
Modernizmin; bilimin, teknolojinin, özgürlüğün, bireyselleşmenin önemsendiği ve aklın ön plana çıkartıldığı bir dönem olduğu bilinen bir gerçektir. Modernizmde insandan; kendi davranışları ve özüyle, nesneler arasındaki ilişkiyi akılla kurması istenir. Peki, akla bu kadar güvenmek doğru mudur? Aklı ön plana çıkarma çabasıyla öznenin daha özgür olmasını amaçlayan modernizm; insanı yani özneyi süreçlerin sonunda nesneleştirmiş, onun etik yönünü zayıflatmış, bilgiye doyurmuş ama inancının yerini bilgiyle doyurma amacını gerçekleştiremeyerek insanı bunalıma ve melankolik bir psikolojiye sürüklemiştir. Bu melankoli ve bunalım toplumsallaşamayan, ötekine karşı mesafeli olan sanatçıları da travmatik bir yaşama sokar. Nilay Özer’in Korkuluklara Giysi Yardımı1 adlı son kitabındaki şiirlerde bu melankoli ve travmanın etkisi görünüyor. Hippokrates melankoliyi; “acı ve kaygının uzun sürmesi” , Homeros ise “genel duyarsızlık” olarak tanımlar. Melankoli kavramı bazı dönemlerde dini argümanlarla açıklansa da Kierkegaard’ın “tinin histerisi” tanımıyla zihinlerdeki imgelemini bulur. Bu bağlamda Özer imgelemini; bilinçaltı ve bilinçdışındaki görsel imajların heterojen birleşimiyle kurar. Nilay Özer; kitabınbirinci kısmındaki şiirlerde melankolik;ikinci kısımdaki şiirlerindeyse bunalıma ve sıradanlığa isyan hislerinin arasında travmadabulunan bir şair duruşu sergiler. Özer’in içinde bulunduğu melankoli tıpkı Kierkegaard’ da olduğu gibi onun yazınsal yaratıcılığını arttırır. Şair zihinlerde; şimdinin askısında kararsız bir algı yaratsa da verili gerçekliğin, günlük hayatın sıradanlığında trans halindeki insan davranışlarının farkındadır. Bu farkındalık algısıyla azılı bir melankolinin içine sürüklen şair; bunalıma ve sıradanlığa karşı koyma hissiyle melankoliden kurtularak psikolojik durumunu dengeler.
Nilay Özer Baudelaire gibi acı çekmeyi seçmemiş acıyla beraber güçlenerek isyan etmiştir. O acıdan, bunalımdan ve melankoliden gücünü alıp her türlü gücün karşısında korkuluk rolüne soyunanların tavrına isyan edip bunu da yaşam biçimi yapar.Bugünün felsefi, bilimsel, sosyolojik ve sanatsal algısına uygun düşen yeni bir imgelem kuran şair geleneksel biçimleri özgünleştirerek dönüştürür. Doğal ve paylaşımcı toplum anlayışından maddesel ve mekanik bir topluma geçişte; bireyin ahlaki ve vicdanı algılarında oluşan dengesizlik ve düzensizlik bireyi hayatın içinde kuklalaştırarak, paylaşımın ve toplumsallaşmanın yokluğunda Durkheim’ın anomi kavramıyla açıkladığı kuralsızlık ve düzensizlikle baş başa bırakmıştır. Küreselleşmenin kuyusunda bıkkınlık ve çöküntü içindeki bireyi melankoliyle birlikte ustalıkla şiirine katan şair; bireyin bilinçaltında gizlenen toplumsallaşma hissini bilinç düzeyine çıkartmak için kurar imgelemini.

Arthur Rimbaud, StephaneMallarme ve Charles Baudelaire gibi ozanlar modernist şairleri etkilemiş, bazı eleştirmenlere göre modern şiir, sembolist şiirin ikinci dönemi olmuştur. Dolaylı ve sembolist anlatım; realizme karşıt, gerçeği kuran değil yıkan ve kurduğu dille yaşamın önünde olan bir anlayışa sahiptir. Modernistler için dil, insan zihnindeki gerçeklerle dış dünyadaki fenomenler arasında bir köprüdür. Dili, insan gibi nesneleştiren kimi şairler, iç seslerini unutup ötekine kulak vermiş ve böylece hem kendilerini hem de dili bunalıma sürüklemiştir. Bu noktada yeni, özerk bir dil kurulması mümkün müdür? Mümkündür fakat imgeyi, gerçek ve hayalin ötesinde anlamsal olarak saçmaya varan sıfat tamlamalarına eşitleyen, öznenin kendi dışında bir dilin kurulması mümkündür. Nilay Özer’in okuyucunun zihinsel yetileri ve deneyimleriyle bağlantılı olarak her an yeni bir görüntü kazanan imajları dildeki bunalımı aşarak, özgünleşir. Her anın içinde farklılaşan bu imaj ve imgelem onun şiirindeki entelektüel yönü güçlendirir. Görsel imajların yoğunluğu şiirini daha gerçekçi kılarken okurun hayal gücünü oldukça zorlar. Bilinçli kurulduğu açık olan bu imgelem; Özer’in şiirini soyuttan somuta evirir.
Günümüz edebiyatının geldiği noktayı göz önüne alırsak yetenekli olmak şiir için tek başına yeterli değil. Çağın ruhunu yakalamak, takip etmek, şiiri sezmek ve kurmak. Bunların yanında okumanın şair ve yazarlar için kaçınılmaz olduğu da bir gerçektir. Fakat okuduklarını içselleştiremeyen, kanına karıştıramayan şair ve yazarların, özgün ve içkin bir dil oluşturamayacağı açıktır. Burada çok okumayı yadsımıyorum. Ama okumaktan ziyade şairin, düşünme eyleminin daha önemli olduğuna inanırım. Virginia Woolf’un her gün yürüyüşe çıktığını, bu yürüyüş esnasında kitaplarını kurguladığını, gittiği her yerde insanları izlediğini ve tüm bunları içsel itkisiyle beraber kâğıda döktüğünü biliyoruz. Yine Heidegger’in, yaptığı yürüyüşlerle metinlerini yazmadan önce doğayla temas halinde olduğunu hatırlatayım. E.Cansever, Ruhi Bey’i, Çağrılmayan Yakup’u sadece okuyarak mı yaratmıştır? Bence değil. Yaşayarak, arayarak ve düşünerek yaratmıştır. Son kertede Nilay Özer’in şiiri, yaşamdan, değişimlerden, yeniliklerden, sıradanlıklara karşı koyuştan korkan insanları giydiren bir şiir. Özer; günümüz şiirinin; izleyen, düşünen, içselleştiren ve böylece şiirini kuran güçlü şairlerinden.
Kaynakça
Nilay Özer, Korkuluklara Giysi Yardımı, Yasakmeyve Komşu Yayınları, İstanbul 2015.