Abuzer Gülpınar ile Söyleşi
(Koza Düşünce Dergisi, Sayı 22, Ocak – Şubat 2018, s. 27-28)
Abuzer Gülpınar kimdir?
Şair. 1984’te Adıyaman’da doğdu. Lisansını Yüzüncü Yıl Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nde (2004), yüksek lisansını Maltepe Üniversitesi İnsan Hakları Anabilim Dalı’nda (2015) tamamladı.
İlk şiiri 2009’da yayımlandı. Şiirleri; Varlık, Hürriyet Gösteri, Şiirden, Deliler Teknesi, Sincan İstasyonu, Mühür, Hayal gibi edebiyat dergilerinde ve bazı şiirleri İngilizce’ye çevrilerek Londra’da yayımlandı.
Eserleri: Başım Kirazlı (Tekin Yayınevi, 2014)
Kira Kuşları (Tekin Yayınevi, 2017)
Ödülleri: 2013 Cemal Süreya Şiir Ödülü (Başım Kirazlı ile.)
2016 Attilâ İlhan Şiir Ödülü (Kira Kuşları ile.)
Kira Kuşları kitabınızın bence en büyük özelliği bütünlüğünün olması. Sizin de bildiğiniz gibi 2010 sonrası birçok şiirde ve şiir kitaplarında bu bütünlüğü kurabilen şair sayısı çok az. Siz bu bütünlüğü nasıl sağlıyorsunuz şiirlerinizde? 2010 sonrası şairlerde görülen bu kusur hakkında ne düşünüyorsunuz?
“Başım Kirazlı” kitabım biraz aceleye geldi. Üzerinde bazı değişiklikler düşünürken ödül aldı, sonra hemen basıldı. Kültür Bakanlığı da alım yapınca apar topar ikinci baskıya gidildi. Düşündüğüm bazı değişiklikler 3. baskıya kaldı ancak. O yüzden Başım Kirazlı’da benim beğenmediğim bazı dizeler ve “olmasa da olur” iki-üç şiir var. İlk kitap olmanın eksikliklerini taşıyor. Zaten ilk kitaplar biraz böyle oluyor.
Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü aldıktan sonra yaklaşık altı ay şiir yazamadım. Daha doğrusu bir nevi şiir orucu tuttum. O zamana kadar çok rahat şiir yazıp her dergide yayımlıyordum. Ama büyük ödül size ağır bir yük getiriyor. Çünkü okur bundan sonra size daha farklı bakıyor. Bu ödülü almış birinden artık haklı olarak vasat şiir beklemiyor. Bu altı ay bunalımla da geçebilir kendini geliştirmekle de. Ben ikincisini seçtim. Özellikle felsefede bol bol okumalar yaptım, daha iyisini yazmak için. Bence her ödül yazdıklarından çok, yazacaklarına verilir. Bu özellikle genç şairler için geçerli.
Bu yoğun okumalar ve çalışmalar sonucu “Kira Kuşları” ortaya çıktı. Kira Kuşları bu bakımdan istediğim bir kitap oldu. Her bölüm bir bütün oluşturuyor. Her bölümdeki şiirler birbirinin devamı gibi bile okunabilir. Sonra her şiirde de bunu yapmaya çalıştım. Dizeler ve bölümlerin her birinin bir anlam adası olması için çalıştım. Kira Kuşları’ndaki şiirler, birbirlerinden bağımsız birer bütün olmalarına karşın birbirleriyle ilişki içindedir. Ortak bir evren etrafında örgütlendiklerinden birlikte bir bütüne varırlar.
Yeni yazılan şiirlerde dizeler, bölümler keyfî bir şekilde yapılıyor. Bir mantığı yok yani. Bu da bahsettiğiniz kusurun ortaya çıkmasına neden oluyor.
Kira Kuşları, günümüz şiirinden farklı olarak sade bir söyleyişe ulaşmış ve imge salatasından kurtulan şiirler var kitapta. Sizce imgenin şiirdeki yeri nedir? Sizin için imge ne ifade ediyor?
