Ersin Kurt
Film başlar başlamaz elinde tuttuğu kafesin içinde ”pamuk gibi” bir kediyle eski İstanbul’un eski kaldırım taşlarını ezerek, Olcay Hanım rolü ile filme muhteşem bir giriş yapıyor Yıldız Kenter. Doğrusu o an, geçen yıl yitirdiğimiz kıymetli değerin önemini bir kez daha anlıyorum.
Semt kahvesinin önünden geçerken birçok boşboğaz kafese koyduğu kedisi sebebiyle Olcay Hanım’a ”deli” sıfatını yakıştırsa da Poyraz Baba (Orhan Çağman) tez vakitte boşa açılan çeneleri kapatmasını biliyor. Üstelik bunu o kadar doğal, o kadar yalın ve o kadar ustaca yapıyor ki geçmişe özlem duymamak, yiten tüm sinema emekçilerimizi saygıyla anmamak mümkün değil.
Olcay Hanım’ın yolculuğu eski bir tanıdık ziyareti ile nihayete eriyor ve bizler de bu vesile ile konuşma esnasında kafesteki kedinin isminin Hanım olduğunu öğreniyoruz. Ve tabii Olcay Hanım’ın elindeki kafesle sokakları arşınlama sebebini de…
Olcay Hanım, Hanım’a yeni bir sahip arama derdine düştüğü için Hanım’ı yılbaşı paketi edasıyla allayıp pulluyor ama ne yazık ki evin hanımının sert tutumu karşısında elinden çok da bir şey gelmiyor. Bu esnada dominant ev sahibi ile gündelikçi arasındaki diyaloglar da muhteşem. Özellikle o sahnelere dikkat kesilmenizi şiddetle tavsiye ederim.
Olcay Hanım’ın mahallede arzı endam etmesinden sonra sinemamızın bir başka ulu çınarına, Necip Kaptan rolüne hayat veren Eşref Kolçak’a dönen kameralar, Marmara Denizi’nde eski bir çapara ile mücadele eden bir kaptanın hayatına temas ediyor. Yeni yetme miçosu ile gemi ve hayat üzerine anlamlı bir münakaşaya giren Necip Kaptan’a hak vermemek olanaksız. Tüketim toplumu olduğumuz, geçmişe ait değerlerimizi bir kalemde sildiğimiz gerçeğini önümüze seren Necip Kaptan’a bu gerçeği bir kez daha bizlere hatırlattığı için ne kadar teşekkür etsek az.
Necip Kaptan ile kısa bir sohbetten sonra mahzun bir şekilde evine dönen ve yalnızlığının kapısını aralayan Olcay Hanım’ın elinde tuttuğu raporlardan kanser olduğunu ve kedisine bu yüzden yeni ve korunaklı bir yuva aradığını öğrenince kahvehanedeki kuru kalabalığa olan kızgınlığım bir kat daha artıyor açıkçası. Ne yazık ki usta şair Gülten Akın’ın dizelerinde vurguladığı gibi: ”Ah, kimselerin vakti yok. Durup ince şeyleri anlamaya…”
Ertesi günün sabahında kontrol için doktora giden Olcay Hanım’a doktorun; ”Kızınızla damadınız durumu biliyorlar mı?” sorusuna cevaben Olcay Hanım’ın konuşması tam bir ders niteliğinde. Geçmişte de, günümüzde de, gelecekte de asla geçerliliğini yitirmeyecek müthiş bir ders:
”Hayır. Kimseye bir şey açmadım. Herkesin derdi kendine yeter. Elden gelecek bir şey yokken neden insanların huzurunu kaçırayım? Neden insanlar çaresizliğe düşünce beni bir yük gibi görsünler?”
