Josef KILÇIKSIZ
Füruzan edebiyatının çeşitli veçhelerinde hep ana-çocuk ilişkisindeki kopukluk ve burukluk öne çıktı.
Öğretilmiş değer yargılarının dışında “Tabula Rasa” bir belleğe sahip olduğu için Füruzan öykücülüğünün başkahramanı hep çocuk olageldi.
Füruzan işte bu temiz sayfaya yazarken şüphesiz yine çocuk olarak, çocuk protagonistleriyle birlikte büyük edebi koreografiye katıldı.
“Parasız Yatılı”, “Ana-kız” temasından yola çıkarak genele ulaşan acılı bir öyküler kitabı olarak okundu.
Öykülerinin kurgusu, çöken burjuva ailelerinden, yoksulluk ve yalnızlıkla boğuşan kadın ve çocuklardan, yurt özlemi çeken göçmenlerden, sığıntı insanlardan, fakir düşmüş asilzadelerden, el kapılarından medet uman hizmetçilerden, beslemelerden, çocuklarıyla hayatta kalmaya çalışan annelerden, büyük şehirde tutunmaya çalışan insanlardan ve kimsenin istemediği çocuklardan dramatik bir “kaderler kataloğu” olma özelliği taşıyor.
Füruzanca yazmadaki “kaderci” ton, “Çocuk”, “Parasız Yatılı” ve “Gecenin Öteki Yüzü” adlı öykülerinde kendini daha fazla hissettirdi.
Ana-çocuk ilişkisindeki iletişimsel “arıza” testere dişli larvaların hızıyla çoğaldıkça, kopukluk kaderci bir boyut kazandı.
“Çocuk” adlı öyküde “yavrusunu yiyen kedi” metaforu bu kopukluğun trajik veçhesine ışık tutuyor.
Kız çocuklarının babasız büyümesinden, çocukların bütün göklere geç kalmış bakışlarından, yetimliğin hayat ırmağına çamurlu bir su akıttığı varoluşlardan, terli çarşaflarla uzamış gecelerden, kadınlığın en savunmasız hallerinden durduk yere bir “karanlık” çıkaran anlatım, yine de fatalizmin tuzaklarına düşmüyor.
Annesinin koynuna girip yatan ve “Bana masal anlatma anneciğim” diyen oğlan çocuğunun son yatak sahnesi oradaki ters yüz edilmiş Oidipus’un sonsuza kadar biz olduğunu gösteriyor.
Okurun, onun yazarak yarattığı belleği kolektif bir hafızaya dönüştürmesi, Füruzan için öncelikli bir yazar sorumluluğu ve yazmanın en “soylu” hedefi olarak öne çıktı.
Okur ancak bu bellekle, içinde sonsuzca barınabileceği bir dünya kuruyordu.
Çocuk dünyasının, süslü bir lirizmin aşırılığına kaçmadan, sahici bir şekilde anlatılması Füruzan’ın mikroskobik toplumcu gerçekçilik anlayışının taşıyıcı kolonu olageldi.
Anadolu gerçekliğini odağına alan toplumcu gerçekçi bakış açısı, “Parasız Yatılı”, “Özgürlük Atları”, “Nehir”, “Taşralı”, “Sabah Eskimişliğin”, “Piyano Çalabilmek” öykülerinde daha şiddetli bir şekilde gözlemlendi.
Füruzan için yazmak, en mahrem olanın tözündeki trajedinin kullanılarak, sembollerle süslenmiş parşömenlerin üzerine yazılı düş kırıklıklarından yeni düşler satan bir edim hiç olmadı.
Düşü parçalayarak ya da birleştirerek kotarılan şey okura, hem sahici sözün soyunun devamını hem onun yok olmasını sunan bir tanrısallığa yakın edebi bir deneyim olarak yansıyor.
Füruzan’da düşsel yapboz, pireli bir kız çocuğunun, kadın olmanın en karmaşık hallerinin betiminden ve kuşatılmışlığın içinde bile muhteşem bir akışın olduğuna dair bir inanışın parçacıklarından oluşuyor.
Karmaşık ve uzun olduğuna bakmaksızın insan yazgılarının yalnızca tek bir ana sığdığının bilgisini Füruzan, sadece bir iç okuma yapabilen okura bağışlıyor.
O sır, Ben ile varoluşsal epistemik bir kopuşu imleyedursun, sadece bir sözcükle yaratılan bir dünyayı da açığa çıkarıyor. Çünkü o söz insanın havsalasına değil, yalnızca umuda hitap ediyor.
Ve o anın içindeki trajedi, aynalar ile “gri” küçük cisimlerin arasındaki incecik aralıktan sızıp, en kristalize düzenini arayan bir sözcük akışının içine yerleşiyor.