Özdemir İnce, “İmge ve Serüvenleri” yazısında imgeleri yapılış ve oluşum açısından üçe ayırır: somuttan somuta, somuttan soyuta, soyuttan somuta. Burada “soyuttan soyuta” imge olmayacağını söylüyor. Gerçekten de böyle imgeler çok tatsız oluyor. Şiir her şeyden önce dilsel bir yapıdır. Dil ise mutlaka bir anlam içerir. Bazı İkinci Yeni şairleri bu yanlışlığa düştü. Günümüzde de bu yanlışı devam ettirenler var. Her şiirin bir bağlamı, bildirisi, bağlantısı, düzgüsü olmalıdır.
İkincisi, günümüz şiirinde sıkça psikolojik laflara rastlıyoruz. Psikolojik tahliller yapmak, felsefi sözler söylemek şairin işi değil. Kanımca bu psikolojik lafları şiirin vasatlığını kapatmak için yapıyorlar. Bu psikolojik lafların altında düpedüz bir arabesklik var çünkü.
İmge salatasının nedeni, soyuttan soyuta zorlama imgeler ve psikolojik laflardır.
Ben bu ikisinden de uzak kaldım hep. Sadelik buradan geliyor. Tarkovski sadeliğin ihtişamından bahseder. Onun filmleri böyledir mesela. Sadelik basitlik olarak algılanmamalı. Sanatta en zor yapılan şeydir sadelik. Tarkovski’nin filmlerini bir defa izlemekle anlamak orada kalsın, özet bile yapmak çok zor. Sadedir, mütevazıdır; ama derin bir anlam denizinde kaybolur insan. Sade görülen şiirlerim de felsefe, sinema, mitoloji, psikanaliz ile yoğrulmuş şiirlerdir. Bu alanlarda az çok bilgi sahibi olmayan belki kendince bir anlam çıkarır, ancak tam olarak anlayamayacaktır.
Benim için imge kısaca nesnel gerçekliğin zihinsel tasarımıdır. İmge modern şiirin ayrılmaz parçasıdır. İmge şiirin soluğudur. Ancak savruk ve yığma imgelerden uzak durmak gerekir. Yine imge şiirsel mesajı özgün biçimde vermeli, kalıp imgelerden kurtulmalıdır.
Türk edebiyatının büyük sorunlarından birisi bence günümüz okurlarının halen eski şiirde kalması diye düşünüyorum. Yeni şairlerin birbirinden haberleri yok. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? Ayrıca genç şairler arasında kimleri takip ediyorsunuz?
Çünkü günümüz okuru ancak Garip şiirini anlayacak seviyede. Yine o dönemin öncesinden ve sonrasından kalma politik şiirlerin de Garip şiirinden bir farkı yok. Sadece biri günlük hayatta karşımıza çıkan her şeyi şiire taşımış, diğeri ise ideolojik şiirler yazmış. Ancak İkinci Yeni şairleri ile şiir doğru bir yola girmiş. Onların da bir takım yanlışlıklara düşmesi nedeniyle İkinci Yeni’den sonra şiir tekrar yolda kaldı. Şimdi günümüzde genç şairler tarafından yeni bir şiir yazılıyor. Bu şiirin okuru çok az. Ama bu bence çok önemli değil. Önemli olan geleceğe kalacak iyi bir şiirin yazılmasıdır. Kültür endüstrisi tercihini romandan yana yapsa da iyi öykü ve romanın da okuyucusu son derece az. İyi felsefe, sinema, psikoloji kitaplarının da okuyucusunun az olduğu gibi. İoanna Kuçuradi’nin Kant’ın, Freud’un kitapları her baskıda 1000 tane basılıyor ve ancak birkaç baskı yapabiliyor. Öte yandan ucuz popüler romanların ilk baskısı bile 200 bin basılıyor ve onlarca baskı yapabiliyor. Kısacası her alanda popüler ucuz eserler daha fazla okunuyor. Bu ucuz eserlere edebiyat demek bile hata.
