşısına. Açıkçası “Derin Uyku” günümüz şartları göz önüne alındığında anlamına uyan bir şiir kitabı adı olabilirdi. Yine şaşırtınız bizi. Yine bir roman ama bu kez polisiye değil psikolojik gerilim tarzında. En başından beri roman mı yatıyordu gönlünüzde yoksa şiirden romana kayan bu süreç okur gibi sizi de şaşırttı mı?
Yok şaşırtmadı. Ama Dersaadette Sabah Cesetleri’nin ikinci bölümünü okura sunacakken yorulduğumu hissettim, o döneme eğilirken. Gerçekten zor. Bir kesit içinde yazıyorsanız o döneme dair bazı şeyleri atlamamak lazım. Rafa kaldırdım. Ali Cânib’in serüveni 3 baskıyı geride bıraktı. Beni şaşırttı. Alışık değiliz. Hızlı baskı görmeye şiir kitaplarından ötürü. Gerçi, Karanlık Şiirler, üç baskı gördü. Ama Derin Uyku, içime çok sindi. Günümüz insanı var. Sen varsın, ben varım. İsmail Cem Doğru var. W.B. Bayrıl var gibi… Okuldaki öğrencilerim var. Herkes kendinden bir şey bulabilir. Dili bugün. Ama haydi söyleyeyim o zaman yakında bir şiir kitabı gelecek. Yani demem o ki şiirden kopmak ne mümkün…
- Yazın hayatında öykü şiirin kız kardeşi diye tanımlandı. Rotayı romana kırmış bir şair olarak -en azından bize öyle görünüyorsunuz- roman ile şiir arasında nasıl bir yakınlıktan söz edersiniz? Yazım süreçleri bir birinden farklı iki türün sizde buluştuğu yeri nasıl tarif edersiniz?
Sanırım yanılıyorsun. Öyle görünme konusunda. Zira bir senede iki şiir yayınlayan biriyim. Roman kaleme alan bir şair, romanı da şiir yazar gibi yazmalı bana kalırsa. Buna inanıyorum. İyi de, polisiye de, psikolojik gerilimde şiir gibi nasıl yazabilir bir insan diye soracaksın belki de… İki romana da baksın isterim dostların ve okurların. Dersadette Sabah Cesetleri baştan sona şairlerin dizeleriyle akan bir roman mesela. Zaten bu roman da Attilâ İlhan’a bir saygı duruşudur, kitabına göndermedir. Özetleyecek olursam bir şair romanını yazarken şiir gibi yazmalıdır. Pasternak gibi…

- Şiir dizelerinizden yola çıkarak “Derin Uyku”ya gelmek istiyorum. Derin Uyku’nun son cümlesini okuduktan sonra elim kitaplığımdaki şiir kitaplarınıza gitti. Göz gezdirdiğim dizelerde romanın izini aradım doğrusu. “İner avuçlarıma iner; taze bir düş, yazılıdır rüzgâra dökülmüş kabartmalı o gümüş” dizesine takıldım. Avuçlarınıza inen nasıl bir düştü ki; bu sizi insanlığın en karanlık yerlerine; zihnine sürükleyip bir romana ulaştırdı?. Travma yaşamış bir zihnin iki ayrı bedende hayat bulması, oyunlar oynaması. Öyle oturup önceden kurgulanan bir romana benzemiyor. Romanın içindeki karakterler, düş içinde kurulan düşlerin derininden çıkıyor karşımıza. Okur olarak zihnin karanlık kıvrımlarında gezerken anlamıyoruz bunu. Sayfalar boyunca okurdan ustaca saklayıp kitabın en sonunda anlaşılır kılıyorsunuz. “Derin Uyku” nereden esen rüzgârın tepsisinde geldi? Yazı sürecinden bahseder misiniz? Fikir tohumları nasıl filizlendi? Ne kadar sürede yazıldı?
Çok meşhur soru vardır. Sana da sormuşlardır. Neden yazıyorsun? Bazılarımız eteklerimizdeki taşları dökmek için der, bazılarımız yazmasaydım gerçekten ‘çıldırırdım’ der. Ben yüreğimi soğutmak için yazıyorum. Yazarak mutlu oluyorum. Kurguyu seviyorum. Hep yalnızlıktan bahsediyoruz. Sürekli. Bir şarkının nakaratında takılıyoruz. Biz yalnız değiliz sevgili Yonca. Kitaplarımız da yalnız değil. Çünkü biz kendi dağımızdayız. Her has şair ve yazar kendi dağının doruğundadır. Buna inanıyorum. Yani demem o ki biteviye dilimizde döndürdüğümüz sitemkâr söylem bizi itici kılıyor. “Yalnızım çok. Beni kimse anlamıyor. Beni sevmiyorlar…” Böyle bir zorunluluk yok ki. Ben yalnız değilim mesela. Ve yazıyorum. Okuyorum her şeyden önemlisi. Birkaç samimi dostum var. Yetiyor bana. Ve bu kitabı yazmak fikri bir gecede zihnimde canlandı. İstedim ki gözlerimizde canlansın. Bir filmin karesi aksın. Bunu düşünerek yazdım. Belki neden olmasın bir gün ekranda görebiliriz. Olasılıkları severim. Zihnimde canlanması ve yazmam sanırım üç ayımı aldı. Yüreğim soğutmam için bu süre bu kitap için yetti bana. Bilemem sen beğendin mi?