Yalnızlığına ve hastalığına bir de kızının vefasızlığını ekleyen Olcay Hanım’a tek teselli ise özel ders verdiği Canan oluyor bu dönemde. Kocası (Faruk Dilaver) deniz yüzbaşısı iken Dumlupınar’da şehit düşen ve sonrasında kızını yalnız başına büyütmek zorunda kalan Olcay Hanım’ın usta bir piyano öğretmeni olduğunu da yine Canan’ın Olcay Hanım’a olan ziyaretleri sebebiyle öğreniyoruz. Bu esnada Canan’ın, Hanım’ı çok sevdiğini gören Olcay Hanım’ın kediyi Canan’a verme isteği de Canan’ın annesinin ambargosuna uğruyor ne yazık ki. Kısacası Olcay Hanım’ın arzusu yine karşılığını bulmuyor.
Normal seyrinde ilerleyen filmde Olcay Hanım’ın durumunun ağırlaşması sebebiyle halüsinasyonlar görmeye başlaması, şehit düşen kocası ile konuşuyormuş süsü verilen replikler güzel giden akışa sekte vursa da neyse ki çok fazla uzamıyor.
Her şeye rağmen Olcay Hanım uyandığı her yeni günde kararlı duruşundan asla vazgeçmeyeceğini, eski bir arkadaşı olan Siranuş adındaki bir Rum kedi severe gidince çok daha net bir şekilde belli ediyor. Siranuş Hanım’dan kedisine bakacağına dair söz alan Olcay Hanım gönül rahatlığıyla evinin yolunu tutarken bindiği belediye otobüsünde Berna Laçin’in ergen hâli ile filme konuk olması bizlere sürpriz olsa da otobüsteki gençliğin konuşmaları, eski İstanbul caddeleri, belediye otobüsleri ve ticari taksileri biz sinemaseverlere tam bir nostalji havası estiriyor.
Olcay Hanım’ın pek çok gün yaptığı gibi boğaza hava almaya gittiği bir gün Necip Kaptan da istemeyerek de olsa çaparisini Haliç’e, gemi mezarlığına götürmek için rotasının doğrultusunda ilerliyor. Bu esnada Olcay Hanım’ı gören Necip Kaptan Olcay Hanım’ı çaparisi ile son seferini yapmaya davet ediyor. Daveti karşılık bulunca da son derece keyifleniyor hâliyle. Ve her ne kadar Titanik edasında olmasa da güzel bir seyrin iki kahramanı oluveriyorlar.
Çapari ile yol alırlarken Olcay Hanım’ın etrafa şöyle bir bakıp:
”Nice zamandır boğazı denizden görmemiştim. Bir dünya gidiyor, yeni bir dünya geliyor. Bildik yalıların çoğu ortadan kaybolmuş insanlarıyla birlikte.” sözleri ağızlarımıza bir parmak bal çalıyor. Karşılık olarak Necip Kaptan’ın:
”Çok doğrusun Olcay Hanım. Bence insanlık kaybolmuş.” cevabı ise yine günümüze devasa bir spottan ışık tutuyor. Ve ben de böylelikle sinemamızın edebiyat ile iç içe geçmesinin ne denli gerekli olduğunu bir kez daha anlıyorum.
Filmin devamında Olcay Hanım’ın hayırsız kızı Ülkü’nün (Fatoş Sezer) annesini tamamen çıkar amaçlı ziyarete gelmesiyle sinemamızın vamp kadını Fatoş Sezer’i hem ne kadar çok özlediğimi hem de böylesi rollere ne denli yakıştığını bir kez daha anımsıyorum. Sinemamız adına çok erken bir kayıp.
Kocası Agâh’tan (Ferdi Altuner) boşanma kararını annesine müjde gibi vermeye ve çocuğunun da babasında kalacağını bildirmeye gelen Ülkü’nün asıl niyetinin ise annesine köşkü sattırmak olduğunu duyunca nedense hiç şaşırmıyorum. Tam anlamıyla kendisiyle özdeşleşen kurnaz ve sinsi bir rol…
Bu sıralarda yine sıklıkla halüsilasyon sahnelerine yer veren yönetmen Agâh’ın Olcay Hanım’a veda ziyareti ile bizlere aslında Agâh’ın ne kadar iyi ve anlayışlı bir adam olduğu gerçeğini de gösteriyor. Tabii bu esnada Ülkü’nün serseri kılıklı sevgilisi Ender’in de (Cem Özer) bir kan emici olduğunu Agâh’tan öğreniyoruz.
