Hilal Varol

            “Görünmez Kentler, bildik tanıdık kentler değil, kurmaca kentlerdir. Hepsine birer kadın adı verdim…” diyerek başlamış söze yazar. Bunu okuyunca bile yazarın, kitabını elinize aldığınızda bir çırpıda anlamlandıramayacağınız ve herkesin aynı pencereden bakıp aynı şeyleri göremeyeceği, görse bile aynı şekilde anlatamayacağı bir kalem olduğu kolayca anlaşılıyor. Ben kitap boyunca gözümün önünden geçen kadın isimleriyle akışta olan, kentlere yazılmış bir ağıt okudum mesela. Öyle ki, değişen dünyada, şehirlerin kaybettikleri ruhlara ağladım satır aralarında. Bende durum buyken; siz elinize aldığınızda kitabı, kim bilir neler anlatacaksınız kitaba dair bizlere.

            Kentlere son bir aşk şiiri yazdığını söyleyen yazar, metni , “Ben böyle bir metin yazayım.” deyip yazmamış. Farklı kategorik başlıklardan aldığı notlarından çıkmış bu metin. Öyle bir dil oluşturmuş ki; masalsı kentlerin arasında gezerken şiirsel anlatım sizi bir rüya alemine sürüklüyor. Her satır, insanda, hakikaten masalların gerçek olduğu hissini uyandırıyor.

            “Bir kentte hayran kaldığın şey onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, senin ona sorduğun bir soruya verdiği yanıttır.” diyen yazara katılmamak elde değil kanımca. Kaçımız aynı şehre aynı gözlerle bakabiliyoruz aynı zaman dilimlerinde? Hislerimizi şekillendiren o şehirle paylaşımlarımız değil mi? Sizin, sokaklarında gözyaşlarına boğulduğunuz şehrin kaldırımları, benim şen kahkahalar attıklarımsa aynı şekilde mi betimleriz ayaklarımızın altında oynayan kaldırım taşlarını? Mümkün mü böyle bir şey?

            Şehrazat’ın Binbir Gece Masalları’nda hayatta kalmak için anlattığı masallar gibi Marco Polo’nun Kubilay Han’a anlattığı kentleri okuyoruz kitapta. Marco Polo, öyle mimari özelliklerde kentler anlatıyor ki gerçekte var olmalarının mümkün olmadığını düşünürken bir de bakıyorsunuz ve “Neden olmasın ki?” derken buluveriyorsunuz kendinizi. Gerçek ve kurgu öylesine iç içe geçmiş ki, siz her satırda o masalsı atmosferin büyüsüne çekiliveriyorsunuz farkında olmadan.

            Marco Polo’nun,  iktidar sahibi olan Kubilay Han’a, kadın isimleri taşıyan kentleri fetih için anlatıyor olması Calvino’nun önemli göndermelerinden biri bence. Sürekli değişim halinde olan bu kentlerin kadın olarak var olmaları, tarihte ve günümüzde kadının önemini ortaya koyuyor.

Sizin de bir “İrene”niz vardır illa ki bu hayatta. Hayallerinizde yaşattığınız, süsleyip püslediğiniz, toz pembeye boyadığınız ve ulaşmak mümkün olduysa eğer, içinde nefes aldıkça renkten renge buladığınız…Metinde İstanbul’un İrene olarak sunulması pek çok kişinin hislerine tercüman olmuş mudur sizce de?

 “Anlatıya yön veren ses değil, kulaktır.” Kulaklarınız ne duydu bilmem, benimkilerden duyulanlar böyle.                                                                        

Share.

1 Yorum

  1. Nigar Günal on

    Her kitap özetin bende hemen alıp okuma isteği uyandırıyor,Ne yazık ki bu mümkün olmuyor..,Merakla beklemek zorunda kalıyorum!kalemine sağlık her zamanki gibi!

Leave A Reply

Exit mobile version