Yorgun, umutsuz, mutsuz ve kalbi incinmiş bir şair yeni kitabına hazırlanıyor. Kitabını aşkla yazıyor. Şair ecza kokuyor, şair ağır yaralı! Şair, her gün darbe almaktan ruhu delik deşik, ruhu kanıyor. Şair, yalnızlığın elbisesini giyinmiş, hep yalnızdı, o hakikat dolu incirin sütü sızardı gövdesinden. Entelektüel ve evrensel bir acı duyuyor, derin bir tutkuyla seviyor yazmayı! Kitap fuarlarını, kalabalığı sevmiyor. Görkemli bir yalnızlığın en yüksek zirvesinde tasavvuf felsefesinin okyanusunda boğularak kendine gelmek istiyor. Sakin bir melodiye acıkmış, inzivanın köşesine, gölgesine çekilmiş, aşk denilen o büyük cazibeyle nefes alıp vermek istiyor. Şair, derin kulaç, derin yara, derin avlu, melekler vadisine çekildi, geçtiğimiz günlerde rüyasında Sait Faik’i gördü, Burgaz adasına gitmek istiyor, gidemiyor yalnız, içine sinmiyor. Şairin aşk kesilmiş yüzünden kesik kesik hüzünlü şarkılar sarkıyor. Ölmüş bir şairi anlatırken yazdığı şiirlerle siliyor gözünden düşen damlaları. Zeytin ağaçlarına, doğaya ve insan gönlüne düşman olan herkesi silmek, hayatından çıkartmak istiyor şair! Şairin üzerinde yüksek gerilim hattı gerginliği var, ‘germeyiniz beni’ diyor da başka bir şey demiyor. İskender Kebap çekiyor canı ama yiyemiyor, parfümlü el kremini, elinin üzerine süremiyor, küpe takamıyor, zaman saatini taşıyamıyor bileğinde, görmek istediği filmleri sinema da görmek istiyor ama gidemiyor, kitap okumaya âşık ama Stefan Zweig kitaplarını okuyamıyor. Perilere dargın, meleklere küs, kuğuların olduğu parklara gidemiyor. Şair, yolda usulca yürüyen bir erguvan ağacı, sokaklarda koşan bir çocuğun gülümsemesi, yirmi dört ayar bir sabırla besleniyor. Aşk denilen güzel bir yola çıkmış, aşk denilen o güzelim masal, mesel, meselesi ise derde dönüştü. Şair hiç bahane aramadı, şikâyet etmedi, ikinci yeni şiirlerinden taburcu olamadı, ayrılmak istemiyor kendisinden, sevdiğinden, sadece ayrı kalmak istiyor. Dar zamanlar yolcusu, uzaklaşmak istiyor, belki yapamayacak ama gitmek istiyor kendinden. Şair, sadece ve sadece içinde saklı bir bahçe gibi duran şiirini yazmak istiyor. Şair, Rilke’ye hayran, şiirin bir bakış, davranış, eda, bir hâl, üzerinde çalışılan ve şiirin kalpten çıktığına, kalben yazıldığına ve kalbe seslenildiğini biliyor. Şair bunu kalbindeki hasretten biliyor. Şair, sürekli kendisi olmaktan yorgun! Eli hep canının üstünde yaşıyor ve anlattıkları bitince kendi kendini yazmaya başlıyor şiir. Bireysel ve toplumsal dertlerini aşarak, güneş aramaya çıkmış bir yolcu o! Perişan günlerden geçmiş, ilenç ve sapkın olandan uzak yaşamak istiyor. Şair, karşıtların çatışmasından bir kaşını yukarıya doğru kaldırıyor diyalektik! Canım insanı Goethe: “Genç şairler mürekkebe fazla su katarlar” der ya işte ondan! Ben de aşka çok su vermişim yeşersin, çiçekten, meyvenin balına dönüşsün diye acı çekiyor! Şiiri, aşkı ve kendisini ve sevdiğini korumak ve muhabbette her dem, dem olabilmek için kısa bir süreliğine terk ediyor içindeki kadim inceliği.
Şair, yorgun, umutsuz, mutsuz ve kalbi incinmiş. Şair yeni kitabına hazırlanıyor. Kitabını aşkla yazıyor. Şair ecza kokuyor, şair ağır yaralı!