Ferit Sürmeli: İlkler diyelim art arda; ilk şiir kitabı, ilk ödül, ilk söyleşi –seninle yapılan- ‘İzdiyar’la “2016 Altın Defne Genç Şiir Ödülü” İyi bir başlangıç oldu tabii. İçtenlikle kutluyorum Dolunay. Ödül sonrası ‘şiir’in özellikle de biçem olarak değişti mi?
Dolunay Aker: Çok teşekkürler abi. İlk kitabın ardından uzun bir süre şiirle aramdaki yazma ilişkisini azalttım. Daha doğrusu artık ilk kitaptaki format ya da poetik damar söylemek istediklerimi karşılamıyordu. Elbette bunda okumaların etkisi büyük… Zaman çok hızlı ilerliyor. Bu hız mesafesini ayarlamak hem yoruyor hem de ayrı bir yere gitme ihtiyacı sağlıyor yaşamda. İlk kitabın bütün arayışlarında sezgi ön plandaydı. Sezgisel okumalar ve onu belli bir düşünsel akışla yorumla durumu… Verili olana sezgisel anlamda müdahale, yazmak istediğim şiirin yükünü taşımıyor. Bu yükü nasıl taşıyabileceğimi bulma arayışı beni başka bir şiire götürdü. İmgenin bir tahribat unsuruna dönüştüğünü anladığım anda imgenin perspektifi değişti. Estetik akıl, eğer yaşamla doğru dengelenmezse yaratacağı yıkım, gerçeğinde müdahalelerini yanına çağırır. Orada dili değil, dilin bizden aldığı gerçekliği yeniden kurmayı deneriz. Dil bir savunma hattından çıkıp kendini açan bir şey oldu ben de böylelikle. Sanırım biçem bunun aracı.
F.S: küçük İskender’e göre, ‘ödül, bir rütbe, bir madalya değil, olsa olsa yeni bir yol haritası olur.’ Katılıyor musun?
D.A: Katılıyorum. küçük İskender’in bu yorumu benim de ödüllere bakış açımı açıklıyor. Ödülü bir yere varma olarak hiçbir zaman görmedim. Daha çok varmak istediğim yolu açmama yardımcı oldu. Özellikle böyle bir olanağı olmayan ve bu yüzden tükenen genç arkadaşlar için iyi bir fırsat. Nasıl değerlendirilebileceği kişinin elinde…
F.S: Şair ya da şiir aklın neresinde sence?
D.A: Akıl, çok tehlikeli bir iktidar biçimi. Şiir akılla yazılmaz ama şair akıllı olmak zorundadır. Burada da poetika devreye giriyor. Şair aklını, poetikasını doğru oluşturabildiğinde netleştirmiş olur. Aklını orada söylemeli. Şiir üzerine çalışmak önemlidir. Estetiği ve dile karşı tutumumuzu ancak böyle dengeleyebiliriz. Ama ben şuna da inanmışımdır, biz ne yaparsak yapalım, metin kendi aklını her zaman kullanacaktır. Biz sadece ona şekil veririz. Metnin özerk aklı, bütün iktidar biçimlerini yadsır. Şair ya da şiir tam da o akıldan yana olmalı. Aklı kırarak, ‘başka aklın peşinde’.
F.S: Şair mi şiir mi ön planda olmalı?
D.A: Metin ön planda olmalı. O metnin adına her ne dersek diyelim, metin adına konuşmak bana pek adil görünmüyor. Metnin gücünü aktifleştirmek için ona bazı dış etkenler aracılığıyla eklemeler, çıkarmalar yapabiliriz. Ama metin elimize bütünsel bir anlamda geldiğinde ve artık yayımlanıp bizim dışımıza çıktığında yazarın yapabileceği bir şey yoktur. Ancak ne yazık ki Türkiye’de tam tersi mevcut… Şairin şiirinden çok kendisini ön planda görüyoruz. Şair, kendisi üzerinden metni konuşturma peşinde. Şiir, metinde konuşup, metinde sustuğunda güzel…
F.S: Şiir; erk ya da iktidar tanımaz da şair’ini tanır mı?
D.A: Şiir, şairini değiştiriyor bence. Şair, yazarken özne konumunda, fakat metin şekillenmeye başladığında öznelikten uzaklaşıp metnin nesnesi konumuna düşüyor. Şiir belli bir itirazı, rahatsızlığı, iktidarla uyuşamamayı, yani ‘hayır’ demeyi estetik anlamda dili getirdiği ölçüde var. O vakit neden şairine ‘hayır’ demesin. Son okumalarım da bana bunu en çok Denis Roche’un şiirleri düşündürdü. Metin kalıplaşmış biçimine, bizim akılımızla biçimlenmiş biçimine itiraz edebilir. Ettiği ölçüde vardır.
F.S: Şair şiirini yazarken; duygusal mı düşünsel mi olmalı?
D.A: İkisini birbirinden ayırt edemiyorum. Çok da ayrıksı olduğunu düşünmüyorum. Ahir zaman konusudur: bırakalım da metin ne zaman düşünüp ne zaman duygusal olacağına kendisi karar versin.
F.S: İz ve diyar’ı iki kelime olarak ele aldığımda, şair’in zamanda ve uzamda iz sürdüğünü düşünmek olası mı?
D.A: Baştan sona bunun arayışındayım. Tahayyülden geçmeyen bir zamanı zaman adıyla anamıyorum. Gündelik yaşamda bu büyük bir sorun. Çünkü yerli yerinde, bazı gereklilikler net. Ama kafanızdaki şey net değil. Ta ki netleşene kadar evirip, çeviriyorsunuz. Sorun netleşmekle de bitmiyor. Aradığınız anlamın zamanla da örtüşmesi gerek. Bir bakmışsınız siz bunları düşünürken zaman da geçmiş. Aradaki koca uçurum, bizden kalan tek şey olacak gibi.
F.S: Şiir okumalarının ya da çözümlemelerinin, ‘İzdiyar’a izdüşümünden bahsedilebilir mi?
D.A: Okumalar her zaman beni etkilemiştir. İlk okuduğum poetik metinle son okumalarımın hâlâ söyleştiğini düşünüyorum. Kendi aralarında birbirlerine gönderme yaparak kendi hafızalarını oluşturuyorlar. Elbette dönem dönem yoğunlaştığım isimler oldu. Metin Altıok ve Turgut Uyar belki de ilk nirengi noktası. Türkiye şiir külliyatının ciddi birikimi başlı başına bir okuma düellosu. Enis Batur, perspektif konusunda netleşmemi sağlayan isimlerden. Onun yanına Nurdan Gürbilek’i de ekleyebiliriz. Samuel Beckett’e ayrı bir ilgi duyuyorum. Öykü de Bilge Karasu asla aşamayacağımı düşündüğüm bir çıta. O yüzden öykünün yanına en fazla okur olarak yaklaşabildim. Son dönem de bir izdüşüm arayacak olursam bu Walter Benjamin olur. Yalnız olmadığımı hissediyorum onlarla. Asıl iz böyle oluştu.
F.S: Eklemek istediğin başka bir şey var mı?
D.A: İlgin için çok teşekkürler abi.