Derya BALCI
Ama şimdi göç zamanı, bu diyardan, bu yürekten göçme zamanı…
Saçlarının kokusu ellerimde
Ilık ılık düş kokusu…
Düşlerimde yarım yamalak hayalin
Gözlerimde tek damla yaş kaldı
Sen gittin
Ve
Dönmeyeceksin bu yüreğe
Kırlangıçların kanadına kondurdum seni
Göçüp gittin başka memleketlere…
Başka yüreklere…
Göçmen olmak; yersiz, yurtsuz, kendini bir yere ait hissedememe durumunun adıdır. Bir ülkeden başka bir ülkeye çeşitli nedenler ile göç etmek, orayı vatan edinmeye çalışmaktır aynı zamanda. Frau Elfriede Lemmer ile Korkmaz ailesi gibi, Berlinli olamamak her şeye rağmen.
İkinci Dünya Savaşı’nın ardından Almanya, ortaya çıkan işçi açığını gidermek için diğer ülkeler ile işgücü anlaşmaları yapar. 30 Ekim 1961 tarihinde Türkiye Almanya İşgücü Anlaşması ile Türk vatandaşları Almanya’ya çalışmak için gider. İlk nesil göçmen ailelerden başlayarak “Gurbette Türk, ülkelerinde Alamancı” sıfatı üzerlerine giydirilir. Davul zurna ile yola çıkan göçmen aileler için yeni ülkelerine vardıklarında kendilerini benlik kaybı ve yurtsuzluk karşılar. Bundan dolayı sınırlarda ve tren garlarında beklerler, oralarda yaşarlar.
Çağdaş Türk edebiyatının önemli isimlerinden olan Füruzan, sadece Türk göçmenlerin değil Almanya’daki diğer göçmenlerin ötekileştirilmesini, kabul görmemelerini, Almanya’nın savaş yıllarını ve savaş sonrası Almanya’nın durumunu konu edindiği Berlin’in Nar Çiçeği adlı romanını Kasım 1986-Şubat 1988 Şişli’de kaleme alır. Aynı ülkede, aynı şehirde ve aynı binada yaşamak zorunda kalan Alman ile göçmen kimliği temel alınarak oluşturulan eserin ana kahramanı Frau Elfriede Lemmer’dir. Eserde ana kahramanın bakış açısı ile Almanların göçmenlere bakışı, onlara karşı tutum ve davranışları hatta “ötekileştirmeleri” verilir.
Roman, hayatının son günlerini yaşayan Frau Elfriede Lemmer’in göçmen işçilerin olmadığı kata çıkan ilk göçmen aileyle karşılaşmasıyla başlar. Romanın büyük bir bölümü Frau Elfriede’nin kendi odasında ve Korkmaz ailesinin evinde geçirdiği zamanlarda hatırladığı anılarından oluşur. Savaş yıllarındaki Berlin’in durumu gözler önüne serilir. Geriye dönüşler ile İkinci Dünya Savaşı yılarına, çocukluk yıllarına gidilir, bu sayede zamanda ve mekânda geçişler sağlanmış olur.
