Ahlâklı, kültürlü ve görgülü insan; nazik ve zariftir. Zarafet en çok kadına yakışır handiyse. Onda daha hoş bir surete büründüğü düşünülür. Keşke zarafet ve nezaket kelimeleri daha çok erkekle örtüşseydi de dünyamız bu kadar kaba ve küstah olmasaydı. Sadece gelişmiş Batı’da değil tüm dünyada kadın cinsine eşit miktarda yaşama şansı tanınabilseydi. Belki o zaman sadece kadınların değil ezilen erkeklerin de gününü kutlardık. Pozitif ayrımcılık terimine el açmamıza da gerek kalmazdı muhakkak. Dini bahane ederek kadınların kapalı odalarda kalması gerektiğini düşünen sapık zihniyet tezahür edemezdi bu kadar. Bizi çağın yüzlerce yıl gerisine sürüklemeye çalışan ‘eril dil’e inat güzel gelişmeler oluyor ülkemizde. Kadın üzerinden yürütülen her türlü ideolojinin yüzünü kızarttı ‘filenin sultanları’nın elde ettiği başarı aslında. Kim ne söylerse söylesin. Bravo kadınlar!

Dinden bahsetmişken kainata kök salmış eril hakimiyeti sarsmaya bir faydası olur umuduyla Yusuf Peygamber’e değinmek istiyorum bu yazımda. Nedense zarafet deyince benim aklıma Yusuf gelir. Rivayetlerde aktarılanlara göre Yusuf, iffet timsali olduğu kadar zariftir. O, öyle güzel bir insandır ki, hayatı kutsal kitapta, ‘kıssaların en güzeli’ diye övülen Yusuf Suresi’nde anlatılır. Yusuf ile Züleyha’nın iffet ve zarafetle örülü hikâyesini hatırlatmak istiyorum biraz da:

Yakup Peygamber’in oğlu Yusuf, bir gece rüyasında güneş, ay ve on bir yıldızın kendisine secde ettiğini görür. Rüyayı öğrenen kardeşleri, kıskançlıkla onu öldürmek isterler. Yakup’un kıskanç oğullarının, güzel kardeşlerini kuyuya atması üzerine Yusuf ile Züleyha’nın yolları kesişir. Bir kervancının kuyudan çıkarıp Mısır’a köle olarak getirdiği Yusuf’un güzelliği hemen etrafa yayılır. O dönemki Mısır Sultanı’nın eşi Züleyha, Yusuf’u görür görmez âşık olur ve onu satın alır. Yusuf’un başından geçenleri dinler önce. Sonra da kendi rüyasını ona anlatır. Lakin ne yaptıysa Yusuf’tan duygularına karşılık bulamaz. Züleyha’nın çekici güzelliği dahi ‘iffet abidesi’ni kandıramaz. Züleyha, Yusuf’u elde edebilmek için türlü oyunlar oynar. Yusuf, Züleyha’nın ısrarlarından korunmak ve nefsine yenilmemek adına zindana atılmayı tercih eder.

Yusuf, esir kaldığı süre içinde rüya yorumculuğu yeteneğini kullanır. Mısır Sulta­nı’nın gördüğü, ülkenin yedi bereketli yılına ve sonrasında gelecek yedi kurak yılı­na delalet eden rüyasını tabir edince zindandan kurtulur. Sultanın vefatından sonra da Mısır’a sultan olur. Ko­cası ölen Züleyha ise sefalet içinde yaşlanır ve güzelliğini kaybeder. Züleyha’nın hâline acıyan Yusuf, duasıyla onun eski güzelliğine kavuşmasına yardımcı olur. Ardından onunla evlenir. Ancak bu kez de zarif Züleyha, Yusuf’un aşkına karşılık vermez. Onun dünya nimetlerinden el etek çektiğini gören Yusuf, güzel eşine bir saray yaptırarak rahat bir şekilde yaşamasını temin eder.

Yusuf ile Züleyha’nın aşkı, mesnevî tarzında en çok işlenen konulardan biridir. Şairlerin bu ilgisinde kıssanın kutsal kitaplarda yer almasının payı büyüktür şüphesiz. Zarafet, Yusuf’ta taçlanırken aynı sıfat, kimi kesimlerce soy ismiyle müsemma şair Cahit Zarifoğlu’na yakıştırılır. Nitekim “Bir incelik gösterin, incinmesin yüreğim” sözüyle hafızalarda yer etmiştir Zarifoğlu. Şairin şiir toplamını (Bütün Eserleri 1-Şiirler-Aralık 2012) okuduğunuzda naif bir ırmağın sularına karışırsınız adeta…

NE ÇOK ACI VAR!

Adı gibi ince bir kalemdir Zarifoğlu. Zarafet sıfatını o da kendisine yakıştırır. ‘Özgürlüğe Doğru’ şiirinde, “Ey zarif sen de ata yoluna meylettin/ Korkarım binbir belaya dayanmaz sıkletin” mısralarıyla seslenir benliğine.

