Önder Çolakoğlu– Metinlerarasılık… Çok sık duyduğumuz bir kavram. Julia Kristeva “Metinlerarasılık sonsuz bir süreçtir ve her metin bir alıntılar mozaiği gibi oluşur” der. Modern ve hatta postmodern şiirin poetikasında metinlerarasılık; önceden yazılan şiirlerle, yeniden kurulacak olan ilişkiyi, geleneği dönüştürmeyi ve geleneğin yeniden üretilmesini öngörüyor. Tam da burada Harold Bloom ise “Gelenek sadece nesilden nesle bir geçiş ya da yumuşak bir aktarım süreci değildir; aynı zamanda geçmişteki deha ile şimdiki yönelimler arasında bir çatışmadır” diyor. Yeni yazılan şiirin ses, müzik, yapı ve biçimsel açıdan daha önceki herhangi bir şiiri anımsatma – hissettirmesinin son zamanlarda arttığını görüyoruz. Aynı biçim, aynı yapı, aynı ritim hep. Esinlenme, çalıntı vs. kavramsallarla bunu açıklamak kolaycılık belki; ama böyle olduğu gösterildiğinde de şairin, durumu metinlerarasılık kavramına bağlayıp işin içinden sıyrıldığını görüyoruz.
Yani bir anlamda “yeni şiir” oluşturabilme sürecinde metinlerarasılık bir can simidi mi, yoksa bir tuzak mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz? Metinlerarasılık sonsuz bir süreç mi? Türk şiirinde yeni soluklanmalar ve yeni devinimler için ayağımıza vurulmuş bir pranga mı?
Veysel Çolak: Ne yaparsanız yapın, var olandan yola çıkarsınız; ama bu, hiçbir zaman var olanı yinelemek olmaz / olmamalı. Geleneği olduğu gibi korumanın bir değeri olamaz, ama öyle olduğu sanılıyor. Oysa sanatçı geleneğe ekledikleriyle gelenekçi olabilir. Doğru olan da budur. Çünkü bu, bir gelişmeyi içerir. Modernizm, postmodernizm akımlarıyla birlikte metinlerarasılık kavramı (anlayışı) girdi edebiyata. Bu anlayış sanatçının geleneğe yeni değerler eklemesinin önüne geçti. Yazılan bir şiirin (metnin) daha önce yazılmış bir şiirden / şiirlerden (metinden) yapı, biçim, biçem, imge, ses… bakımından yararlanması metinlerarasılık bağlamında değerlendiriliyor ve olağan sayılıyor artık. “Yanmetinsellik, üstmetinsellik, aşırımetinsellik, hipermetinsellik” gibi alt başlıkları da var yönelmenin. Bir metin oluştururken başka bir metinle gönderme (telmih) yoluyla ilişki kurabilir, o metinden açık veya gizli alıntılar yapabilirsiniz. Böylece elde edilen birliktelik sayesinde metinlerarası ilişki gerçekleştirilmiş olur.
Bu kabulleniş şairi biçem oluşturmaktan uzaklaştırıyor, onu başka şairlerin biçemlerini yineleyen duruma düşürüyor. Türk şiirini bilen biri kolayca görür bunu. Şairlerin özgünlükten uzaklaşmasının nedeni de budur. Metinlerarasılık, çalma-çırpmayı da işlerliğe sokuyor. Yakalananlar da metinlerarası ilişki kurduklarını söyleyip çıkıyorlar işin içerisinden.
1970’li yıllarda bir şiiri değerlendirirken seçmecilik (eklektizm) sıkça kullanılan bir kavramdı. Bir şiirde sözcüklerin, dizelerin kurgusu sağlam değilse ‘eklektik’ denilir, hiçbir açıklama yapmadan o şiir olumsuzlanırdı. Oysa pek de bilinmezdi bu kavramın anlamı. Biri çıkıp birkaç şairin biçemlerini yazdığı şiirde kullanmaya kalkınca, doğal olarak, bir tuhaflık çıkar ortaya. Uyumsuzluk hemen görülür. Yani bir biçem oluşturulamamıştır.
Metinlerarasılık bağlamında yazıldığı söylenen şiirlerin seçmeci (eklektik) bir anlayışla yazıldıkları rahatça söylenebilir. Bugün tam da bu açıdan bakarak değerlendirilmeli şiirler. Ne yazık ki seçmeci (eklektik) anlayış Türk şiirini geriletiyor, çünkü yaratıcılığı öldürüyor.
Yinelemeyi hep işlerlikte tutarsanız, bunun sonsuz bir süreç olduğunu söyleyebilirsiniz. Açmazı kendi içerisinde bir bakış açısı bu.
Cemal Süreya’nın yaklaşımıyla söylersem, yazılan herhangi bir şiirde önceki şairlerin şiir yazma deneyimleri bir biçimde vardır. Her şair şiir yazmayı kendinden önceki şairlerden öğrenir / öğrenmiştir. Önemli olan önceki şairlerden öğrenilenlere yeni şiir değerleri katmaktır. Bu da yinelemelerle olmaz. Hayatın sürekli değişimi, şiirin de sürekli değişimi olmalı.