Frau Elfriede Lemmer; güzellikleri bekleyen, gülmeye hazır oluşunun yarattığı barışçıllığa çevresindeki herkesi alıştırmış olan uyumlu kadındır. Bir Protestandır. Savaş zamanı yaşadıkları zorlukları ulus olarak dünyadaki en seçkin yere geçebilmek için katlanmak zorunda olduklarını düşünecek kadar milliyetçi ve narsist bir ruha sahiptir aynı zamanda. Annesi baba tarafından Polonyalıdır. Küçük bir yerleşim yerinde büyümüş olması ve mutlu bir çocukluk yaşamış olması dolayısıyla çocukluk anılarını unutamaz. Korkmaz ailesi ile tanışmak, Ümmühan bebeğe ninniler söylemek, onu çocukluk anılarına götürür. “… Çocukluğunuzu düşünün. Toprakla yaşayan insanların içinde büyüdünüz. Bir Osternsontag’da sizin için saklanmış paskalya yumurtalarını bulmak, dört beş günde ekilip sürülen tarlaların çevresini atla dolaşan o yılın ekinini güçlendirmek, kötü ruhlardan korunmak törenlerini yerine getiren babalarınızı karşılamak, köydeki arkadaşlarınızla şarkı söyleyerek armağan edilecek yumurtalar, beklenmedik şeyler almak için ev ev dolaştığınız paskalyaları… Mutluluğu, sevgiyi yanlış simgelerde arıyoruz biz. Ne varsıl çocukluktur düşünün sizinki, doğanın karnında, atan yüreğinde yaşanmış. …”(Füruzan, 2024 :99)
Kocası Herman savaşın sonunda esir değişimi yoluyla Berlin’e bir kolunu kaybetmiş olarak döner. Savaş acıdır, kayıptır onun için. Ve anlam veremez. “… Ne kadar kötüymüş savaş. Niçin başlatıldı ki, kim istedi? Tarlalar mahvoldu, ürünler bitti. Güzelim hayvanlar süt dolu memeleriyle kavruldu, bağlar yandı. Kocalarımız, oğullarımız, kardeşlerimiz yok olup gittiler. Deli olmalı bu insanlar deli.” (Füruzan, 2024 :34) Karısını tek koluyla kucaklamaya çalıştığında genç kadın durumun farkına varır. Frau Elfriede için yeni bir dönemin başlangıcıdır. Kocası yokken yaşam mücadelesi vermiş, savaş boyunca bir ekmek, pasta fırınında çalışmıştır. Savaş yıllarında Frau Elfriede ve çocukları sık sık ev değiştirmişlerdir. Söylendiğine göre Alman ırkının özelliklerini, görünümünde bunca çarpıcılıkla taşıyan genç kadının, olanları karşı koymadan, soru sormadan uslulukla kabul edişi, çevresinde giderek yadırganmaya başlanmış, inançsızlık, yalancılık diye yorumlanmaya girişilmişken, savaşın bittiği duyurusu tüm Almanya’ya gelir. Savaşın tüm acı gerçeklerini Frau Elfriede bizzat yaşamıştır. Savaş sonrası insanların sanki hiç savaş olmamış gibi yaşamaları, sokaklarda gezerek vitrinlere bakmaları, çalışmaya devam etmeleri onu rahatsız ve huzursuz eder. “İnsanların ağaçlar, ökseotları, göller, Noeller, yanan bir ocak mutlu olmalarına yetmiyor mu? Hiç anlamıyorum. Bir Pazar duasının şarkısını taşımalıyız içimizde. Üstelik bunu ben söylemedim, bir papazın vaazından dinledim. Berlin’i, köyünü, ormanları, bağbozumlarını önemseyenler yok ortada. Hep iş, hep iş. Başka şeye vakit yok sanki. Biz de çalışıyorduk. Zengin değildik. Tarlalarda, bağlarda, kiliselerde, evlerde kalabalıktık. Hepimizin bildiği ortak şarkılarımız vardı. Birlikte sevinçle söylerdik. Mevsimlerin güçlüklerini de yoluna koyarak yaşardık. Akşam ekmekleri… Ah bütün bunlar sanki kimsenin anmadığı bir zamana bırakıldı, gömüldü. Çünkü savaş öncesindeydi, orada kaldı. Savaş konuşulmadıkça bunlar da konuşulmayacak elbette.” (Füruzan, 2024 :54)
Kızı ve damadı Berlin’den ayrılırken annelerini de yanlarında götürmek isterler fakat Frau Feride, burada artık ölülerimiz var diyerek yaşadığı yeri Berlin’i, Berlinli olamasa da Berlinli olarak kabul görmese bile, ayrılmak istemez. Ve yapayalnız Berlin’de yaşamaya devam eder. Oğlu Amerika’ya gittiğinden beri kızı Gudrun ile yaşamını sürdürür. Bu süreçte karşılıklı davranışlarının, sözlerinin özenli hiçbir çabadan, düşünce süzgecinden geçmemiş olduğunu huzurevine yatırmak istedikleri an anlar. Frau Feride bunu kabul etmez ve savaş sonrası yapılmış gerçek apartmanların bir katında küçük dairede yaşamını sürdürmek istediğini söyler ve orada kalır. Kızı Gudrun yaşlı annesi Frau Feride’yi bina görevlisi Hausmeister Ranke’ye emanet ederek ayrılır. Herr Ranke, dünyanın Alman ulusunun yüceliğine baş eğmek zorunda olduğuna inana, dünya vatandaşlığa karşı görüşte yer alan Hitler Gençlik Kuruluşunda olan bina görevlisidir. Frau Feride geç kalınca onu merak eden, evden dışarı çıkmayınca binada yaşayan Almanları kontrol etmekle görevlidir aynı zamanda.
