BİR RÜYA İÇİN GEREKLİ ŞEYLER
Son şiir kitabın “Bir Rüya İçin Gerekli Şeyler” Ayrıntı Yayınları etiketiyle çıktı. Kitabın içi kadar adı da ilgimi çekti. Neden “Bir Rüya İçin Gerekli Şeyler”? Ya da işaret etmek istediğin günümüz dünyasında pek çok şeyle başa çıkmak zorunda kalan insanın hayallere, rüyalara sığınma çabası mı?
Benimle yapılan bir söyleşide bu konuya değinmiştim. Epey önceydi. Toplu şiirlerim Hadde Yapı Kredi Yayınları’ndan çıkmak üzereydi. Elimde rüyalara ilişkin şiirlerden oluşan bir dosya vardı. Kitap bütünlüğünde düşündüğüm bu dosyayı rüyalarını şeyhine gönderen Üsküplü Asiye Hatun’a ithaf etmiştim. Ona da Cemal Kafadar’ın Kim var imiş biz burada yoğ iken kitabında rastlamıştım. Kitabın hazırlık aşamasında sevgili Güven Turan’a bu dosyadan söz ettiğimde o da bana bu dosyanın toplu şiirler içinde yer alabileceğini söylemişti. Böylelikle kitap Hadde Toplu Şiirler ve Melvin’e Giden Yol adıyla okurla buluştu. Fakat sonraları baktım ki yazdığım şiirlerde rüya izleği sürüyor. Ben de Melvin’e Giden Yol ’da yer alan Bir Rüya İçin Gerekli Şeyler şiirimi bu kitabıma ad olarak düşündüm. Anlayacağın bu bilinçli bir tercih. Fakat pek çok sebepten dolayı rüyalarımızın kaçtığı şu günlerde rüyayı çoğu zaman bir kaçış, sığınılacak yer olarak da görmüyorum. İyi olabilecek bir şeyler diliyorum. Umuyorum. Bu rüyada olsa bile. Çünkü hayatın bizleri yorduğu şu günlerde hepimizin iyi şeyler duymaya ihtiyacı var. Çünkü dört tarafımız ekonomik kriz, kadın cinayetleri ve daha pek çok şey ile kuşatılmış durumda.
“Bir Rüyâ İçin Gerekli Şeyler” başlıklı bir şiir aradım kitapta. Bulamadım. Gördüğüm daha çok yaşanan sıkıntıların anlatıldığı farklı başlıklarda kırk sekiz şiir. Yaşamın yoruculuğu mu rüyaya gitme sebebi?
Aslında bu sorunun cevabını yukarda verdim. Fakat söylediklerime birkaç şey daha eklemek isterim. Evet, senin de söylediğin gibi sıkıntılı bir ruh hali ile yazılmış şiirler bunlar. Lakin yaşam hangimizi yormuyor ki? Doğal olarak benden de bu şiirler çıktı. Öte yandan hayatın karmaşası karşısında bazen kitaba bazen sinemaya, fotoğrafa, şiire, doğaya kendimi, kendimizi kaçırdığımız oluyor. Bunlar belki anlık nefes almalar ama o kadar. Sonra yeniden gerçek yaşama dönüyor, gerçeklerle yüzleşiyoruz. Sanki bu en korkutucu kısım. Fakat yine de umutsuz değilim. Yeryüzünde yaşayan tüm canlıların bir gün iyi şeyler yaşayacağına inanıyor, umudumu yitirmek istemiyorum.
“Kasım Sekiz” başlıklı şiir “thylias adında biri dedi” diye başlıyor. Burada Thylias Moss adlı Amerikan şairine bir gönderme mi var? Sekiz Kasım neyi işaret ediyor?
Sevgili Faruk dikkatli okuman için teşekkür ederim fakat bu şiirde Thylias Moss adlı Amerikan şairine bir gönderme yok. Yazdığım şiirlere tarih atmam. Şimdi hatırlamıyorum ama belki de o şiiri yazmaya başladığımda 8 Kasım’dı. O an öyle yazıldı ve şiir benden çıktı çoktan okurun oldu bile. Zaten şiir de her okumada yeniden üretilen bir şey değil mi?