Önder Çolakoğlu – Günümüz şiirinde şiirin oluşma süreçleri ve dili kullanmada şiir- öykü- düzyazının birbirine giderek yakınlaştığı ve hatta dibinde bittiği düşüncesi var. Bir şiirde öykü ya da düzyazı bileşenlerini var eden tüm damarları gördüğümüz gibi, bazı yazılarda da “ şiirsel dil” ile yazılmış “şiir bu” gibi sesleri çok sık duyuyoruz.
Yeni e’nin Ocak 2019 tarihli sayısında Nilay Özer’ “Günümüzde şiir, birincisi yapısı daha belirgin, kısa, lirizmi daha net şiirler; ikincisi yapısı dağınık, sözcük listesi geniş, düzyazısal ve sanatlar arası biçimsel özelliklere sahip şiirler olmak üzere iki hatta güçlü bir biçimde ilerliyor” diyor. Ki ikinci söylediği damarın ciddi bir yol kat ettiğini düşünüyorum. Bu bir tespittir elbette.
Tüm sanat dalları için mevzubahis olan hibridleşme-içiçe girme-kültürel melezleşmeyi şiirde nereye yerleştireceğiz? Bu yakınlaşmalar şiir-öykü- düzyazı gibi yazın türlerinin birinin gerçeğini-kimliğini yitirmesiyle sonuçlanma tehlikesi var mı? Şiirde melezleşme var mı? Bu kavramla şiirde lirizmin üstünün tamamen çarpılanması (ironinin doruğa çıktığı, toplumsallık ve gözle görünür ideolojik karşılığı olmayan ve mutlak bir “ben” ile sürüklenen bir sürec, ya da deneysel şiir kavramını da buna ekleyebiliriz ya da sanki tüm şiirimizin en büyük sorunu lirizmmiş gibi davranmak) arasında bir ilişki görüyor musunuz? Antilirizm kavramının bugünkü ve gelecekteki şiirimiz için anlamı ne ne olabilir?
Veysel Çolak: Çok uzun yazmayı gerektiren bu soru metni bu. Elbette bunu yapacak değilim, ama sorunun sonundan başlayarak şunları söyleyebilirim:
A- Her şiir anlayışı, gelecek her yeni şiir anlayışı diğer anlayışların karşısında olacaktır doğal olarak. Lirik şiir karşıtlığını da bu bağlamda değerlendirmek gerekiyor. Aslında bunu bir karşıtlık olarak da değerlendirmiyorum ben. Bugün lirik şiirin hâlâ ağırlıkta olduğu kanısındayım. Hem insani duyarlık olduğu sürece lirik şiir, lirik/modern şiir de varlığını sürdürecektir. Belki de yaşanan onca çirkinlik insanları daha çok lirik, lirik/modern şiire yönlendirecektir.
B- Modern, postmodern şiir anlayışları okuyucuyu hesaba katmaz, okuyucunun şiirden etkilenmesini, şiiri anlamasını önemsemez. Uzak çağrışımlar üzerine kuruludur bu anlayışlarla yazılan şiirler. Yaşananla birebir örtüştürme çabasıyla yazılmamışlardır.
C- Her şiiri biriciktir. Şairi tarafından bile yeniden yazılamaz. Bu doğru ortadayken herhangi bir şiir anlayışını, herhangi bir şiiri ölçüt alıp diğer anlayışlarla yazılan şiirleri yok saymak olanaksızdır. Biri çıkıp oluşturduğu metne şiir diyebilir. Bir başkası eleştirel, akılcı bir dil kurabilir bir metin oluştururken. Bazıları bilgi aktarmayı önceleyebilir. Öğreticiliği öne çıkartanlar da olabilir. Slogan dile, politik dile, polemik dile… sarılanları da anlayışla karşılamak gerekir. Bunlar hep olageldi. Bundan sonra da olacak kesinlikle. Örneğin lirik şiiri ölçüt alırsanız diğer anlayışlarla yazılan şiirleri bütünüyle yok saymak durumunda kalırsınız. Bu, olmaz.
D- Bir şair amaçladığı şiiri yazabilmek için her olanaktan yararlanabilir. Diğer sanat disiplinlerinden işine yarayanları alabilir. Romandan, hikâyeden, masallardan, mitolojiden, fıkralardan; resim, karikatür, heykel ve resim dilinden yararlanabilir. Böylece şiirsel bir metin oluşturabilir. Bu noktada unutulmaması gerekin şudur: Şiirsel, şiir değildir. Birçok metin için “hibridleşme -iç içe girme – kültürel melezleşme” ve benzer nitelemeler yapılabilir. İyi de neyi ölçüt alacağız bu durumda? Yani belli bir şiiri anlayışını ölçüt alıp diğerlerini olumsuzlamak doğru bir yaklaşım olmaz. Bu durumda yapılanları, yazılanları birer aranış olarak değerlendirmek doğru olur. Belki de bu aranışlardan kucaklayıcı, kavrayıcı, kuşatıcı yeni bir şiir ortaya çıkabilir. Yeter ki şiirin birikegelen şiir bilgileri unutulmasın, o bilgiler hep işlerlikte olsun. Yeter ki yapılan iş bir yozlaştırmaya dönüşmesin.