Yüzyıllık Şiirimiz Üzerine Görüşler
Gelecekte şiir için geçmişe dönük çalışmalar yapıldığında, şiirlerin yanı sıra şiire dair konuşulanlar, değerlendirmeler de önemli bir yer tutacaktır. Bu sebeple gelenekten ister doğrudan, ister eleştirel biçimde olsun bir şekilde yararlanılacaktır. Geçmişin veya bugünün şiirine övgü ya da yergi de bulunmak için gelecekte başvurulacağını düşündüğüm, bugünün şairleriyle yüzyıllık şiirimiz üzerine görüşlerini sordum. Geleceğe katkısı bulunması temennisiyle…
“Gelenek, bir bütündür; bütün ‘bütün’ler gibi, parçaları olan bir bütün!” (Hilmi Yavuz- Yakın Dönem Türk Şiiri)
Cumhuriyet dönemi boyunca şiir topluluklarına baktığımızda, Beş Hececiler, Milli Zevk ve Anlayışını Sürdüren Şiir, Yedi Meşaleciler, Saf Şiir Anlayışını Sürdüren Şiir, Toplumcu Gerçekçiler, Garip Şiiri, Hisarcılar, İkinci Yeniciler ve Maviciler’in oluşturduğunu görüyoruz. 1980 sonrasında ise çok seslilik oluşmuştur. Attila İlhan öncülüğünde toplanan Maviciler, İkinci Yeni’nin öncüleri olarak değerlendirilmişlerse de Attila İlhan, buna karşı çıkmış ve İkinci Yeni’yi “yozlukla” itham etmiştir.
1980 sonrası Türk şiiri, gelişme ortamını dergilerde bulmuş ve aynı dergide farklı şiir anlayışındaki şairler birlikte ürünler vermiştir.
Öte yandan, Metin Cengiz ve Yavuz Özdem çalışması olan “Yakın Dönem Türk Şiiri” kitabında şöyle yazılmıştır; Cumhuriyet dönemi şiir toplulukları için, “her on yıla bir grup, kuşak, dergi birliği vb. sığdırmak…” gibi bir durumun “karmaşık ve yorucu” etki yarattığı belirtilirek; “Oysa bu sınıflandırma İlk Dönem Cumhuriyet Şiiri, Sosyalist Anlayışta Yazılan Şiir (Nazım Hikmet’ten günümüze), Garip Şiiri (Birinci Yeni), İkinci Yeni, İkinci Yeni Sonrası olarak bölümlendirilip ona göre anlatılabilir. Ve bu isimlendirme hem gerçekçi, hem daha akılda kalıcı olacaktır.”
- Sizce Cumhuriyet dönemi boyunca şiir adına yaşanmış en önemli yenilikler nelerdir? Yüzyıllık şiir tarihimizle ilgili siz neler söylemek istersiniz?
Arife Kalender: Şiirimiz yüzyıl içerisinde farklı akımlarla yoluna devam etti ancak ben daha öncesinden başlayan, önemli iki etkileşimden söz etmek istiyorum. 1- Fars ve Arap Şiiri, 2- Batı Şiiri…
İnançsal, felsefik, dilsel yönüyle Fars Şiiri bugüne dek şiirimizi fazlasıyla etkilemiştir. Divan ve halk şiirinde bunların örneklerini fazlasıyla görüyoruz.
Alevi-Bektaşi inancının yedi önemli şairlerinden (Fuzulı, Hatayî, Kul Himmet, Pir Sultan Abdal, Nesimi, Yeminî,Viranî) çoğu Fars edebiyatının söylem ve biçiminden etkilenerek yazmışlardır. Bugün de halk şiirinde- çağdaş şiirimizde (türkü alıntıları, doğa ve aşk şiirlerinin özgün dizeleri kullanılmaktadır.…Aynı şekilde divan şiirinde bu etkiyi fazlasıyla buluyoruz.