Güneyli göçmenlerle aynı binada yaşayan Almanlar, göçmenlerden uzak dururlar her daim. Onlara yerlerini öğretmek için yasalar çıkarılması gerektiğini savunurlar. Binanın alt katlarında güneyli göçmenler yaşamaktadır. Frau Elfriede’nin katında yaşamamaktadır. O da diğer Almalar gibi göçmenlere karşı mesafeli davranmaktadır, onları görünce selam bile vermezler, kapılarını kapatırlar. Tek dostu kuşu Sarah ve yan komşusu, dertleştiği tek insan olan Herr Christian Haabe’dir. Komşusu ölünce Frau Lemmer üzülür, yaşama bağlılığını bir kat daha yitirir. Herr Christian von Haabe’nin kendisinde uyandırdığı duygulardan kurtulmak ister ve sık sık dua eder. Haabe’nin ölümü onu yıkar. Ölümü anımsar sık sık ve İncil’den kutsal kişilerin anıldığı duaları eder. İç konuşmalarında ölümü dile getirir: “Tanrım, günahım nedir? Beni sarıp koruyordun. Aklımı ağırlaştırıyordun. Can suyumu çekip körelterek kaderime razı olmamı sağlıyordun. Ya şimdi? İki üç kez gördüğüm bayın ölümüyle dalgınlığımı yıktın. Sonumu kolaylaştırma yetisini alıverdin benden. Toprak döşeğime uzanma günümüzden kaçmak istiyorum. Hala mutluluk bekliyorum, ne ayıp. Üzülmek, sevinmek bana göre olmaktan nicedir. Böyle duyguları, düşünceleri nasıl alt edeyim, her şeye kadir olan tanrım. Söndür artık hayat ışığımı bitsin. Mutluluğu çok bekledim. Vakit yok biliyorum… Yaşlandım… Ömrüm tamamlanıyor…” (Füruzan, 2024 :104)
Herr Christian von Haabe’nin dairesine göçmen bir Türk ailesi olan Selman Korkmaz ve ailesi yerleşir. Göçmen ailesinin kız bebekleri Ümmühan, Berlin’de doğmuştur, aileye göre Berlinlidir, Almanyalıdır. Almanya’nın boz rengi içerisinde narçiçeği gibi açacaktır. Berlin’in narçiçeğidir Ümmühan bebek. Bolluk ve bereketin simgesidir.
Onu yaşama bir kez daha bağlayan Berlin’in narçiçeği olur. Frau Lemmer, Ümmühan bebek sayesinde “unutmak isteme” durumundan “anımsama” evresine geçer. Berlin’in narçiçeği onun yaşamının bir dönüm noktası olur adeta. Savaş yıllarını, çocuklarının onu bırakıp kendi hayatlarına yönelmelerinden sonra yaşama bağlanma sebebi oluverir. Ve onun yanında hayata gözlerini yumar…
Sevgi dolu günlerle başlayan bir yaşamın tüm olumsuzluklara rağmen sevgi dolu bir yürek ile son bulmasını tarihsel bir süreçte şiirsel bir dille anlatıyor Füruzan. “Kimseye kötülük edecek birine benzemiyor.” (Füruzan, 2024:227) Önyargıları içimizdeki sevgiyle yıkabiliriz. Sevgi sayesinde, farklı kültürlere sahip, farklı inançlara sahip bireyler bir arada yaşayabilirler.
“Çünkü sevgi yolunu şaşırmaz. Unutmadım… Henrik, bu gerçeği bana yeniden gösterdiler. Çok mutluyum çok, biricik nişanlım…” (Füruzan, 2024:227
Füruzan, Berlin’in Nar Çiçeği, Yapı Kredi Yayınları, 16. Baskı, İstanbul 2024.