Nisan Serap: Siyaset hayatın her alanında varlığını sürdürürken, gazetecilerin bu anlamda yayımladıkları kitapların, edebiyatın önüne geçip çok satıyor olmalarını nasıl yorumluyorsunuz?
Serap Erdoğan:
MARİANA ÇUKURU BAĞIŞLASIN
İlk dedikodudan hatta ilk tellaldan başlayarak günümüze dek haber verme ve haber alma insani bir dürtü olagelmiştir. Merakın yanı sıra buna farkındalık edinme, korunma, önlem alma, güvenliğini sağlama gibi ihtiyaçlar da eşlik etmiş olmalı.
Şimdilerde teknolojinin baş döndürücü gelişimi, dünyaya paralel olarak bizde de basılı gazetelere ücretsiz bile olsa talebi azaltmış, çevrimiçi internet gazeteciliğini bile sadece yandaşlıkla varlığını sürdürmeye çalışırken yok olma tehlikesi ile yüz yüze getirmiştir. Bunda basın etiği denen kavramla hiç tanışmamış veya siyasi iktidarlar için kullanışlılıkları ölçüsünde sistemdeki pozisyonlarını korumuş gazetecilerin(!) rolü büyüktür. Haber alma dürtüsü, haber verme dürtüsü ile buluşmuş, internetin olanakları sayesinde gerçek haberciler birer fenomen(görüngü) olma noktasına gelmişlerdir.
Bir dedikoduda bile az da olsa gerçeğin kırıntısına rastlamak mümkünken kurgunun olanaklarını sonuna dek zorlayan edebiyat ülkede yaşananların gerçekliği yanında yetersiz kalmıştır.
Yaşanan o ki, yalanın ve hamasetin denizinde amirallerin gemileri batmış, Mariana Çukuru’ndaki karanlıktan ve basınçtan dolayı körleşmiş ve şekilsizleşmiş bir takım omurgasız varlıkları andıran gazetecimsiler, onların yalpalayan salını kıyıya çaresizce ulaştırmaya çalışmaktalar.
O gemiye hiç binmemiş ya da vakit varken atlamış bazı gazetecilerin gerçeğe sadakatle yazdıkları kitaplar çok satıyormuş; satacak şimdilik. Ancak edebiyatın anemon gibi kötüyü zehirleyip, biz renkli palyaço balıklarını koruyan ve iyi eden bir yanı var.
Her gün olanlar karşısında giderek birer şakayığa dönüşüyor bilincimiz. Ertesi gün daha büyük bir şaşkınlıkla ve acıyla hayretin solgun yapraklarının arasında gerçeği avlamaya çalışıyoruz. Aklımızın anemonunda yalandan ve riyadan, ahlaksızlıktan ve şekilsizlikten bağımsız işçileri var gerçeğin neyse ki. Ünsal Ünlü oluyorlar, Ruşen Çakır oluyorlar bazen. Soluk tazeliyoruz zehirden kaçarken.
Yalanın besili bir yılan olduğu zamanlarda gerçeğe susuzluk bir vakit dinmeyecek. ‘’Şair sözü yalan olur’’daki masumiyete varana dek.
Gökçenur Ç.:
Son derece doğal buluyorum. Yaklaşık on beş yıl önce ilk kez Frankfurt Kitap Fuarı’nı ziyaret ettiğimde şöyle bir gerçek suratıma çarpmıştı. Dünyada yayınlanan kitapların sadece %5’i edebiyat kitabı. Yayıncılık dünyada kapitalizmin egemen olduğu ülkelerde bizdeki gibi romantik, idealist bir girişim değil büyük ve önemli ölçüde sermayeye dayanan bir sektör. Elbette tüm piyasa kuralları işliyor. Satışı arttırmak için başlık sayısının, arzı, üretimi arttırmak gerekiyor oysa edebiyatın üretimi de kısıtlı alıcısı da toplumun küçük bir kesimi. Bu yüzden farklı kanallardan kendi okurunu/alıcısını yaratabilen kitaplar yayıncıların ilgisini çekiyor. Gazeteciler ise yazdıkları yazılar her gün binlerce kişi tarafından okunan yazarlar. Yazdıkları yazılar da gazete ile birlikte bir kaç dakika içinde okunabilecek, toplum ortalamasına hatta biraz ortalamanın alt sınırına hitap eden yazılar. Bu nedenle de çok okunuyorlar.
Dolayısı ile gazetecilerin yazdıkları kitaplar sadece siyasetle ilgili oldukları için değil insanlar tarafından tanındıkları için çok satılıyor. Gönül Abla’nın ya da Haydar Dümen’in köşesinde yanıtladığı mektuplar kitap olsa (olmuş mudur acaba?) onlar da çok satar.
Çiğdem Sezer:
Toplumun edebiyatla ilgisi(zliği) ile açıklanabilir bir durum. Çok da yeni sayılmaz. Edebi olan, emek ister; yazarken de okurken de. Popüler olandan uzak durur. Oysa günümüz insanı aksini istiyor; popüler olsun, fazla emek gerektirmesin, kolay tüketilsin, “prim” sağlasın.Bu yüzden de edebi olana değil, güncel-popüler olana yöneliyor. Bu durum, hemen her dönemde böyle olmuş ama giderek artıyor. Bunun dışında, siyasi anlamda her şeyin iç içe geçtiği, kimin elinin kimin cebinde olduğunun belli olmadığı dönemlerden geçiyoruz. Hal böyle olunca, insanlar merak ediyor, okuyor. Bence bunda bir sorun yok. Kaynakları, referansları güvenilir olursa, tarihe not düşmek açısından yararlı bile sayılırlar. Edebiyat eserlerinin az okunur olmasını bu yolla açıklamak doğru olmaz. Nitelikli okur “yetiştirilen” dir çünkü “bulunan” değil. Konuyla ilintili diğer tüm alanları ( eğitim, sosyal medya vb.) dışarda bırakıp, edebiyat eserlerinin az okunurluğunu, gazetecilerin yazdığı siyasi kitapların çok satışı üzerinden açıklamak, bana zoraki bir kıyaslama gibi geliyor.