2-Batı edebiyatının etkisi; Tanzimat’tan Cumhuriyet dönemine kadar örnekler sürse de 1930-40 yıllarından sonra, çeviri bürolarının etkisi ya da yabancı dil bilen şairlerin artmasıyla günümüze değin biçimsel olarak sürdürülmüştür. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Ulusal Şiir bir dönem görülürken; batı şiirinin biçim ve şiir söylemi 1. Yeni şiirini başlatmış, bunu 2. Yeni izlemiş, dünyada sosyalist ideolojinin yayılmasıyla Toplumcu-sosyalist şiir başlamıştır. 1. Yeniden önceki (40 kuşağı)nın şiirleri de 1. Yeni’nin doğuşunda etkili olmuştur sanırım. Nâzım Hikmet’le başlayan süreçten sonra gerek 1940 toplumcu şiir anlayışı ve çeviriler nedeniyle, 1.2. yeni şiirimizle daha özgür söyleme, kimi kalıpları yıkan, biçimde bazı kuralları atan bir yapıya bürünmüştür (Bu dönemde Baudelaire, Rimbaud, Eluard, Aragon,Nerval…) Çağdaş şiirimizi etkileyen şairlerdir. 2. Yeni ise daha ileriye gidip dilde değişimler yaparak; alt katman anlamlar, yeni biçim denemeleri, sözcüğe gerçek anlamının dışında yeni anlamlar katma eğilimine gitmiştir. Gerek Fars Şiiri gerekse Batı Şiiri 1950 yıllarına dek iki koldan yönlendirmiş, bunların yanı sıra klasik şiir formatları yer yer görüntüsünü sürdürmeye devam etmiştir. Bu akımlar sırasında kimi şairler hem çağdaş hem geleneksel şiirden yararlanarak bu akımların bir parça dışında kalarak kendine özgü şiirini kurmuş, her tür şiir yazılımında ürünler vermiş, temalarında ise anti emperyalist, yurtsever, ulusalcı ürünler vermiş özgünlüğünü koruyabilmiştir. Fazıl Hüsnü Dağlarca buna en değerli örnek olabilir. ‘Türk Şiiri genel olarak doğuludur’ diyen şair; harflerden, sayılara, bilmediği dillerden, seslerden yararlanarak özgün biçem yaratmış, şiirin her yolunu denemiş, bir anlamda Çağdaş Ulusal Şiirin bence temsilcisi olabilmiştir. İşlediği temalar (Çanakkale Destanı, Yeryağ, Raman…) çoğunlukla ulusaldır ve dilde de ‘Türkçem benim ses bayrağım’ demiştir. Yaşadığı dönemde, her akımı yakından bilmesine karşın hiçbir akımın tam olarak içinde olmayan Dağlarca’ya ayrı bir bölüm açmamızın gerekli olduğunu düşünüyorum.
1070’li yıllarda başlayan sosyalist-gerçekçi şiir, tümüyle yeni bir dünya görüşünün etkisiyle tematik olarak ekonomik-sosyal düzenlere karşı, serbest şiir söylemini örnek almış, burada da evrensel şiir ustalarından yararlanmıştır (Lorca, Neruda, Mayakovski, Nâzım, Aragon…) Biçimden çok iletiye önem veren bu şiirlerde, 1940 dönemi şairlerinin
tematik ve söylem etkilerini görmek mümkün.
Tüm bu etki ve yönelişler doğrultusunda; şiirin ulusal ve evrensel şiir damarlarından, eskiden ve yeniden yararlandığını söylemek yanlış olmaz sanırım. Yetmişlerin şiirinden sonra; siyasal baskı ve işkencelerin de etkisiyle, korkutulmuş ve yalnızlığa terkedilmiş birey çıkmazlarının şiirlerde öne çıktığını görüyoruz. Doksan ortalarına kadar çoğu kez mırıltılı, hezeyanlı, yalnızca kendisini anlatan, dizelerde doğa ve insan hallerini çeşnisiyle göremediğimiz kısık sesli şiirler izledik. Ancak 2000lerden bugüne şiirin işlevinde toplumsal sorunlarla birlikte yeni biçim ve temalar öne çıkmaya başladı. Gençler hem geleneksel şiirden hem de özgür ifadelerden yararlanır oldular. Ancak tüm şiirler için dönem değerlendirmesinde bunu söylemek doğru olmaz. Medya ve iletişim organlarının etkisiyle, bireysel heves ve isteklerin öne çıkmasıyla şiir toplumsal, siyasal koşullardan yara almaya başladı. Buna karşın yazma olanaklarının artması, medya ve internet; yazanlara çok geniş olanaklar sağlarken yaşamdaki, insan ilişkilerindeki yozlaşma şiir duygusunu zedeledi. Biçimde ve biçemde daha rahat yazabiliyorlar ama bilisizlik, çabuk ünlenme hevesleri, parasal işler nedeniyle de çok gelişmiş yeni ve güçlü şiirlerden fazla söz edemiyoruz…
Şiir, insan var oldukça, her şeyden beslenerek, önceki sonrakini besleyerek yazılacaktır. Şiir evrensel bir bütündür.
Hülya Deniz Ünal: Yahya Kemal ve Ahmet Haşim ve Nâzım Hikmet’i Cumhuriyet döneminde modern şiirin kurucuları olarak sayabiliriz.
Attila İlhan’ın noktalama işaretleri ve büyük harf kullanmaması bir yenilik olarak değerlendirilebilir. Şiddetle karşı çıkmasına rağmen İkinci Yeni’nin poetik olanaklarını sonuna kadar kullanmış olması da şaşırtıcıdır.