İyi bir film izleyicisi olduğunu biliyoruz. Kanaatimce bunun güzel fotoğraflar çekmene de katkısı oldu. Dış dünyaya farklı bakmanı sağladı. “Rosalie Blum’un Makus Talihi”, “Kapanır Çizgiler Açılır Yara” gibi şiirler yazmanı da etkilemiş gibi geldi bana. Sinemanın şiirine katkıları desek bir de…
Uzun zamandan beri film izliyorum. Bunu yaparken de daha çok bir sıra izliyorum. Bazen ya bir yönetmenin tüm filmlerini izliyorum bazen de sevdiğim bir oyuncunun bulabildiğim tüm filmlerini… Film izlerken bir kapı ardına kadar açılıyor ve ben bu dünyadan adeta çıkıyor, başka bir dünyada kendimi buluyorum. Fakat kendimi içinde bulduğum dünya çoğu zaman güzel bir dünya değil. Daha doğrusu başkalarının dünyası. Orada da insana dair türlü şeyler var. Fakat yine de her ne olursa olsun sinema benim kendi gerçekliğimden kopmama neden oluyor. Belki bir nefeslenme o kadar. Çünkü daha önce de konuştuğumuz gibi dünya kötü bir dünya. Ayrıca bu binlerce yıldan bu yana böyle. Ne yazık ki insan elinin değdiği yerde çiçek de açıyor kuraklık da oluyor. Sanırım rüya gibi sinema da hepimiz için bu dünyadan bir çıkış noktası fakat varacağımız yer yine kendi dünyamız. Gerçekliklerimiz. Doğal olarak doğada olmak, yeni yerler gezip görmek, güzel bir kitap okumak, bir resim ya da heykel sergisine gitmek, ahşabın ruhuna dokunmak nasıl beni besliyorsa sinema da beni öyle besliyor. İyi ki sinema var.
“Bilinci Sarsan İhtimal Hissi” Başlıklı şiirde şiirin başlığı büyük harflerle dikey şekilde de yazılmış. Bunu şimdiye kadar okuduğum şiirlerde hiç görmedim. Ya da anımsamıyorum. Antalya’daki turistik yer adları da geçmiş. İvan adı da çok geçiyor. Slav erkek adıymış. ‘Tanrı lütufkârdır’ anlamına geliyormuş. Ukrayna-Rusya savaşıyla birlikte Antalya’ya göç olayının yaşandığını biliyoruz. Şiirin son bölümlerinde İvan’ın bunalımını çağrıştırıcı dizeler var. Şiirin altıncı dizesi de “içini açtıkça kirleniyor şehir”. Bu şiirin yazılmasında Antalya’ya gerek ülke içinden gerekse ülke dışından olan göçlerin yansıması olmuştur diyebilir miyiz?
Kökleri başka topraklarda olan biri olarak diyebilirim ki insanlar binlerce yıldan bu yana çeşitli sebeplerle bulundukları yerlerden başka yerlere gittiler, kendilerine yeni yaşam alanları kurdular. Macera peşinde koşanları dışında tutarak sokağını, bağını, bahçesini bırakıp da giden insanların hayatının hiç de kolay olmadığını düşünüyorum. Çünkü bu insanlar türlü acılar çekti, dilleri, kültürleri değişti. Başka kültürlerle harmanlanmalarını ise zenginlik olarak görüyorum. Bu bir imkân gibi geliyor bana. Savaşsa ayrı bir konu. Keşke hiç olmasa diyeceğim ama… Bu kanlı savaşlar sırasında çoğu zaman ekonomik durumu iyi olanlar bulundukları yeri terk ediyor, başka bir ülkeyi kendilerine yurt ediniyorlar. Yoksullarsa yaşadıkları topraklarda başlarına gelecekleri bekliyorlar. Bunun yanı sıra öykülerimde yaşadığım kente dair izler var elbette. Lakin bu kitabımda yer alan şiirlerde bir tek yerde bazı mekân adları geçiyor. Fakat yaşadığım kentin bana kattıklarını, yaşadığımız onca acının izlerini şiirlerimde görmek mümkün. Bu kimi zaman hüzün kimi zaman da Rab Yüzüne Tükürdü şiirinde olduğu gibi ortaya çıkıyor. Lakin konuya dönecek olursak Antalya göç alan bir şehir. Ben de bu şehre on sekiz yıl önce geldim. Faklı bir coğrafya, kültür ve iklim beni çoğu zaman olumlu çoğu zaman da olumsuz yönde etkiledi. Üç yıla kalmaz giderim dediğim kente çakıldım kaldım. Lakin göç alan bu şehirde İvan da, Ayşe de, George de mutsuz. Kısacası dünyanın çeşitli yerlerinde yaşayan insanlar çeşitli sebeplerle sıkıntılar çekiyorlar. Tam da burada insanın aklına insan olup da tam anlamıyla mutlu olan var mı gibisinden bir soru da gelmiyor değil. Bilemiyorum. Fakat baştan beri dediğim gibi umuyorum. İyi olmak için gerekli ne varsa onu arıyorum.
