GÖKSU NURTEN ÇAKIR
Bu yıl Melih Cevdet Anday Edebiyat ödülü alan Yeryüzü Yorgunları’nın insanı içine çeken bir hikâyesi var. Roman, Cihan ve Sedat’ın kendileriyle, birbirleriyle ve oğullarına karşı anne baba rolleriyle hesaplaşmasını konu edinir. Bu konu ekseninde dönen olaylarla fiziksel ve ruhsal çöküşlerinin serüvenidir.
Neslihan Önderoğlu öykü ve romanın tüm olanaklarını kullanarak yazar Yeryüzü Yorgunları’nı. Romanın okuru kendine çeken akıcı bir dili var. Daha romanın başında Cihan ve Sedat’ın sonunu merak ediyorsunuz. Okur, metafizik öğelerden dokunmuş yaşamın kurmaca evreninde bulur kendini.
“Yolculuğunun sonuna gelmiş kişi için artık acı yoktur; kederden vazgeçmiş, kendini her yönden özgür kılmış ve bütün engelleri aşmış kişi için acı yoktur.” (s.47)
Bu romanda ayrıca aile içi ilişkiler dikkat çekmekte. Evliliklerin birçoğunda olduğu gibi, Sedat ve Cihan’ın aşk yaşayarak evlenmelerine rağmen yıllar ilerledikçe aralarındaki sevgi bağı zayıflar ve evlilikleri giderek içinden çıkamaz bir hal alır. Romanın ilk sayfalarında evli çiftin arasındaki soğukluk okurun dikkatini çeker. Yeryüzü Yorgunları, Sedat ve Cihan üzerinden, aşkı, şiddeti, evlilik kurumunu sorgularken doğadan kopup betonların içinde sıkıştırılmış ruhların dinginliğe ulaşması için yine doğanın sıcak koynuna koştuğunu vurgular.
Bununla birlikte Yeryüzü Yorgunları’nda günümüz toplumunun yaşayış biçimini, eski ile yeni, madde ile metafizik, gerçek ile kurmaca iç içe geçmiştir. Yazarımız, en kadim zamanlardan beri kadına bakış dün neyse bugün de aynıdır, der. Kuran, İncil, Tevrat, Budist Metinler’den aldığı pasajları düşüncelerine kanıt olarak sunar Neslihan Önderoğlu.
“Korku ile kaplı insanlar korunmak için dağlara, ormanlara, koruluklara ya da kutsal ağaçlara kaçıp giderler. Ancak en güvenli ve en iyi korunaklar bunlar değildir, insan böylesi yerlere gitmekle acılardan kurtulmaz.” (s. 26)
Sedat ve Cihan, evliliklerini kurtarmak için son çare olarak doğaya sığınırlar, adeta doğanın onlara bir ana gibi arabuluculuk yapmasını isterler. “Bu gece üniversite yıllarından, yarın neler yapacağımızdan, dizimdeki ağrıdan, Mert’in sevgilisi olan ‘sakat kız’dan konuşmayacağız, bu kampın ne zaman biteceğinin ve bittiği zaman ne yapacağımızın sözünü etmeyeceğiz. Sadece birbirimizin yanında olacağız. Zaten buraya da bunu denemek için gelmedik mi? Artık birbirimizin yanında olup olamayacağımızı.”
Teknolojinin ve emperyalist dayatmaların beraberinde getirdiği huzursuzluğu giderek arttı insanoğlunun. Moderniteyle birlikte kendisine ve çevresine karşı yabancılaşan insan; edilgen bir varlığa dönüşmüş, kimlikten kimliğe girerek bireyselliğini kaybeden roman kişisi olan Cihan’ın huzursuzluğunu artık doğa bile dindiremez. Pek çok kimsenin yaşayıp da adlandıramadığı, yanıtlarını bilip de dillendiremediği huzursuzluk romanın sayfaları arasından adeta fışkırıyor okuyucunun yüzüne.