Çok bilinen yazarların bile okunmadığını görüyoruz. Shakespeare’nin tüm eserlerini okuyan birini görmek çok zor. Mevlana’nın bile tam metin Mesnevi’sini okuyan bulmak zor. Durum böyle olmasına rağmen bu iki isim herkesin diline dolanmıştır.
Ben şiirden çok felsefe, sinema, mitoloji, psikanaliz kitaplarından besleniyorum. Kitaplığımdaki şiir kitaplarının sayısı bu dört alanın her birinden azdır. Şiirde çok seçiciyim. Kitaplığımda daha çok yabancı şairler var. Günümüzden 3-4, toplamda ise 25-30 Türk şairin kitapları var yalnızca. Oysa sadece günümüzde edebiyat dergilerinde, fuarlarda, çeşitli etkinliklerde boy gösteren 200’den fazla şair var. Hepsini takip etmek zaman kaybı ve gereksiz. Sadece iyi olanları izlemek gerekir. Bir yazar okunacaksa da bütün kitaplarının okunması gerektiğine inanıyorum. 15 kitabı olan bir yazarın, bir-iki kitabını okumak onun hakkında konuşmaya yetmez. Üç kitabını okumak bile ukalalık seviyesi olur ancak. O yüzden örneğin Nietzsche okuyacaksam Türkçeye çevrilmiş tüm kitaplarını alıp hepsini okurum. Ya da sevdiğim bir yönetmenin tüm filmlerini sırayla izlerim. Sadece iyi olanları okumalıyız. Zaten o kadar nitelikli kitaplar var ki, kötüye zaman bile kalmaz.
Günümüz genç şairlerinden iyi bulduklarım, takip ettiklerim arasında; Harun Atak, Gonca Özmen, Azad Ziya Eren, Hıdır Işık isimlerini sayabilirim. Ve tabii bir de sizin gibi henüz kitabı olmayan, ama ileride iyi bir yere geleceğini düşündüğüm 2-3 kişi var.
Yine günümüz edebiyatı üzerine bir soru sormak istiyorum. Aslında Tanzimat’tan bu yana edebiyatımız eleştiriyi tam kavrayabilmiş değil. Günümüzde ise eleştiri yazıları ya bir şairi yüceltiyor ya da yerden yere vuruyor. Bunun ne türlü sebepleri olduğunu düşünüyorsunuz? Sizce daha objektif bir eleştiri mümkün mü? Mümkünse nasıl?
Dergilerde ve gazetelerin kitap eklerinde çıkan yazılara eleştiri demek yerine kitap tanıtım yazısı demek daha doğru. Çekememezlik, anlaşamamak, zıtlaşmak, kavga etmek nedense hep şairler arasında oluyor. Örneğin öykü yazarlarında böyle bir durum yok. Kimi şairlerin kavgalarına sosyal medyada hepimiz tanık oluyoruz. Tanıdığım her şairin kavgalı ya da küskün olduğu mutlaka birileri var. Hatta bazıları küskün olduğu şairlere yakın olanlara bile tavır alıyor. Ne yazık ki bu durum yazılan kitap tanıtım, eleştiri yazılarına da yansıyor. O yüzden şiir kitapları için yazılan yazılar en yanlış, nesnellikten uzak, en taraflı yazılardır. Yine bu durum edebiyat dergileri için de geçerli. O edebiyat dergisinin sahibi, editörü ya da çevresi ile iyi geçinmeyenlerin eserlerinin yayımlanması imkânsızdır. Bu durum az çok tüm dönemlerde olmuş, ama hiçbir dönemde bu kadar olduğunu sanmıyorum. Tabii ki iyi dergiler de var iyi eleştiri yazıları da. Bunların çoğalacağına inanıyorum.