- Akıcı, kendini sıkmadan okutarak, merakı son sayfaya kadar taşıyabilen bir roman “Derin Uyku”. “Derin Uyku”yu ne tür bir çalışma takip edecek? Roman, şiir veya yine ters köşe mi olacağız?
Bu salgın dönemde başladım yine yazmaya. Ama biraz önce de söylediğim gibi asıl şiir kitabımı okura sunmak istiyorum. İlk önceliğim. Neredeyse sekiz yıl olacak. Yaşıtlarım toplu şiirlerini çıkaracak neredeyse J
- “Şair Dağın Doruğunda“ kitabınızda, şiir ve şairin günümüzdeki durumuna ilişkin olarak ”Halkımız aşksızsa, şiirsizse hata biz şairlerdedir….. Şiir bizim yüzümüzden can çekişiyor şimdi” diyorsunuz. Ülkemiz romancılığına yönelik değerlendirmenizi istesek ne söylemek istersiniz.?
Halkımız romansız değil. Romanı seven bir halkımız var. Çeşitlilik çok fazla romanda. Nitelik az o ayrı mesele. Mesela bu salgın süreçte okurlar gerçek edebiyatçılara yöneldiler. Çerezlik olanlar ilgi görmedi. Bunu rahatlıkla söyleyebilirim. O sürekli wadpat yazarları diye konuşulanların ilgi görmediğini söylemem lazım. O hatalarla örülü kitaplardan bahsediyorum. Ama isterim ki şiire, tür olarak en alışık olunan türe daha çok eğilsinler. Mesela anneler, babalar, şiir kitabına dokunan çocuklarına, “Aman ne yapacaksın şiiri!” demesinler. Yazık. Çünkü düş kurmak da önemlidir. Kelimelerin gerçek yanına dokunmak da. Şiirle çok şey anlatabilirsiniz.
- Nereden beslenir, neler düşler, neler okursunuz.? Çalışma hayatının içinde, günlük koşuşturmanın telaşında böylesi bir çalışmayı tamamlayıp, kitaplaştırmak yazıya gönül vermiş ancak bu konuda sürekliliği sağlayamayan birçok insan için büyük bir başarı. Neler söylemek istersiniz? Her gün yazar mısınız örneğin?
Sevgili Yonca, biliyor musun sürekli soruyor dostlar. Ben yazmaktan çok okuyorum desem. Bir dönem masaya oturuyorum. Notlarımı aldığım defterim bana yol gösteriyor. Şiirde durum farklı şüphesiz. Onun davetini hiç kırmam, tembellik etmem. Düzyazıda farklı dediğim gibi. Okurken not alırım. Masamın halini görmeni istemem inan. Bazen sabahlıyorum okurken. Onu bitirmeden haksızlık yapacağımı düşünüyorum. Bu dönemde güzel kitaplar okudum. Ailecek okuduk. Kendimize iyi gelen bir süreç . Ama dileğim odur ki bir an önce bitsin bu salgın hali içten diliyorum. Sektörler tıkandı. Can çekişiyor. İyi olan iki sektör var. Biri gıda diğeri de lojistik. Umarım düzelir. Umarım sağlığımızı kaybetmeyiz. Ve ben dediğim gibi duldama sığındım.
- “Okur” kavramı size neyi ifade ediyor?‘Okumak’ eylem olarak çok bireysel bir etkinlik. Bir yazar/şair olarak size göre nasıl bir okuma yapmalıyız? Bu konuda önerileriniz var mı?
Çok değer verip bunu sorduğun için teşekkür ederim. Ama ben şunu okuyun bunu okuyun diyemem. Çünkü bu okura saygısızlık olur. Haksızlık olur. Salık verebileceğim kitaplar vardır şüphesiz. Ama kime göre, neye göre…
- En son olarak da son dönemde dünyanın yakalandığı hastalık “Covıd 19” sürecini sormak istiyorum. Sokağa çıkma yasakları, sarılmadan, öpüşmeden, uzaktan uzağa maskeli bir yaşanacak bir döneme geçtik. Uzun süreceği tahmin edilen bu süreç hakkında neler söylemek istersiniz? Yazın alanına yansımaları nasıl olacak?
Devam ediyor. Ve dediğin gibi uzun süre de devam edecek. Yapacak bir şey yok maalesef. Şimdi biraz serbestlik geldi. Ama sonu nasıl olacak bilemiyorum. Korkunç bir şey bu söylediklerini yapamamak. Ama daha korkunç olan şey o yolculuğa çıkmak diye düşünüyorum. Salgının olduğu dönemlere bak. Dünyanın bir laneti belki de. İnsanın yüzüne atılan acımasız bir tokat. Zira doğayı kirleten insanın acizliğini görüyoruz. Şu evlere kapandığımız süreçte nasıl da fışkırdı kaldırım taşlarının arasından otlar. Ozon tabakasındaki delik kapandı. Bunu istesek yapamazdık. Ama dikkat etmeliyiz. Sevdiklerimiz için sanki salgın yokmuş gibi davranamayız. Davranmamalıyız. Yazın alanına yansıdı bile.Korona şiirleri yazan şair arkadaşlarımız var. Salgınla ilgili roman da çıkar. Çünkü toplumu derinden etkiledi. Çıkmaz diyen yalan söyler.
Son olarak bu güzel, samimi sorunların için teşekkür ederim.