Türk Edebiyatı’nda hafızalarda yer eden şairlerin ortak özelliklerinin en başında söyleyişteki güzelliğe önem vermeleri gelir. Usta şairler insanlığın ortak sorunlarını, kendi iç dünyalarını, ideolojilerini, duygularını dile getirirken, dilin inceliklerini kullanırlar. Ahmet Günbaş da Gölgesi Yaralı’ da kendine özgü bir söyleyişle oluşturmuş şiirlerini. Şiirlerinde adeta tablo çizmiş sözcüklerle. Derin çağrışımlı imgeleriyle dilin olanaklarını genişleten yeni söylemler oluşturmuştur. Son derece duru bir Türkçeyle derin anlamlar yaratmayı kısa şiirleriyle başarmıştır.
Gölgesi Yaralı⃰ , Ahmet Günbaş’ın Hayal Yayınları’ndan çıkardığı son kitabı. Şairin; Ömürlük, Aşktan-Şiirden ve Külbilgisi şeklinde adlandırdığı üçbölümden oluşan kitabı toplam 152 üçlükten oluşuyor.
Kitabın genelinde yoğun bir lirizm hâkim. Geçmişi ve geleceği arasında kalan, ölüm duygusunun kıskacında sıkışan bir özneye rastlanır. Bu durum kendini Ömürlük bölümünün ilk üçlüğünde ele verecektir.
“Gürül gürül geçtiğindir, kulak ver
rengârenk adımlarla sonsuza doğru…
Geçmiş anımsatır gelecek dürter” ( s:9)
Şiirin merkezine kendi “ben”ini yerleştiren Günbaş, geçmiş ve gelecek arasında sıkışan okurla da ilişki kurar.
Kendini ölüme doğru ilerleyen yorgun bir yolcu olarak görür Günbaş’ın ‘ben’i. Özne bazen kendiyle bazen doğadan bir varlıkla söyleşir. Geçen zamandan, yaşlılıktan ve nihayet ölümden dolayı duyulan çaresizliğe karşı bir direnme çabasıdır bu. Öyle ki bir ağacın çürümesi ve kendi ölümüyle şöyle bir bağ kurar:
“Akşamdı, kederlerle yüklü…
Ağacın biriyle baş başa
çürümeye getirdik sözü!..” (S:10)
Bu üçlükte, kişileştirmenin kullanılışı okuyucunun zihninde yarattığı görsel hareketlilik açısından da oldukça başarılıdır.
Ölüm, umutsuzluk, yaşlanmanın hüznü, gençliğe özlem ya da kaybolan zamana duyulan hayıflanma şiirlerde izlek olarak kullanılagelmiştir. Gölgesi Yaralı’da Günbaş, duyguların algılanışının yanı sıra yansıtılışındaki ustalıkla da dikkat çekicidir. Bunu imgelemindeki özgünlük, dilin imkânlarından yararlanma ve çağrışım gücünün yüksekliği gözler önüne sermektedir.
Günbaş, somut bir şiir anlayışıyla ele almıştır Gölgesi Yaralı’yı. İmgelemini hayatta karşılığı olan bir yapıyla oluşturmuştur. Kendinden yola çıkarak eşyayla, dış dünyayla ve doğayla ilişki kurarak şiir coğrafyasını oluşturmuştur. Özellikle doğadan yaptığı aktarımlar oldukça dikkat çekicidir.
“Daha dün aynı çekirdekte koyun koyuna
düşüne yattılar sızma bir aşkın
Zeytin, hasretle bakar kara suyuna” (s:42)
Sabahla şakıyan limon çiçeği
nerden öğrenmiş o şarkıyı
uçuçböceği mi olsam kelebek mi” (s: 29)
Şair, kurduğu coğrafyasına insanın ayrılmaz bir parçası olan doğayı ustalıkla yansıtmıştır. Bunu; benzetme, intak(konuşturma) ve kişileştirme sanatlarından da yararlanıp okurun zihninde daha fazla duyuya hitap ederek başarmıştır.
Mayakovski, “Şiir bir üretimdir, çok güç ve çok karmaşık türden bir üretimdir” der. Günbaş, modern şiirde her şairin işleyebileceği izlekleri; beslendiği duygusal ve düşünsel kodlarla, yaslandığı kültürel ve ideolojik birikimini de kullanarak kısa ve yoğun bir üretim yapmıştır. Dizelerini kurarken duyular arasında yaptığı sıçramalar, farklı sözcükleri şiirine yedirmedeki becerisi de belirgindir. ”Ey benim şiirdeğer inceliğim”, “yağmalanmış hevesi delimsek çağımda” dizelerinde bu durum göze çarpar.
Kısa şiirlerde duygu yoğunluğunu vermek oldukça zordur. Şiire aklın ve sezginin yol arkadaşlığıyla gidilir. Günbaş şiirinde içtenliği ve doğallığıyla okuru böyle bir yolculuğa çıkarır. Okur adeta kendini anlatan bu dizelerde aşkı, hüznü, yaşlanma ve ölüm korkusunu, yaşadığı ülkenin sancısını kısacası gölgesi dahi yaralı sarsak bir yolcuyu görür.
“Güz hüznü deyip geçme
Yaprağın halleri yaman!
Gel, bölüşelim bir çıtırtıyı” (s:15)
Bu dize, dilin söyleyişindeki sadelik, duygunun aktarımındaki güzellik açısından oldukça başarılıdır. Sıradan bir sonbahar hüznüne getirdiği paylaşım yüceliği sadece naif bir şair tarafından gerçekleşebilir.
