Ali Hikmet Eren
Kedilerini yazmıştım İzmir’in… Köpeklerini de biliyordum, tanışmıştım da, yazmamıştım. O yazının konusu değildi o zamanlar köpekler, Hayati Baki’nin kedisi kafa roldü o zamanlar!
(Köpekleri de vardır Hayati Baki’nin; bilenler bilir; yaralı, duygusal.)
Sanırım, kedilerini anlatırken İzmir’in, bütün sokak hayvanlarıyla, kedi, köpek, kuzu, martı, kumru ve devasa kargalarıyla bir bağ kurmuştum aramda, o zamanlar; Sinop’la bile.
1 Mayıs 2018 akşamında İzmir’deydim. Yeni çıkan kitaplarımızı yanımda taşıdığım iki çantaya zulalamış, gün kararırken yetiştirmiştim meydana; romanların klarnet, keman, darbuka sesleri arasında, akşama da uzayan 1 Mayıs kutlamalarının tam da ortasına.
İzmir farklı, içinde olmaktan huzur duyduğum bir kent benim için; denizi, insanı, kadınları ve erkekleri, romanları, polisleri, umumi tuvaletleri, kedileri ve köpekleri… Benzemiyor Ankara’ya.
Midye yeme fırsatım olmadı bu ziyaretimde, yoğunluktan. Kokoreç yedim, yedik; Mahzun’la, onun da çok meşhur ilan ettiği bir kokoreççide, Alsancak’ın içlerine uzun bir yol yürüdükten sonra. Bütün kokoreççileri meşhurdur oysa İzmir’in, kumrucuları, midyecileri… Ankaralılar bilir de bunu, çok fazla yol yürüdük Mahzun yüzünden…
1 Mayıs’tan aklımda kalan, alanda, Alsancak’ta, o kalabalık içinde kendine yer edinen kurt köpeği oldu biraz da kediler yoktu meydanda, onlarda da kaldı aklım; keşke onlar da olsaydı.
Sazlar, sözler, danslar…
Bütün miting alanını, alana birasını, sazını, sözünü ve dansını alıp gelen herkesi korumaya çalışıyordu o kurt köpeği. Tam bir uyum içinde olmalıydı her şey; önceki tecrübelerine uymayan, meydanın uyumuna aykırı her şeyi dikkatle izliyordu.
Tanımadığı, başka insanlar gelip çimenlere oturuyor, onları koruyup kolluyor, kim çağırırsa yanına, yardımına, tanışmaya gidiyor, vakur bir edayla, kendisini sevmek isteyenlere izin veriyor, çok da zaman kaybetmeden alanını korumak için yeniden dikiyordu kulaklarını. Büyük bir meydan, büyük bir alandı korumaya çalıştığı; tedirgindi bu yüzden.
Ertesi günlerde, İnciraltı’nda, Konak’ta, Buca’da, Karşıyaka ve Hatay’da gördüm aynı köpeği. Alanını korumaya devam ediyordu; selamlaştık.
Ankara’nın köpeklerini düşündüm sonra, bulduğum her fırsatta selam versem de selamımı almayan, sürekli hırlayan, hatta son zamanlarda kendi hemşehrilerine bile saldırma, ısırma gafletinde bulunan, Ankara’nın köpeklerini…
Bir tanesini evlat edinmiştim, yıllar önce bahçeme, yavrularını da sonradan. Kış kıyamet, onca yol gidip, soba yakıp, ısıtmış, tavuk suyu çorba ikram etmiştim onlara günaşırı, bahçede. bir kış boyu bakındım onlarla, bahçede.
O unutmadı da, yavruları tanımadı beni yaza…
Gördükleri her yerde onları taşlayan, sokaklara mama ve su bırakmayan, hadi sokakları bırakalım…
Eskişehir’deki o üniversiteli kızın kısıtlı parasıyla aldığı ve parkta onlara ikram ettiği gözlemeyi, benim evlat edindiğim, önce bir, sonra yedi olan köpeklerim, -burada anlam açısından bir sıçrama var- Ankara için hiçbir değeri olmayan tavuk suyu çorba ve tavuk kemiklerinde, Ankara’yı da kendi alanları kadar savunacaklardı elbette.
Bir şehrin mutluluk katsayısı, o şehirde yaşayan sokak hayvanlarının mutlu olma oranıyla aynıdır, demiş bir düşünür. Adının ne önemi var, hatırlamıyorum da şimdi.
O da benim gibi, İzmir’e, Eskişehir’e uğramış demek ki; dünyanın başka güzel şehirlerine de…