Sibel Turga Metin

      Bir yazarı sevmek onun izlerini takip etmektir kanımca. Bir şehri ara yollarından yürüyerek gezersen sana dayatılan, gösterilmek istenilenle karşılaşırsın. Oysa bir şehir ara sokaklarıyla vardır, ara sokakların sesi, nefesi, kokusudur aslolan. O sokak araları candır, ılıman bahar rüzgârı, erguvanların sırlı dünyasıdır. Bir yazarı tanımak da onun ara sokaklarına dalmakla, göstermekten imtina ettiklerini görmekle olur. Orada gizlidir hevesi, nefesi, hayali, musikisi… O musikiyi dinlemek için o sokakların kalbine hüküm giymek gerekir. Bugün de yolculuk Ahmet Hamdi’ye, nam-ı diğer Kırtipil Hamdi’ye… En yakın arkadaşlarının bile ciddiye almadığı çokça karamsar ama bir o kadar da yaşamaya sevdalı… Mona Lisa tablosu gibi bir yanı hüzün, bir yanı neşe…

         Yol da yolculuk da belirsiz aslında zaman gibi. “O yola nerden çıkıldı?’’ sorusu daha belirgin gibi. Annesini Kerkük’te bırakan on beşinde bir delikanlının kadınlarla o zaman mı açıldı arası? Ahmet Haşim’in on ikisindeyken bir Musul akşamında çıktığı yola o da revan olmuştu. Onu Ahmet Haşim’e çeken buydu aslında: Annelerin bilinmez diyarlara yolculuğu. Bu kadar keskin cümleler söylenmeli mi, onu da bilmiyorum. Annenin bıraktığı boşluğu belki de hiçbir kadın dolduramıyordu. Laciverdî akşamlarda özlenen kadınlar… Siyah gözlü, siyah saçlı kadınlar vardı hayatlarının tam orta yerinde. Sevda vardı bir de… Bir de dilimize dolanan cam kırığı sözcükler. Romanda da o, şiirde de o…

          “ Leyla, ela gözlü bir çöl ahusu

           Saçları bahtından daha siyahtı”

derken Ahmet Hamdi, Saatleri Ayarlama Enstitüsü’nde ise Leyla; Aselban olup Şeyh Lütfullah’ın rüyalarını süslüyordu. Aselban’ın geceden daha siyahtı saçları, yıldızdan daha parlaktı gözleri. Bir anda bir fotoğraf gözlerimizin önünde arz-ı endam ediyor: Gözleri bilinmez bir ufka bakan çekingen bir adam ve kucağında siyah bir kedi. Siyahtı sanki onun rengi. Doğrudur aslında siyah değil miydi sanki Doğu’nun da rengi?

          Doğu’yla Batı’nın tam orta yerinde sabitkadem bir adam. Saatin sarkacı gibi “Mübarek” bir Doğu’da bir Batı’da… Ela gözlü bir çöl ahusunu özlerken Paris’e -aşıklar şehrine- geç kaldığını düşünecek kadar Batılı. Romanlarındaki kahramanları aracılığıyla anladığımız gibi hep iki şarkı arasında ve arafta bir Ahmet Hamdi. Tamburi Cemil Bey’den, Itri’den nefeslenirken Beethoven’in ürperten müziğinin etkisinde de kalabilen bir dünya insanı. Müthiş bir terkip bugünden bakılınca… Ama biz buna Doğu-Batı sorunsalı demeyi tercih ettik hep. Doğu Batı sorunsalı -Türkçe’yi sala bindirip sele verdik- hocam sen gidince. Bir dizi kelimeler terkibini çaya çorbaya kattık. Oysa bir felsefesi vardı bu işin. Her esere nasıl ustaca yerleştirmişsin hiç gözümüze batmadan, kulağımızı tırmalamadan arayanların bulacağı cümleleri. Gene kahramanlarına yol almalıyız bu noktada seni tam anlamıyla çözümleyebilmek için. Aristidi -eczacı- bilimle yol almanın önemine inanırken Batı değil miydi onun nazarında söylediğin? Sonra Seyit Lütfullah geliyor Aristidi’nin tam yamacına. Hüddam peşinde koşuyordu ve diyordu ki “Aklı ortadan kaldırmadan hakikate ermek imkansız.’’ Al sana Doğululuk, hoş geldin Şark. Yanlış anladığımız değerler manzumesinin orta mısrası tam burası.

          Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ne baktığımızda biraz Muvakkit Nuri Efendi, biraz Halit Ayarcı, biraz Abdüsselam Bey ama çokça bizden biri. Aslında her kahramanın ağzından dökülen sözlerde görüyoruz seni. Yıllar önce seni görmemekte ısrar edenlerin, seni sükut suikastına maruz bırakanların inadına her cümleden sana ulaşıyoruz biz bugün. Bakmıyoruz sadece sana, görüyoruz seni; rüyalarına sığınan, o rüyalarda bile kendisiyle karşılaşmaktan korkan güzel insanı. “Birçok insanın ömrünü birden yaşadım.” diyen Hayri İrdal da sensin, dağılan imparatorluğun izinde kaybolan konağının içinde yalnızlığıyla karşılaşmaktan korkan Abdüsselam da sensin. Diyorsun ya “Zaman zaman onların kılıklarına girdim, mizaçlarını benimsedim. Bazen Nuri Efendi, bazen Lütfullah veya Abdüsselam oldum.” Şimdi düşünüyorum da bu devirde yaşasan teşhis konulmuştu hocam: Çoklu kişilik bozukluğu. Al bir antidepresan derdine derman olsun. Oysa bilmezler ki senin derdin, dermanındı aslında. 1901’de doğmuş olmanı “asrın kapısında doğmuş” diye yorumluyor bugün edebiyat tarihçileri. Asrın kapısında doğunca böyle bir terkiple oluşuyor belki de insan. Bir büyük imparatorluğun dağılmasına şahit olmayı Abdüsselam’ın konağının dağılmasıyla imgelemek de büyüleyici. “Hatta öyle bir neşesizlik ki bu, eşyaya da sirayet etti.” diyordun bir cümlede. Buradan bakınca eşyayla da farklı bir ünsiyeti vardı Ahmet Hamdi’nin. “Saat kadar derin olmasa da ait olma ve kişiye uyma keyfiyeti bütün bir eşyamızda vardır. Eski şapkalarımız, ayakkabılarımız, elbiselerimiz gün geçtikçe bizden bir parça olmaz mı? Onları sık sık değiştirmek “Ben artık başkasıyım” diyebilme saadeti “Hep bir başkası olabilme” özlemini iliklerinde mi yaşadı sorusuyla karşılaştırıyor bizi yolun bu kısmında. Belki de asrın kapısında doğan bir insanın eskiye ve yeniye bakışıydı bu, bilinmez.

       Kendisine bakışı da acımasızcaydı hep iki beste arasında kalmış bu derbeder adamın. Altı çizilecek birçok cümlesinden bu kanıya varıyoruz. “İnsan biçare ve tezat içinde bir varlıktır. Tabiata bir ilah gibi hükümrandır ama kendi hayatını bir türlü idare edemez.” O yüzdendi belki de ona “Geç Kalan Adam” unvanını takmamız. Zamanı sorgulamasına bile bu geç kalmışlık duygusunun zemininden bakma durumundayız. Belki de vapurları hep kaçırınca, bir şeylere ya da her şeye hep geç kalınca geldi Hayri İrdal’la Halit Ayarcı Kadıköy İskelesi’ndeki tezatlar içindeki yazara.

“Kim bilir? Bazı kapıların bize kapalı görünmesi önünde değil arkasında durduğumuz içindir.” demiş bir cümlede. Aslında hep kendine yüklenmiştir Ahmet Hamdi. İçindeki yabancıyla karşılaşmamak için belki de rüyaların mağarasında dinlendirmiştir gönül yorgunluğunu. Belki de gerçek dünyanın sahteliklerinden, kırgınlıklarından rüyalara yol almıştır ömrü boyunca. Fakat burada bile kendini didiklemekten uzak kalamamıştır. “Bilir misiniz, rüyada insanlar birbirlerinin gözlerine bakmazlar. Bakarlarsa bu çok ıstıraplı olur, derhal uyanırlar. Bence bu ferdiyetimizin kaba tarafından kurtulunca birbirimizle karşılaşmaktan korkmaktır.” diyecek kadar acıtır kendini.

        “Ne kadar yakınımız olursa olsun bir başkasının içinden geçenler bize daima meçhul kalırlar. Bir yastıkta uyuyanlar bile birbirlerinin rüyalarını bilmezler.” cümlesinden yola çıkarak biz Tanpınar’ı tam olarak bilemeyeceğiz ama bütün bilmeyenlerin izlediği yolu takip  ederek çıkarımlarda bulunup sayıklamalarla devam edeceğiz yolculuğumuza.

         Cümle cümle okuyacağız onu belki de yüzümüzde bir gülümsemeyle. Hayır… Çünkü burada bile onun eski, yaşanmış kelimelere olan düşkünlüğünü hatırlayacağız. Billur, avize, mücevher gibi eski kelimelerin birer “zaman kırıntısı” olduğunu hatırlayacağız. Yeni kelimelere onun penceresinden bakarak yontulmamış, zaman dışı ve büyüsüz olduklarına takılarak gülümseme yerine tebessüm sözcüğünün sıcaklığına sarınacağız.

         Çok az insanın belki de Tanpınar kadar kendisiyle dalga geçebilmesine şahit olacağız. Sakarlıklarıyla bizi canımızdan bezdiren çocuklarımıza onun dediği gibi “Elinle gözün bir arada yaşamıyor.” diyerek mizahi bir yaklaşımla sorunları elimizin tersiyle hayatımızın dışına iteceğiz.

       Kim bilir belki de “Sizi çok seviyorum ama aynı zamanda size düşmanım. Bana kendimi hatırlatıyorsunuz.” sözüyle de aynada kendimizle karşılaşmanın alevinde yanacağız.

       Kim bilir belki de Saatleri Ayarlama Enstitüsü’ndeki bütün kahramanların kusurlu olduğunu görerek yeni bir gerçeğe açıp gözlerimizi insanlara kusurlarıyla, zaaflarıyla hayatımızda yer açmaya çalışacağız.

        Kim bilir bazen de “Bazı insanların ömrü vakit kazanmakla geçer. Ben zamana, kendi zamanıma çelme atmakla yaşıyordum.” cümlesinden hareketle bilinçaltımızın dehlizlerinde ne için, kim için zamana çelme taktığımızı anlamaya çalışacağız.

       Ne çok billurdan sözler damlıyor Eşik’te duran bizler için. Her cümleden bir iç çözümlemeye ve kendimize vardığımızı fark ediyoruz. Örtüleri kaldırmak için Tanpınar istasyonundan zamana yolculuk için kalkan trenlere geç kalmamak dileğiyle …

Share.

1 Yorum

Leave A Reply

Exit mobile version