Onun hassas ruhu, dışındaki dünyaya kapalı değildir… Çevresini gözlemler; empati kurar insanlarla; çekilen acılardan huzursuz olur; mazlumlara, yoksullara, eziyet görenlere üzülür; insanlık için sürekli gözyaşı döker Zarifoğlu. Ki bundan dolayı, “Ne çok acı var.” sözüyle başlar günlüğü ‘Yaşamak’a… Hayatının muhasebesini yapar bu eserinde şair. En çok da kendini suçlar olanlardan… Sanki acıların tek müsebbibi oymuş gibi: “Ruhumuz dar bir şeridin içinden sızılarla geçiyor. Utançla yerle bir olarak hatırlıyorum. Senin sözlerini…”

Cahit Zarifoğlu, “Bir kalbiniz vardır onu tanıyınız.” diyerek yüreğimizin dilini dinlemeye çağırır bizleri:

“Dinlememişseniz nice yıl kalbinizi

Ev meslek iş para geçim diyerek

Düşünün şimdi bir de

Şehirlerde kasaba ve köylerde

Başını eğmiş kalbiyle söyleşen biri olduğunuzu.”

Haklıdır -çoğumuzun kendini Araf’ta hissettiği acımasız-kalleş dünyada- bizi kalbimizle baş başa kalıp düşünmeye sevk etmede. Geçmişten bugüne insanlığın içinde kıvranıp durduğu çember; ırkçılık, cinsiyetçilik, dincilik, çıkarcılık, ayrımcılık, bencillik ve düşmanlık değil de nedir?

Sevgi adamıdır Cahit Zarifoğlu. Bunu en bariz ‘Yaşamak’ta görürüz: “İnsan da dahil eşyaya duyulan sevgi kelimeyledir. Onunla başlar, ‘Birden sevdim’ deriz ya da ‘Çok seviyor’ deriz, bakın kelimesiz anlayamıyoruz bu sevgiyi. Ve bu sevgi, kelimeleri hangi terkip içinde kullanırsak kullanalım, yüksekliği kelimenin yüksekliği kadardır. Ve ‘Sevgi öldü’, ‘Artık sevmiyor’ dediğimizde, sevgi kelimeyle çekip gider…” Sadece nesiri değil dizeleri de sevgi üzerine kuruludur şairin. ‘Mavi Gök Orda mı’ şiirinde İstanbul’un keşmekeşliğinin içinde bile sevgiyi arar:

“…

Bir Kadıköy vapuru hınca hınç insan

Çok geçmeyecek

Martılar beyhude turlar atacak

Kıyılar lağım konserve kutuları

Mısır koçanları

Sevgi aranabilir yine

Korkusuzca say koskoca kederlerini

Bir kuyu bulunabilir”

Kalbini kuş misali esir alan sevgi hissi de güzeldir Cahit Zarifoğlu’nda. Sevdiğine ‘Güzelcin’ diye hitap eder aynı adlı şiirinde şair. “Koşu koşuver nargözlüm” mısrasıyla çağırır onu. Gönül verdiği kadınla hem dünya hem de öteki dünya saadetidir arzuladığı. Güneş yüzlü çocuklarıyla birlikte elbette:

“Ruhsatlım sevdamsın berigel

O seven yuyan bakışınla

İçimi yu mermer döşegel

Asmalarda güneş ve çocuklarımız

Mutluyuz tüm dünyaya duyur”

Lakin sevdiğine kavuşamamak derinden sarsar Zarifoğlu’nu. Günler belki de aylarca haber bekler yüreğindeki kadından. Yelkovan akrebi kovalamaktan; o ise, ayrılık ve sevmekten yorulur. Firaktan sonraki günleri adeta kalbi ağrıyarak resmeder ‘Sevmek de Yorulur’ şiirinde. Sevdiğinden ayrı kalmak onu öyle melankolik bir ruh haline sokar ki, kalabalıkların içinde ‘yalnız’dır, ıssız kalmaktır en çok içine sinen:

“Bir adam bir kadın var içimde iyice anladım

Bana bunu sessizce anlatıyorlardı

Bir yerde onların yönlerinden

alımlı bir zarf katlanmıştı uzaktaki

bulvarların geceye vurdukları

çağırmasız kır günlerini zararsız akrepleri”

JOSEPH K. KARAKTERİYLE ÖZDEŞLEŞMEK

Severken de zariftir şair. Leyla’sına sonsuz bir hisle bağlıdır. Onun her halini ezberlemiştir adeta. Onsuz zamanlarda bile gözünde canlandırır suretini:

“Bir sen varsın hep saçların ağzın

Bir merdiven hücresinde

uzak çağrışımlarla koşardın ya bensem

seni sonsuz gelişinle

saçından tanıyor gülüşünden kaçıyor”

Ayrılık belki de bu yüzden hayli dokunur:

“Artık gecikmiş alışıldığım gidişinle

davranılmaz üstünde durulmaz

hiçbir tüfeğe gelmez bir kekliksem”

Onulmaz firak, sevileni de sarsmıştır. ‘Güzelcin’in rahatsız/huzursuz olduğunu,

“Yüzün soygundan geçmiş öyle bir yerde

durmuş ki bakışın boynun bozgun

üstünden bir nehir geçer gibi

ya gecedir ondan ya bulanık sudan

bir hasta gibi ağrımaktasın” dizelerinden anlarız. Zira maşuk, istemeye istemeye gidiyordur. İçi rahat değildir. ‘Zarif’ aşığını arkada bırakmaya gönlü razı değildir.