Artık durumunun günden güne ağırlaştığını fark eden Olcay Hanım Canan’a ders vermekten vazgeçtiğini, aldığı ders ücretini hak etmediğini Canan’a söyleyince genç kızın gözleri bulutlansa da Olcay Hanım genç kıza güzel bir nasihat ile veda ediyor:
”Başkalarına aldırma. İnandığın gibi yaşa. Yüreğin neyi doğru buluyorsa o yolda yürü.”
Olcay Hanım’ın öğrencisi Canan ile olan diyaloglarından sonra filmin ve Olcay Hanım’ın yaşantısının sonuna geldiğimizi anlamak hiç de zor olmuyor. Öleceğini hisseden Olcay Hanım son umutla Siranuş Hanım’ın evine gidince ise yıkıcı bir tablo ile karşılaşıyor. Şöyle ki; eve gittiğinde apartman temizlikçisinin Siranuş Hanım’ın boş evini temizlediğini görüyor ve temizlikçiden Siranuş Hanım’ın Amerika’ya, oğlunun yanına gittiğini ve evinde birlikte yaşadığı yaklaşık olarak elli, altmış kediyi de belediyenin zehirlediğini öğrenince apartmanın merdivenlerine yığılıp kalıyor.
Son derece üzgün bir şekilde kendisini sahil kenarına atan Olcay Hanım ile birkaç sokak serserisi dalga geçmeye yelteniyor ama Necip Kaptan Olcay Hanım’ın imdadına Hızır gibi yetişiyor. Ama sonrasında Olcay Hanım’ın üzgün olma sebebinin zehirlenen kediler olduğunu öğrenince de; ”Sokaklar kedi dolu Olcay Hanım. İnsan hiç kedi için üzülür müymüş? Ben zaten hiç sevmem bu nankör mahlukları,” diyerek deyim yerindeyse bir çuval inciri berbat ediyor.
Poyraz Baba ile eski bir İstanbul meyhanesinde dertleşirlerken de Necip Kaptan’ın yıllardır Olcay Hanım’ı sevdiğini, aşık olduğunu ve sırf onun yüzünden hiç evlenmediğini öğrenince Necip Kaptan adına da hayli üzülüyorum doğrusu.
Filmin sonlarına yakın Canan ile babası bir demet çiçek ile Olcay Hanım’a ziyarete geliyorlar ama Olcay Hanım’ın kalkıp kapıyı açması mümkün olmuyor maalesef. Günler sonra köşke annesini ziyarete gelen Ülkü ve beraberindeki Ender’in kapıdaki çiçeği ve nottaki tarihi görünce bir şekilde eve girmeleri kaçınılmaz oluyor. Ender odaları gezinirken Ülkü’nün son derece amatör bir hitapla: ”Ender, buraya gel. Çabuk gel,” demesiyle Olcay Hanım’a veda vaktimizin geldiğini anlıyoruz. Devamında da hangi akla hizmetse o günlerin gereğiymişçesine Olcay Hanım’ın tabutla birlikte defnedilmesine tanık oluyoruz.
Filmin sonunda ise Poyraz Baba ile sohbet edip dertleştiği meyhaneden dönen Necip Kaptan’ın bardaktan boşanırcasına yağan yağmurdan korkup Olcay Hanım’ın köşkünün sundurmasında titreyen Hanım’ı paltosunun içine koyup sahiplenmesine tanık olmanın mutluluğu ile bir nebze de olsa teselli buluyoruz. Hanım Filmi dolayısı ile de oturduğumuz koltuklarımızdan eski İstanbul’a yolculuk yapmaktan büyük keyif alarak filmimizi noktalıyoruz.

Yönetmen: Halit Refiğ
Senarist : Hait Refiğ, Nezihe Araz
Yapımcı : Cengiz Erhun
Oyuncu : Yıldız Kenter, Eşref Kolçak, Fatoş Sezer, Faruk Dilaver, Cem Özer, Ferdi Altuner
Film Müzikleri : Cemal Reşit Rey, Adnan Saygun
Vizyon Tarihi : 1 Ocak 1990