Kavramlar, onlara yüklediğimiz anlamlara göre etkilemez mi yaşamımızı? Bu düşünceden hareketle “beklemek” kavramı üzerinden hayata dokunmak istedim. Şair arkadaşım İsmail Cem Doğru ile “beklemeyi” otopsi masasına yatırdık. Keyifle okumanız dileğiyle…

Esra Sağlık : Beklemek kavramı her zaman zihnimi kurcalamıştır. İlk bakışta içinde durağanlık ihtiva ediyor gibi görünen bu kavram, aslında sonsuz bir akış da barındırıyor. Samuel Beckett’ten Godot’yu Beklerken’i okuduktan sonra varmıştım bu yargıya. Paradoks, ümitsizlik, boşunalık ve kabulleniş. İnanılmaz bir akış… Sanırım son bir yıldır bu akış hepimizde tavan yaptı. Godot’yu bekler gibi bekliyoruz salgının bitmesini. Beklemenin yarattığı çıkmaz bizi hangi döngünün çelişkileriyle sınıyor olabilir?
İsmail Cem Doğru: Beklemek dediğimiz eylemin öncesine gitmek, onu önce kavram olarak ele almayı sağlayıp sonra da seçkin bir yargıya dönüşmesine yardımcı olabilir. Bu yolculuğun başlaması gereken yer beklemeyi öğrenme aşaması. Zihnini bekleme eyleminin gergin süreçlerinden soyutlamanın bir yolunu araması gerektiğinin farkına varmadan, ömrünü tüketen bir yeryüzü vaadine boyun eğdiğimizi fark eden Beckett’ın yaşamındaki huzur gereksinimi karşılığını bulmuş mudur bilemiyorum. Ama beklemeyi öğrenmek “vazgeçmek mümkün olmasın” diyen Orhan Veli’yle “kimse ölmedi” diyen Özdemir Asaf arasında bir yerde kendine yüceltebilecek bir yalan bulmayı gerektiriyor olabilir. Belki de şairin bu yelpazede kendine nasıl bir yer açmayı tasarladığını bulursak tünelin ucunda ışık belirebilir.
Esra Sağlık: Beklemeyi öğrenmek, piyano çalmayı öğrenmek ya da duvar boyamayı öğrenmek gibi davranışa dönüşebilecek bir eylemse çalışıp çabalayarak bir noktaya gelebilir insanlık. Güzel şeyleri beklemek, kendini anlamlı kılacak yargılara ulaşabilmek için beklemek belki de bu eylemin yüceleştirilecek tarafıdır. Marquez’in yalancısı olarak “Her zaman yaşamak için bir neden, beklemek ve umut etmek için bağlanacağım, küçük de olsa bir gerekçe buluyordum.” cümlesine doğru çevirecek ne kadar ibre varsa çevirelim derim. Diğer bir yandan bireysiz toplum yaratmanın da en etkili yollarından biridir beklemek. Etienne’nin grev ateşini yakmadan önce hiçbir şey yapmadan acıyla, sefaletle kaderlerine boyun eğip bekleyen maden işçilerinin durumlarının anlatıldığı Germinal’i okurken bireysiz toplumun ve topluluğun nasıl yaratıldığına tanık oldum. Bana gelince içimde sirkeleşen onca duyguyu barındırdığıma göre bahsettiğin yelpazede oyumu Orhan Veli’den yana kullanıyorum. Beklemenin haritasını her seferinde avuçlarıma bırakıyor. Her şair öğrendiklerinden bir bekleme haritası oluşturmuyor mu kendisi için?
İsmail Cem Doğru: Bir şeyler öğrenmiş olmamız gerekiyor. “Beklentiler daima yaralar” diyen Shakespeare, bekleme eyleminin beklentiden uzak bir yerde yapılmasının önemine ve anlamına vurgu yaparken rotamızı da çiziyor kuşkusuz. İçine dönmüş bir tortuyu koruyup kollamak üzere tasarlanmış bu ayrıntı bize bunun bir durağan durum tanımlaması ya da aktif dinlenme metodunu çağrıştıramayacağını yeterince anlatıyor olmalı. Aynı evin farklı eğilimlerine yüzünü dönen bir yol ayrımının bize neyi öğretmesi gerektiğinin altını daha belirgin çizebiliriz belki de. Beklemeyi öğrenmek söylemin ötesinde bir toplumun yaşamını kurtaracak içerikler üretmek zorunda. Bu konuya iki temel aralık açtım kendi hayatımda. Can Yücel’in beklemeyi doğru durak kuralına bağlayan saptaması ve Balzac’ın beklemeyi bilme ilkesi. Bu aralık inanmak yerine bilmeyi özendirip bekleme eyleminden beklentiyi çıkarmak anlamına geliyor. Beklentinin bekleme eylemiyle ilişkisi içinde kişi kendini hangi aralığa yerleştirmeli ki bu sürecin yıpratıcı etkisi üstüne sinmesin?
Esra Sağlık : Aynı kökten türeyen iki farklı sözcük; hayata iki farklı göz, iki farklı bakış, iki farklı yaşayış sunuyor. Beklentiler mi daha çabuk yayılır insan coğrafyasında beklemek mi? Yusuf Atılgan’ın yarattığı “Zebercet” karakteri geldi aklıma. Beklemeyi öğrenemediği ya da beklentilerinin esiri olduğu için mi trajik bir son yaşadı diye düşünüyorum. Tam burada Kafka’ya değinmek gerekir. Kafka’nın yalnızlığından ve bekleyişinden beklentiyi çıkarıp yaratıcılığa ulaşması, beklemeyi öğrenmesinden ileri geliyor belki. Kendimi, beklemeyi öğrenme sürecinde iyi bir öğrenci olarak görüyorum. Yaşamdan yana bir tavrın altını çizmeyi önemsiyorum. Sanırım bu da beklemeyi öğrenmekten geçiyor. Bütün bunları yazarken beklemeyi bir otopsi masasına yatırdığımız hissine kapılıyorum. Yaşamımızdaki detaylara dokunmanın, zihinlerde yeni koridorlar açmanın da beklemeyi öğrenmede bir basamak olduğunu düşünüyorum.