İlkiz Kucur: Sevgili Özgün Ergen, şiirle oldukça genç yaşta tanışmış olmalısınız. Bunu kitabınızdaki dizelerdeki eriştiğiniz düzeyden kolaylıkla anlıyoruz. Bu yolculuğun başlangıcından bugüne kadar geçen süreci bize kısaca anlatabilir misiniz? Sizi yaşıtlarınızdan ayıran ne oldu da kendinizi şiire ya da şiiri kendinize yoldaş kıldınız?

Özgün Ergen: Şiir yazmaya lise yıllarımda başladım, diyebilirim. Lise yılları öncesinde hikâye ve mektupla daha ilgiliydim. Lise yıllarımda şunu fark ettim. Bütün edebi türlerin kökeninde, özünde şiir var. Masalların, mitolojik hikâyelerin,ağıtların filizlendiği yere baktığımızda da bunu görürüz. Şiir nadir bulunan ama öte yandan elde de tutulamayan, bağımsız bir tür. Felsefeyle de çok enteresan bir ilişkisi var. Hem felsefeye öncülük eden, ona aşkın bir yanı var, hem de güzel şiirler okuduğumuzda her zaman şiirin derin bir felsefeyi barındırdığını görürüz. Şiir serüvenim hakkında şunu söyleyebilirim. Babaannem bu konuda en önemli besleyicim, kaynağım oldu. Bir sürü masal, halk hikayesi, ilahi bilir. Modern bir şamana benzer. Bir de ben yer sofralarının, çember etrafında toplanılan insanların olduğu bir kasabada büyüdüm: Beydağ’da. Sonra İzmir merkeze taşındık. İzmir’de metropolde yalnızlık duygusunu çok derinden yaşadığımı söyleyebilirim. Hızla bencilleşen, özünü yitirmiş ya da aslında hiç bulamamış insanları anlamakta zorluk çekiyordum. Bu durum beni şiire daha yakın kıldı. Gariptir, ben hâlâ şiir yazarken biri daha yalnızlığından kurtuluyormuş gibi gelir. Beni yaşıtlarımdan neyin ayırdığını, böyle bir ayrımın olup olmadığını bilmiyorum. Her insanın yöneliminin farklı olduğunu düşünürüm. Zaten doğrusu yaşımdan biraz büyük olan arkadaşlarımın sayısı yaşıtım olan arkadaşlarımın sayısından daha fazla. Bu her zaman böyleydi.
İlkiz Kucur: Kadın olmak ve şair olmak sizde nasıl birleşti? Çocuk, ölüm ve zaman dizelerinizde çokça karşımıza çıkıyor kimi zaman parçalanarak, toz olarak ama hep bir soru işaretinin özünde sizin sesiniz eşliğinde. Şiirle sorgulamanız sürüp gidecek mi? Salgın’ın ardından yeni kitabınızı okurlarınıza ne zaman kavuşturacaksınız?

Özgün Ergen: Kadının, kadın doğasının sezgisel tarafıyla şiire daha yakın olduğunu düşünüyorum. Sezgisel tarafımızı yok saymak, büyük tehlikeler yaratıyor. Ben bu sezgisel tarafı bilgiyle ve hayatla birleştiren bir şiir yazmaya çalışıyorum. Zaman konusunu güzel tespit etmişsiniz. Salgın’dan sonra salgını gerçek anlamda yaşadım. Lenfoma teşhisinin konması, daha sonra hastaneler, yoğun bir tedavi süreci, saçlarımın yok olup yeniden çıkmasını izlemek çok ilginçti. Şu önemli şeyi fark ettim ve yazan herkesin fark etmesini isterim. İnsan yaşadığını yazmıyor. Yazdığın şeyi yaşıyorsun. Çocuk meselesine gelince… Her zaman hayata meraklı gözlerle bakan, şaşkın, kimi zaman huysuz bir çocuk gibi hissettim kendimi. Sorgulamam o nedenle hiç bitmedi. Çocuklarla drama çalışırken de bunu çok duyumsuyorum. Yeni dosyamda zaman ve iyileşme konusunu ele aldım. Yayımcılık konusu ile ilgili hazır olunca basılacağını düşünüyorum. Uçurum Saati ve Karnaval’ın en kısa zamanda basılmasını diliyorum ben de.
İlkiz Kucur: 8 Mart kadınlara kendilerinin farkına varmaları için önemli bir gün. Tüketim toplumlarında zaman zaman amacının dışına çekilmeye çalışılsa da. Kadın şairlerin vitrine çıkarılıp sonra da yok sayıldığını da unutmadan sormak istiyorum. Sadece şiiri ile var olmak hiç de kolay değildir edebiyat cangılında. Siz kendinizi hem kadın hem de şair olarak nasıl ifade edersiniz?8 Martın bir kadın şair olarak anlamı sizce nedir?
Özgün Ergen: Haksızlıklar, ödüller, etiketlemeler… Her değerin birkaç kullanımlık olduğu şu zamanda yazan kadınların bu tür ambalajlara kanmamasının önemli bir şey olduğunu düşünüyorum. Bilmeliler ki bunları desteklediklerinde, bunlar arasında yer aldıklarında o çok kızdıkları ataerkil düzeni besliyorlar. Bizim kimsenin desteğine, torpiline, elinden tutup göklere çıkarmasına, ödüllendirmesine ihtiyacımız yok. Bu düzeni destekleyenler, kendileri için her zaman bir kılıf bulabilirler. Ben şunu söylerim her zaman. Her kim ki ufacık çıkarlar için birilerinin peşinden gitmeyi doğru buluyorsa, onların gerisinde olduğunu kabul etmiş demektir. 8 Mart’ın anlamını düşünerek direnmelerini dilerim, ama bunu düşünecek olsalar oralarda bulunmayı sürdürmezler sanıyorum.