Gülten Doğruyol İncesu
Turgut Uyar, bütün mümkünlerin kıyısında geçireceği hayata 4 Ağustos 1927’de Ankara’da başladı. Ölümü de aradan 58 yıl geçtikten sonra, 22 Ağustos 1985’te İstanbul’da oldu. Turgut Uyar, İstanbul’daki ilköğreniminden sonra; Konya Askeri Okulu, Bursa Işıklar Askeri Lisesi ve Askeri Memurlar okulunu bitirip personel subayı olarak ilk Posof’ta göreve başladı.
Şairin hayatında Posof’un ayrı bir yeri oldu. O Posof ki, kıraç Kuzeydoğu Anadolu topraklarının yeşil cennetidir. O cennet ki Âşık Üzeyir Ustaların, Âşık Farkilerin, Âşık Petobanlı Mahzun Tevfiklerin, Âşık Noksanilerin, Âşık Mahzunilerin, Âşık Eşref Hocaların, Âşık Altunilerin, Âşık Zülalilerin, Âşık Molla Mehmetlerin, Âşık Müdamilerin, Âşık Hafız İkramilerin, Âşık Zarrafilerin ve daha birçok halk ozanının esin kaynağı olmuştur. O esin kaynağı ki sadece doğal güzelliğiyle değil, sınır boyunda yaşadığı savaş yıkımlarıyla da tarihe bir nakış gibi işlenmiştir. Bölge insanları, bu yeşil bereketin yanı sıra, yağışsız zamanlarda kuraklığı, savaşlarda kara yıkımları da yaşamışlardır. İşte bölgede zaman zaman kendini gösteren bu yaşam zorluğu, kendisinden önceki halk ozanlarını, yazarları, sanatçıları derinden etkilediği gibi, şair Turgut Uyar’ı da hep etkiledi. Yöre insanının mücadelesini, sevincini, tasasını hep yüreğinde hissetti. Köylerle, halkla sürekli irtibat halinde, iç içe oldu şair. Onların sesi, soluğu oldu. Şiirlerinin Posof’tayken daha da güçlendiğini her zaman dile getirdi. Bütün şiirlerinin toplandığı “Büyük Saat” adlı kitabında, Bektaş’ın yalnızlığını “Yalağuz” başlıklı şiirinde hüzünlü dizelerine yansıttı:
“Bektaş, yüce dağ başında -yalağuz-du
Bektaş, zaten doğduğundan beri -yalağuz-du
Bir sopa, üç beş koyun, bir köpek,
Bulutların içinde kendi kendine -yalağuz-du…
İğneden ipliğe işte Bektaş, yapayalağuzdu…”
“Yalağuz” sözcüğü Posof, Hanak ve Damal’da “yalnız” anlamında kullanılır. Turgut Uyar’ın bu eşsiz şiirinde dillendirdiği gibi Posof insanı, hatta bütün Anadolu insanı, doğanın zorlukları karşısında yapayalnızdır. Doğayla ve olanaksızlıklarla tek başına mücadele etmek zorundadır.
“Bir Anadolu Vardır” başlığını taşıyan şiirinde de:
“Bir Gergisüban köyü vardır
Cin dağlarının arkasında.
Bizim Narhanımcığın köyüdür.
Fena geçmez baharları, kıtlık olmazsa.
Elma yetişir, kartopu yetişir topraklarında.
Gelgelelim, yağmursuz yazlar gelince,
Bir dert herkesi dilsiz eder.
Narhanımcık ağlar.
Kış da kötü bastı mıydı üstüne,
Açlıktan sığırlar bile ölür gider…”
Ustanın bu şiirinde geçen “kartopu” sözcüğü de –ki biz yerel ağzımızla kartopu ya da kartol deriz çoğunlukla- yine Posof, Hanak, Damal ve çevresinde patatese verilen isimdir. Büyük kentlerle tanışıncaya dek hepimiz bu adı verirdik patatese. Çuval çuval kilerimize doldurduğumuz kışlık yiyeceğimiz, sofralarımızın olmazsa olmazıydı kartopu ya da kartol… Şairimizin şiirlerine girecek kadar değerli yiyeceğimizdir kartopu… Baş yemeğimizdir.
58 yıllık ömrünü kararlı, onurlu bir duruşla yaşadı Turgut Uyar. Sakin ve alçakgönüllüydü. Hatta “Arz-ı Hal” başlığını taşıyan şiirinin ilk bölümünde, dünyadaki alçakgönüllü yerini şu dizeleriyle anlattı:
“Ben de günahkâr kullarındanım Allah’ım…
Bir ‘Kulhuvallah’ı bilirim dualardan,
Bir de ‘Yarabbi şükür’ demeyi doyunca,
Bir kere oruç tutmam ramazan boyunca,
Ama çekmediğim kalmadı sevdalardan.
Ben de günahkâr kullarındanım Allah’ım..!”
Turgut Uyar, Posof’tan sonra Terme’de, sonra da Ankara’da personel subayı olarak görevine devam etti. 11 yıllık görevinin ardından, 31 yaşındayken kendi isteği üzerine ordudan ayrıldı. Türkiye Selüloz ve Kâğıt Sanayii’nin Ankara şubesinde çalışmaya başladı. Emekliliğinden sonra, İstanbul’a yerleşti.