Bir şifre, onu hafızaya yerleştiremezsek yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan bir sırrın trajedisini bir çocukluk sandığının içine kilitliyor.
O şifre duygularla ve kalple yolunu bulmaya çalışanın rotasıdır. Füruzan işte o rotayı çizmemize yardımcı oluyor.
Bu, çok farklı izleklere açılmanın yolunu kesmeyen bir rotadır. Toplumsal duyarlılık bu izleklerin en başında geliyor.
Füruzan’ın öykücülüğü, henüz keşfedilmemiş “küçük insanların” alev alev yanan duyarlıklı iç dünyalarına kalp gözüyle çıkılan bir Odysse olma özelliği taşıyor.
Füruzan, ağlarken dudaklarını ısıranları, o şehirde herkes terk edilir diyen çocuk ağzı susmaktan ‘barbarlığı’, açık yaradan sızan kanı durdurmak için ellerini yüreğinin üstüne basanları bir Anadoluluk destanının kadrajına yerleştirdi.
O, arka bahçedeki “nesli tükenmiş sayılan nadide çiçeğe[1]” Türkçe açmayı öğretti.
Çileklerin dikenli çalılıklarla yan yana oturdukları ve içinizdeki güneşin kalın sisler tarafından yutulduğu anı Füruzan, epik bir anlatının olanaklarıyla okura aktardı.
Füruzan, kız çocuklarının yalnız büyümesi olgusunu birbirinin içine kırılan dalgaların ritmiyle anlattı.
Orada yaşam, ruhların istifinden bir yük vagonu ve o vagonda Füruzan asla bir “sınıf kaçağı” değildi.
Orada pre-proleter toplum, işçilerden, kadınlardan, çocuklardan ve yetimlerden oluşan ve altyapı üst yapı hiyerarşilerini alt üst eden “hiçbir takımyıldıza ait olmayan yetim yıldızlardan”[2] bir bulutsuyu andırıyor.
Füruzan’ın hikâyeleri bizi altüst ederken, en önemli bir parçamız haline gelip yakın tarihin soyundan olduklarını hatırlatıyorlar.
Onun hikâyelerinde, bir ormanın vahşi hayvanlarını barındırması gibi, kaotik bir mikro kozmos bulunur.
Kahramanları hem düşmekten hem uçmaktan etkilendikleri bir ikiliğe (düalite) maruz bırakılırken, hava kadar yerin de onlara meydan okuduğu bir sosyalliğin içine fırlatılmışlardır.
Füruzan çocuk gerçekliğini dramatize ederken onu, derinliğin trajedi açısından genişliğe dönüştüğü bir toplumsal panoramanın tam merkezine yerleştirdi.
Füruzan’da anlatım sınırlara saygı duymaz, serbestçe akıp birikir, üst üste binip mevcut görünümleri batırır ve taşıdığı şeyin ölçeğini sürekli bozar.
“Kırkyedili’ler” romanı 12 Mart’ı yaşayan çoğu 47 doğumlu 68’lilerin politik olarak aktif kuşağının dramatik deneyimlerini anlattı.
Ordunun iktidarı ele geçirmesi, aydınlar açısından yeni bir başlangıca yol açmazken, yeni bir Kemalist halk hareketinin ortaya çıkmadığının anlaşılması görece bir çöküşe yol açtı.
Aydınlar şiddetli ve beklenmedik bir müdahaleye, baş döndürücü bir sınava, günlük alışkanlıkların gerçek anlamda çözülmesine, geçmişteki kesinliklerin ve işaretlerin kaybolmasına yol açan bir olaya maruz kalmıştı.
12 Mart 1971 darbesinin arka planı ve sonuçları ile Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana yaşanan siyasi, sosyal ve kültürel modernleşme süreçleri sosyal momente görünürlük kazandırdı.
Eser sosyoloji öğrencisi Emine’nin hikayesine odaklanılıyor. Füruzan orada da politik meseleye anne-kız merceğinden yaklaştı.
Emine’nin çocukluk ve gençlik anılarının göreceli normal tonu, yazarın oradan bir çatışma çıkarmak istemediğini gösteriyor.
Erzurum’da göçmen bir öğretmen olarak erken cumhuriyetin entelektüel kadınını temsil eden anneyle yaşanan çatışma, anne kız arasındaki iletişimsel kopukluk tematiğine geri dönüşü olanaklı kıldı.
Taşradaki gençlik, öğrenci hayatı, tutuklanma ve işkencenin Emine’nin hayatına yansımaları bir sınıf perspektifinden değil de daha ziyade sosyolojik bir paradigmanın penceresinden anlatılıyor.