Karamsar bir söylemle birlikte bu karamsarlıkla uyuşan ironi de var gibi geldi bana. “Masklar” şiiri bunlardan biri. Yanılıyor muyum?
Her ne kadar içimdeki umudu diri tutmaya çalışsam da yaşadığımız bu dünyada karamsar olmamak elde değil. İnsan tehlikeli bir canlı. Ne ki çoğunluk çevresine tehlike saçıyor. Savaşlarda kadınlar, çocuklar başta olmak üzere insanlar katlediliyor. Ve tüm bunlar gözlerimizin önünde olup bitiyor. Bir film gibi olup biteni izlediğimizi düşünüyorum kimi kez. Belki de kitabın giriş dizesi bu nedenle “vardı bir küslük insanla aramda” dizesiyle başlıyor. Bir karamsarlık hali işte bu bendeki. Ve belki de bu nedenle insanla, dünyayla aramda hep bir mesafe var. Daha doğrusu bu kendimi koruyup kollama durumu olarak da okunabilir. Fakat bu da benim giderek yalnızlaşmama neden oluyor. Kolay bir şey değil kendine çekilmek. Çünkü çoğu zaman insana yine insan iyi geliyor. Fakat çoğu zaman keşke olan biteni görmeseydim, hissetmeseydim dediğim de olmuyor değil. Maskeleri sevmiyorum. İnsanların takındıkları maskeler beni rahatsız ediyor.
Birçok şiirde sistemle uyuşmayan dizeler okudum. Yakın tarihi de sorgulayan şiirler var kitapta. “Madam Morana’nın Anıları” başlıklı şiir de bunlardan biri gibi geldi bana. Sanki 6 -7 Eylül olaylarını çağrıştırıyor gibi… “Deyorum ki” şiiri de bunu pekiştiren bir başka şiir. Şiirin bir yerinde Kalkedon geçerken diğer bölümlerde Charles Köprüsü, Vlatava Nehri, Pireneler geçiyor. Charles Köprüsü, Vlatava Nehri Çek Cumhuriyeti’ndeymiş. Pireneler Dağları İspanya ile Fransa sınırını oluşturuyormuş. Yukarıda 6-7 Eylül olayları dedik ama işin içine köprü, nehir ve dağ karışınca sanki bunun dışında başka şeyler de varmış gibi geldi bana. Madam Morana’nın Anıları şiiriyle bize neler anlatmak istediniz?
Madam Morana’nın anıları ile ne anlatmak istediğimi değil de (bırakalım okur istediğini anlasın) daha genel konuşayım istersen. Ayrıca burada 6 – 7 Eylül olaylarını da işaret etmek istemedim. Olabilirdi de ama değil. Diğer yandan sevgili Nilay Özer bir zamanlar şiirim üzerine yazdığı bir yazıda yer insan isimlerine şiirimde sık rastlandığını yazmış ve bunu yapan birkaç kişiden biri olduğumu belirtmişti. Lakin Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan çok renkli bir coğrafyada yaşıyoruz. Binlerce yıldan bu yana bu coğrafyada farklı dilde konuşan, inanan, kültüre sahip insanlar yaşadılar, yaşıyorlar. Her biri kendinden iz bıraktı bu topraklarda. Birincisi bu elbette; onların bende yarattığı etki. Diğer yandan yurt içinde ve dışında gezmeyi çok seviyorum. Gittiğim ülkeler, yaşam tarzları, gezdiğim antik kentler, doruklarına çıktığım dağlar beni etkiliyor. Doğaldır ki sinemanın olduğu gibi bunun da şiirime etkisi oluyor. Ve daha pek şeyin… Ayrıca başa dönersek sistemle uyuşanları dışarda bırakarak kim sistemle uyuşuyor ki? Bu mümkün mü?
Söyleşi için teşekkür ederim.
Ben teşekkür ederim.