Cahit Zarifoğlu, sevdiğinin ‘iki arada bir derede’ diye tarif edebileceğimiz bu halini, Kafka’nın meşhur Joseph K. karakteriyle özdeşleştirir. Sevdiğinin ne istediğini bilmeden hareket ettiğini sezmiştir. Leyla’sının yokluğunu ise içine sindirememiştir. Kendinden geçmiştir. Kararsız Leyla’sıyla birlikte o da gitmiş, ‘ben’ini kaybetmiştir:

“Eğip başını içlerimden gittiğin zaman

Uzağa bir yolcuya çıkar gibi

Selini üstüme çektin önce

camdan bir mektup dolabının

üst üste sayısız koridorunu yüzüme yakın

başını duvara değdirmiş bir benzetişle

josef ka benzeri bir bakışındı

ya da konuşmayı kesip aman sen

öyle bir gittin ki benimle”

Artık sokakta, deniz kıyısında, evde, koridorda, sigarada… her yerde, her şeyde maşuk vardır. Onun gölgesi, sesi, nefesi hep şairin yanı başındadır sanki:

“Bunların hepsi beni çağırıyorlar sevinçlerimden

Biri denizdir uzun boylu gürültüsüyle

biri bütün yan odaları bekler

kuşkulu geçer camlardan

ve bırakır yerini bir koridor bekçisine

Haydi sen bütün onlara git benimle

Son sigaramdın

Gidişin antinikotin”

Sevdiğinin kendisinden ayrı bunaldığını, içinin huzursuz olduğunu hissediyordur Cahit Zarifoğlu. Fakat artık onu düşünmek, tahayyül etmek ve sevmekten halsiz kalmıştır. Sonu hüsranla biten kara sevdası, şairi git gide ebediyete, ilahî aşka yaklaştırır. Artık Mecnun misali Yaratıcı’sına divane olmaya hazırdır:

“Tam şimdi denizinle

bir çakıl taşına yaklaşıyor

kuma çok yakın bütün kesitlerinle

bakıyor ve bunalıyorsun

Tam şimdi ipe koşan

beni elleriyle alkışlayan

ağrıyan bir gün geliyor”

‘Orası Neresi Burası Bir Adam’ şiirinde çocuk ruhlu Zarifoğlu’yla karşılaşırız. Bir çiçek gibi narin, çocuk gibi hayalperest, karınca gibi azimlidir şair. Çocuk hikâyeleriyle minik yüreklere seslenmesi, onları eğitirken neşelendirmek istemesi şüphesiz bundandır:

“Böyle bir çiçek vardı

Rüyadaki geçit büyüyüp büyüyüp

Büyüyüp büyüyüp büyüyüp

Espası bir tek gecede

Ezip el tutan

Alnının bütün bir duvara dayayan

ve sesleri bir orman büyüklüğünde

güneşe yol yapan çocuk” mısralarında Cahit Zarifoğlu’nun çocuk mizacının yansımasını görürüz.

Ancak çocuk gibi temiz bir kalbe sahip olanlar, aşkı saf olarak hisseder ve yaşatabilir. Sevdiğine sonsuz bir sadakatle bağlanır onlar. Mecnun, Kerem ya da Ferhat’ın dillere destan aşk hikâyelerini imrenerek okumamız bundandır belki de. Adı gibi ince ruhlu bir kişiliğe sahip olan Zarifoğlu, adamlık ve aşkı adeta birbirine kenetler:

“böyle bir çiçek vardı

kılcal kökleri

çağın sarsıntı duvarlarından

burası bir adam

bir aşk çapında”

Güzellik ve zarafetle süslemeye çalıştığım yazımı, zarif şairin, dostlarını yad ettiği ‘Yedi Güzel Adam’ adlı şiiriyle bitirmek istiyorum. Yol arkadaşlarını ‘aşk adamı’ olarak tanımlar Zarifoğlu. O öyle nazenin bir insandır ki düşmanlarını bile ‘güzel’ler destansı şiirinde:

“…

Yedi adamdan biri

Bir gün bir kan göreni

Kabukları soyulmuş

Taze devrilmiş bir ağaç gibi

Güzelin düşmanı güzel olur

Güzelin yari güzel olur

Yedi adam biri bir gün

bir aşk bir gün

gereğini belledi

ölüm girse koynuna

Ayırmaz aşkı yanından”

Paylaş:

Yoruma Kapalı Paylaşım.