Ölüm karşısında şairlerin duruşu farklılıklar arz etmiştir edebiyatımızda. Yunus, Cahit Sıtkı, Cemal Süreya, Dağlarca ölüm kavramını şiirlerinde kendi iç dinamikleri paralelinde işlemişlerdir. Gölgesi Yaralı’da dikkatimi çeken ölümden korkma, ölüme meydan okuma, ölümün eşitlikçi misyonu gibi farklı bakış açılarını içeren dizelerin varlığıdır:
“Yoruldum şiiridir bu, kimse şaşırmasın!
Ah ile vah ile uçurdum son kuşumu
Ne demiş şair: ‘Üstü kalsın” (s:12)
Bu üçlükte Cemal Süreya’nın şiirine gönderme yaparak telmih sanatını kullanan Günbaş, ölüm kavramı karşısında aciz bir duruş sergilemiyor. Aksine ölümü soğuk ve ürkütücü ifadelerle değil “son kuşun uçması” olarak dile getiriyor.
“Biz gideriz gayrı ölüm konuşur
Ölüm ki ikiletmez
Kim kimin nesiydi fark etmez” (s:15)
Bu dizeler ise ölümün tüm sınıfsal farklılıkları eşitleyen misyonundan bahsediyor.
“Hayata karşı siper alır gibi yazı masama yaklaştım” diyor Pessoa. Şiir şairinin kalbidir. İnce ruhlu şair; aldanış ,hüzün sevgisizlik, vb. duygular karşısında yazarak direnir. Günbaş da şiirinin bütün bileşenlerini kullanarak doğadaki nesneleri zihinlerde en estet hale büründürmüştür.
“Ah, kalbi olana ağırmış dünya!” dizesi başlı başına bir şiir değil midir?
Ya da
“İnceciksin ah kalp çiçeği nakışlı bir dirim
İçten içe çıt sesinden tanırım seni
Ey benim kırılgan şiirim” (s:17)
üçlüğü imgelemindeki özgünlük, dilindeki canlılık, çağrışım zenginliği ile insanla derin bir ilişki kurmuştur.
Gölgesi Yaralı’da sadece kişisel sorunlara değil toplumsal sorunlara da dokunan bir özne söz konusudur.”Şiir toplumların tarih burcudur” diyor Octavio Paz. Toplumsal bellek oluşturma gibi bir çabası olduğunu düşünüyorum Günbaş’ın. Aymazlığın kol gezdiği çağımıza seslenen şair, kendinden başkasını düşünmeyen, insanlık için kılını bile kıpırdatmayanlara sesleniyor. “şiir tarafınızdan kalkın” diyor.
“Şiirsiz insan tehlikelidir. Kana ve gözyaşına boyar dünyayı. Bugün insanlığın sonunu getirecek gibi görünen yapay zekânın yanı sıra giderek artan benzerliği, sıradanlığı da konuşmak gerekir. Oysa şiir, bizi sürü toplumundan ayıracak önemli bir farkındalık aracıdır.” Ahmet Günbaş’ın Dünya Şiir Günü için paylaştığı bu notun “şiir tarafınızdan kalkın” seslenişini açıklayacağını düşünüyorum:
“Şafağından kan damlıyor hayatın!..
Ey ağır uykularda çürüyenler,
bir kez de şiir tarafınızdan kalkın! (s:20)
Şairin toplumsal sorunlara değinmesi şiirine didaktik bir atmosfer mi katıyor diye düşünülebilir. Fakat Günbaş’ın söz ve anlam sanatlarından yararlanması, güçlü imgeleri ve şiirinin diğer bileşenleri lirizmin daha ağır bastığının göstergesidir.
“Anladık günler zifir, oluk oluk kan
Sabahı bir şey demez umut körüne
Parmak kaldırsın uyumayan!” (s:61)
Hüzün, keder, ölüm, yaşlılık izleklerinin yoğun olarak kullanıldığı eserde, hayattan umudunu kesmiş yaralı bir öznenin – ne kadar gelgitler yaşasa da- her şeye rağmen aşka olan özlemi ve isteği de göze çarpar. Yaşlanmış olan özne aşkla tüm acılara katlanacağını dile getirir.
“Ah bu anlı şanlı kırmızı!
Hangi gülle söz kesmişse sabaha
Aşk olup uyandırır sol yanımızı” (s:11)
ya da
“Sarsak bir yolcuyu hangi serüven paklar?
daha ilk dizede daralır soluğu…
Aşk olsaydı yorulmazdı bu kadar!” (s:17)
Gölgesi Yaralı’ da kendi trajedisinden yola çıkan Günbaş izlekleri doğrultusunda insanla derin bir ilişki kurmuştur. Görme, dokunma, işitme duyuları iç içe girip adeta bir girdap etkisi yaratarak ortaya görsel hareketliliğin olduğu tablo gibi dizeler çıkarmıştır. İyiye, güzele, aşka ulaşma ve kendini onarma çabasını elindeki tek silahıyla gerçekleştirmeye çalışmıştır.
Ahmet Günbaş, her koşulda yaşamını sürdürebilen, nefes alıp veren, kendi kederi ve aşkıyla işlediği bir dil yaratmıştır. Söz sanatlarından imgeselliğe, doğadan aktarımdan sembole kadar geniş yelpazeye dayanan anlatım ile çoğalan bir şiire ulaşmıştır.
⃰ Gölgesi Yaralı – Ahmet Günbaş, Hayal Yayınları, 1. basım, Mart 2018
Dipnot: Mavi – Yeşil Dergisi’nin 115.sayısında yayımlanmıştır.