Füruzan bu romanında, Adalet Ağaoğlu’nun kahramanı gibi, Kemalizm’i, kadının toplumdaki rolünü, cinsel ahlakı ve Kemalist eğilimli aydınlarla Anadolu halkı arasındaki kapatılamaz uçurumu feminist bir perspektiften ele aldı.
Füruzan kuşak çatışmasını kullanarak Türk modernleşme projesinin kendine özgü koşullarını ortaya koydu ve Emine’nin sosyalleşmesinin ve bir entelektüele dönüşmesinin bu projeyle birçok yönden nasıl iç içe olduğunu gösterdi.
Kentsoylu modernleştiriciler ile Emine’nin ebeveynleri ve taşradaki modernleşmişler arasındaki sosyal sınıf farklılıkları, dikey modernleşmenin çatışma hatları arasına gizlenen eğitimlilerin yerel halka karşı seçkinci kibrini ve kent-kır çatışmasını görünür kıldı.
Uygarlığın despotları ile despotların uygarlığı arasında; aydınlanma ile karanlık arasında bir ikilem bu aralıkta kendini dayatıyordu.
Emine’nin Anadolu halkına ve kültürüne erişimi sağlayan “social network”u, Kemalist modernlik kavramlarıyla düşünen ve ‘uygarlaştırma misyonu’ güden bir öğretmen olan Emine’nin annesine bir kontrpuan olarak inşa edildi.
Füruzan cinsiyet sorununu, eğitimli sınıfın ahlaki değerleri ile, İslamo-paternalist paradigmanın şeref ve itibar kavramlarının antagonist konuşlanmasına dayanarak ele aldı.
Biz-onlar ve entelektüel-halk antagonizmi romanını boydan boya kat eden bir laytmotif olarak öne çıktı.
Füruzan, Emine’nin kültürel gelişimi ve kimliğinin temel yönelimlerini yazmanın bir rampası olarak kullandı.
Bir yandan annesinin temsil ettiği Kemalist fikir ve uygulamalar Emine’yi şekillendirirken, diğer yandan Kiraz ve arkadaşlarının temsil ettiği anlayış da modernleşme öncesi Anadolu’nun yerel kültüründen unsurları onun kişiliğine taşıdı.
Romanda Anneanne Leylim, ‘başarısız’ Anne kültürü ve pedagojisinin bir alternatifi olarak içselleştiriliyor.
Seçkin bir öykücü olan büyükanne, annenin uygarlaştırma misyonunu boşa çıkaradursun, romantikleştirilmiş Kemalist siyasetin kalbine güçlü bir itiraz da yerleştiriyordu.
Modernleşme süreçleri, batılılaşma ve post kolonyalist çağ ulus inşası problematiğine düğümlenirken, sınıf, cinsiyet, kimlik, merkez ve çeper sosyal kategoriler “ulus” ana tematiğinin yörüngesinde uydu sorunsallar olarak irdelendi.
Roman, travmatik anıları anlatısal anılara dönüştürürken işkence ve ıstırap deneyimlerini hafifletiyor.
Füruzan devlet kontrolündeki modernleşme süreçlerini ve bunların bariz sorunlarını eleştiredursun, ilerleme için entelektüel dinamizmin şart olduğunun altını çiziyordu.
“Devlet memuru”, konformist aydın prototipinin, Gramsci’nin geleneksel aydınları kategorisinde kaldığını açıkça ortaya koyadursun, en önemli meydan okumalarından biri olan devletten kopma konusunda erken Cumhuriyet aydınının başarısız olduğunu gösterdi.
Kitabının “tarihçi” karakteri, cerrahi bir üslup ve büyük bir ölçülülükle, marjinal veya “sınıfsız” karakterlere, özellikle de kadınlara hayat verdi.
Furüzan’ın toplumcu gerçekçiliği, yoksulluk temasını en ince kırıntısına kadar sömüren yazma şekline bir mesafe alırken, Cumhuriyet aydını olmanın yabancılaştırıcı etkisiyle yoksulluğa uzatılan eli ise estetize ediyordu.
Füruzan öykücülüğünde Adalet Ağağoğlu’nun metodik yaklaşımı gözlenmezken, orada Nezihe Meriç’ten, Latife Tekin’den ve Tomris Uyar’dan “patlayıcı” edebi bir kokteyle rastlanıyor.
Özetle Füruzan’ın nesre hem gerçekçi hem melankolik yenilikçi bir ton getirdiğinin altını çizmek gerekiyor.
Kaynakça:
- Adnan Binyazar / Parasız Yatılı (Ozanlar Yazarlar Kitaplar, 1998)
- Ayfer Tunç / Değişimin Öykücüsü Füruzan, Biyografya.
[1] Gökçer Tahincioğlu’nun betimine atfen
[2] John Berger’e atfen.