Şiirde “İkinci Yeni” hareketinin Cemal Süreya, Edip Cansever ve Ece Ayhan ile birlikte öncü şairlerinden biri de Turgut Uyar’dır. O dönem birbirlerini tanımayan genç şairler, açık anlatım şiirlerine karşı daha kapalı, daha dolaylı ve içinde göndermeler de barındıran şiirler yazmaya başladılar. Edebiyatçı, eleştirmen ve yayıncı Muzaffer Erdost, o tarihte birbirini tanımayan bu genç şairlere, şiirlerindeki ortak noktalardan yola çıkarak “İkinci Yeni Şairleri” adını verdi.
Hece ölçüsüyle yazdığı ve toplumsal konuları işleyen ilk kitabı “Arz-ı Hal”i Turgut Uyar, daha 22 yaşında, genç bir subayken, 1949 yılında; ikinci kitabı “Türkiye’m”i ise 1952’de yayımladı. Sonra, “Dünyanın En Güzel Arabistanı” ile (1959) bireyin iç dünyası, yalnızlığı ve açmazını eksene alan bir yaklaşımla, dilde ve duyarlıkta yeni imkânları zorladı…
“Dünyanın En Güzel Arabistanı”nda, İkinci Yeni’nin simge şiirlerinden olan “Geyikli Gece” başlıklı şiirinin ilk ve ikinci bölümünde:
“Halbuki korkulacak hiçbir şey yoktu ortalıkta
Her şey naylondandı, o kadar
Ve ölünce beş on bin birden ölüyorduk güneşe karşı
Ama geyikli geceyi bulmadan önce
Hepimiz çocuklar gibi korkuyorduk
(…)
“Evet, kimsesizdik ama umudumuz vardı
Üç ev görsek bir şehir sanıyorduk”
Tedirginliğini, korkularını, endişelerini –ama özellikle de umudunu- saklamadan anlattı Turgut Uyar, “Geyikli Gece” şiirinde. “İnsanın, insan olduğu için tedirginliklerini, korkularını kabullenmesi gerek,” derken, umutsuzluğa da asla yer vermedi. Şaire göre “umut”, her derdin, her sıkıntının panzehriydi çünkü…
“Tütünler Islak” (1962) soyut, halktan kopuk, okunması zor bir şiiri geliştirmek için yazılmış gibi görünse de, hareket noktası toplumsal yaşamdır. “Her Pazartesi”de koruduğu çizgiyi, “Divan”la (1970) geleneksel şiirin kalıplarına oturttu. Sonra da bütün olgunluğuyla “Toplandılar” 1974 yılında yayımlandı.
“Kayayı Delen İncir” (1982), sınıfsal mücadeleyi dizelerinde anlatan, siyasal göndermeler yapan daha kısa şiirlerden oluşan bir kitabıdır.
“Ben bir gün giderim ki neyim kalır
Eksik bıraktığım her şeyim kalır,” dedi bir şiirinde Turgut Uyar…
Ve “Kayayı Delen İncir” (1982) kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü aldı.
Abdülhak Hamit Tarhan ve Yahya Kemal Beyatlı’dan Oktay Rifat ve Metin Eloğlu’na, tek şiirden yola çıkarak bir dizi şairi incelediği “Bir Şiirden” (1983) adlı bir de inceleme kitabı bulunan Turgut Uyar’ın, “Tütünler Islak” adlı eseri de 1963’te Yeditepe Şiir Ödülü’nü aldı.
Turgut Uyar, “Dünyaya alışamadım / Kuru güller gibi yersiz ve inceydim biraz…” dedi, bütün şiirlerinin toplandığı kitabının da adını taşıyan “Büyük Saat” şiirinde. “Büyük Saat” 1984 Sedat Simavi Vakfı Edebiyat Ödülü’nü aldı.
Turgut Uyar, halkın gözlerinde umudun ve sevincin açlığını gördü. Ölüye ağıt yakmak yerine, kurduğu eşsiz imgelerle o mezarı çiçeklerle süsledi. Bir büyük sevincin, bir büyük aydınlığın su başında durdu. Ölüm var mıydı? Vardı. Yaşam var mıydı? Vardı. Hangisinin peşinden gitmeliydi? Şiir yazıyorsak, türkü söylüyorsak, halay çekiyorsak, cevabımızı verdik demekti. O son ölüme inat, hep ilk defa doğuyoruz demekti.
Ve usta şair, şöyle diyordu “Terziler” şiirinin son bölümünde:
“Ey artık ölmüş olan at! -dediler-
En güzeli oydu işte, yüzünün savaşla ilişkisi.
Boydan boya bir karşı koyma, denge ve istekli bir azalma. Onu bilirdik.
O ağaç senin kanınla beslenirdi, hepimizi besleyen.
Bir ülkeyi yeniden yaratırdı şaşkınlığımız senin karşında,
Alışverişin, alfabenin, iplik döküntülerinin ve
Her şeyi düzeltmeye kalkışmanın yok ettiği…”
Berfin Bahar, Eylül 2024-319