
Sanat yapıtları için “İnsanın trajedisinden doğmuştur “ denir ya, insanın en büyük trajedisi yine insandır. Yıllar önce “Mor Yıllar” diye bir film izlemiştim. Steven Spielberg’in Alice Walker’in Pulitzer ödüllü romanından 1985 yılında sinemaya aktardığı bu film, insanın insana zulmünün trajedilerin en ağırı olduğunu adeta tescilleyen bir konuya sahip. Suç, istismar, kadına şiddet, ırkçılık gibi konuların uç örneklerinin yer aldığı bu filmin başkarakterleri siyahilerdir. 1900’lerin başında, güneyli bir siyahi kız olan Cecil’in etrafında gelişen olayları bana bugünlerde hatırlatan şey ise George Floyd ismi. ABD’de dolandırıcılık iddiasıyla yakalanan siyahi vatandaş George Floyd, polisin orantısız güç kullanması nedeniyle nefessiz kalarak hayatını kaybetmişti. Bu olay Amerika’daki ırkçılık tartışmalarını yeniden ateşledi. Bu konunun 21. yüzyılda hala konuşuluyor olması insanlık olarak kat ettiğimiz arpanın epey kısa olduğunu ortaya koyuyor. Teknolojik anlamda iletişimin ve ulaşımın ilerlediği bir çağda ortak yaşam alanları ve ortak duyarlılıklar konusunda ilerleyememiş olmak da neyin nesi anlamlandıramıyorum. Bu meseleyi herhangi bir ülkenin meselesi olarak görmek yerine tüm insanlığın sorunu olarak görmek en doğrusu olsa gerek. Seçme şansına sahip olunmayan özellikler bakımından ötekileştirilmek hatta insanlık dışı muameleye maruz kalmak duyarsız kalınmayacak bir konudur. Evde, okulda, işte, hayata dair olan her yerde topyekün bir mücadele gerektirir. Sanatın dönüştürücü gücü burada da devreye girmiştir yıllar boyu. Tam da burada “Bülbülü Öldürmek” dediğinizi duyar gibi oluyorum. Gil Scott- Herron’un “ Zenci Fabrikası” adlı kitabı da Amerika’daki ırk konusunu ele alan kitaplardan biri. Bu listeyi uzatmak mümkün.
Edebiyatın yanında meselenin can damarına dokunan bir sanat dalı da müzik. Ufak bir araştırma yapmak için arama motoruna başvurduğumda karşıma bir şarkı çıkıyor: “ Tuhaf Meyve”. Billie Holiday’ın “ Strange Fruit” adlı şarkısı Amerika’da yaşanan bir ırkçılık olayı üzerine yazılan şiirin bestelenmesiyle ortaya çıkmış. Beyazlar tarafından linç edilen iki siyahi gencin ağaca asılmış bedenlerinin yer aldığı bir fotoğraftan etkilenerek yazılan şiirden bazı dizeler : “ Güney ağaçları bir garip meyveyi barındırıyor/ Kan akmakta ve kan kökte/ Siyahi vücutlar sallanıyor güney esintisinde/ Garip meyve kavak ağaçlarında asılı vaziyette…” Fotoğrafa bakınca dehşete düştüm. 1930’lu yıllarda yaşanan bu trajedinin bir şiire ve şarkıya dönüşmesi, sanatın yeni bir dünya yaratmak dürtüsünden başka ne olabilir? Dallarında garip meyveleri olan ağaçlara sahip bir ülke ya da bunlara tanık olmuş tüm insanlık, ne zaman bitirecek bu vahşeti?
Yıl 2020. Bu kez Amerikalı bir polisin, diziyle boğazına çöktüğü George Floyd’un fotoğrafı… Ölmeden önce söylediği son sözler takılıyor kursağıma : “Lütfen nefes alamıyorum.” Sorumlular cezalandırılmış. Münferit bir olaymış. Ne olursa olsun, bana bunları yazdıran bu olay keşke hiç olmasaydı.