“Göremediğimiz halde inandığımız pek çok şey var. Bazen bunu öğrenmek zaman alıyor.”(s. 72)
Neslihan Önderoğlu, Cihan’ın ruhsal yapısından yola çıkarak insanın psikolojik dengesini yaşadığı çevrenin açmazlarını göz önüne serer. Dolaysıyla nesnelere ve değerlere yönelik bakış açısını değiştirip ontolojik kuşkuyla Cihan’ın özvarlığını sorgulama noktasına getirerek daha özgürlükçü bakış açısına ulaştırır okuyucusunu.
Bir hayata ne kadar çok renk, koku, tat, ses sığar? (s.118)
Çok katmanlı bir roman olan Yeryüzü Yorgunları’nda dekorun önemi yoktur. Okur görmekten çok doğanın sesini kuş seslerini, derenin şırıltısını, ormanın sessizliğini duyarken dinlerden, mitolojilerden yararlanarak birçok malzemeyi bir arada kullanır.
Neslihan Önderoğlu mekân ruh ilişkisini öne çıkarıp insanın kalabalık içindeki yalnızlığını ormanın yalnızlığına benzetir. Ama şu da bir gerçektir ki insan nereye giderse gitsin yalnızlığını yanında taşır. Yani insanların insanlardan hatta kendisinden kaçtığı bir çağda yaşadığımızın en bariz örneğidir Yeryüzü Yorgunları. Ayrıca madde-anlam, iç dünya-dış dünya, ruh-beden, fizik-metafizik, soyut-somut, hayat-ölüm, geçmiş-şimdi gibi karşıtların sergilendiği yeni bir dünya yaratır. Cihan’ın iç dünyasındaki bellek yolculukları, çağrışımlar, simgeler gerçek ile kurmaca sık sık yer değiştirir.
“Sedat her şeyi düzeltmek uğruna Mert’in okulunun bahçesine çizdirdiği o yılan canlanıp buraya kadar bizi izlemiş demek. Ben ait olduğum yere döndüm diyecek. Siz yanlış yerdesiniz.”(s. 136)
Teknolojik gelişmeler insanların yaşam ve dünyayı algılama şeklini değiştirmiştir. İnsan, doğa, hayat üçlemesini ele alarak hayata, insana ve doğaya çoklu bir bakış açısı sunar Neslihan Önderoğlu.
Romanın anlatıcısı Cihan, “Balıklar. Onların yeryüzünde etrafın sakinliğine uymayan bir telaş var. Kendilerini bir oraya bir buraya atarak saydam hapishanelerinden kurtulmaya çalıştıkça ağızları cama yaklaşıyor, ağızlarının açılıp kapanışını izlerken bana doğru yüzdüklerini hissediyorum,” diyerek, akvaryumdaki balıklar arasında duygusal bir bağ kurar. Böylece akvaryum ile evliliğini şeffaf bir hapishaneye benzetir.
Yazar, insan ve zaman arasındaki uyumsuzluktan kaynaklanan bunalım halini geriye dönüş, zaman sıçrama tekniklerini sıklıkla kullanır. Ayrıca sürekliliğin dışına çıktığı için romanda kopuklukları ve boşlukları doldurmak okuyucuya düşer.
“Uzun bir tatile çıkmıştık. İkimiz de yerlerden iki hafta izin almış, kıyı boyunca canımız nerede isterse orada duracağız, diye karar vermiştik. Mert de yanımızdaydı ve arabanın arka koltuğunda uyumadığı zamanlarda kusuyordu. Daha önce onu yolun tuttuğunu bilmiyordum. Belki de bu kadar uzun bir yola gitmediğimiz için. Belki de Mert’i tutan yolculuk değil arabanın içindeki havaydı. Bir gerginlik vardı. Mert kustukça durmak zorunda kalıyorduk.” (s. 87)
Romanda yazarın sesini duymuyoruz. Yazılan her şey Cihan’ın olaylara ve kişilere olan yargılarıdır. “Ona çok öfkeliyim, diyorum. İçime tohumu düştüğü günden itibaren bütün hayatımı ona göre değiştirdim. Onun için sevmediğim bir adamla yaşadım. En önemlisi hayatta kaldım. Bana bunu nasıl yapar?”(s.161) Yeryüzü Yorgunları romanı ile anlatımda büyük bir sıçrayış yapan Neslihan Önderoğlu daha pek çok güzel roman yazacağa benziyor. Bekliyoruz.