Daha sonra Garip’çilerin ölçü ve kafiyeden uzaklaşması, söz ve anlam oyunlarını bırakıp günlük konuşma dilini kullanarak sıradan insanın şiirini yazmaya yönelmesi de büyük bir yenilikti.Kırk Kuşağı şairlerine ayrı bir parantez açmak gerekir ki hepsi de iyi eğitimli, yabancı dil bilen, entelektüel kimlikler olmalarına rağmen işsiz bırakılarak, sürgünlere gönderilerek, yoksulluk ve yoksunlukla sınanmış, siyasi düşüncelerinin bedelini ağır ödemiş bir kuşaktır.Siyasete hayli mesafeli duran İkinci Yeni, Türk şiirinde önemli bir kırılmadır. Anlamı neredeyse yok edecek kadar dışlayan, sokaktaki insanın beğenilerine hitap eden Garip’çilerin aksine entelektüel düzeyi yüksek, diğer sanat disiplinleriyle içiçe bir şiir yazdılar.O dönemde çok iyi poetik yazılar yazıldığını da bir yenilik olarak vurgulamak gerekir.Ölümüne değin güzel şiirler yazan İlhan Berk ve hâlâ anlaşılmayı bekleyen Ece Ayhan’a ayrı bir paragraf açarak değerlendirmek gerekebilir belki.
Divan Şiirinin biçimsel olanaklarını kullanmaktan çekinmeyen, bütünlüklü, İkinci Yeni’yi de güncelleyen Seksenler Şiiri ise renkli bir kırılmadır.
Tamer Öncül: Yukarıdaki alıntılarda da vurgulandığı gibi, suni kuşaklar yaratılması yüz yıl gibi kısa bir süre için bir dizi açmazı da birlikte getirmişitir. Metin Cengiz ve Yavuz Özdem’in yaptığı sınıflama daha mantıklı gelmektedir. Cumhuriyet’le birlikte yapılan Dil Devrimi şiirde büyük kırılmanın yolunu açarken, farklı duyuşların yeşermesini de sağlamıştır. İlk dönem Cumhuriyet şairleri bu YENİ DİL ve gelenek arasında bocalarken,Nazım’ın bu yeni dil (ve yeni / sosyalist düşüncelerle) kurduğu yeni şiir Türk şiirine farklı bir boyut kazandırmıştır. Garip şiiri “yalınlığı” öncelerken İkinci Yeni bunun tam tersini savunmuştur. 2000’li yıllara dek, bir önceki kuşağa tepki üzerine kurulan poetik farklılaşmalar yeni yüzyılla birlikte ortadan kalkmış gibidir. “Gibidir”diyorum çünkü, yirmi yıllık yakın geçmiş bu yargının kesinleşmesi için yeterli değildir.
Bu “yakın dönem şiiri”nin, geçmişe göre en önemli farkı “Ne olmamalı?” sorunsalından çok “Ne /nasıl olmalı” sorunsalını dert etmesidir. Geçen yüzyılda şiir üzerine yazılan kitaplar parmakla sayılabilecek kadar azken, son yirmi yılda bu alandaki kitapların patlama yapması bu yargıya varmamın en önemli göstergesidir diyebilirim.
Yavuz Özdem: Sizin cumhuriyet dönemi boyunca şiir ve yenilikler konusundan hareketle oluşturduğunuz soruya cevap olarak, Hegel’in aynı şeydir yaşayanla ölmüş, uyanıkla uyuyan, gençle ihtiyar…sözü aklıma geldi. Pekiştirmek için soğuk sınır, sıcak soğur, yaş kurur, kuru nemlenir… diyerek devam ettiğini de biliyoruz Hegel’in. Eskilik-yenilik meselesi de böyle bir akışın-sürecin içinde düşünülebilir. Söz gelişi Nazım Hikmet, kendisinden önceki şiire göre yenilikçidir, İkinci Yeni Garip şiirine göre; ama bugün, bu dönemleri anlatırken ‘yenilikçi’ olmaklığın belirleyici bir kavram olmadığını görüyoruz.. Bu da işin doğasından kaynaklanan bir durumdur.
Rahmi Emeç: 20. yüzyılın hemen öncesinde şiirimizin iki ayrı koldan yol aldığını söylemek mümkün:Halk şiiri ve Divan şiiri. İkisi de kendine özgü kalıplar içinde var olduklarından genel yapılarını korumuşlar ve o şekilde olagelmişlerdir. Yüz yıllık geçmişe ilişkin yenilikten söz etmeden önce, Meşrutiyet’in ilânı (1908) ve hemen sonrasına bakmalı. Oluşan “özgürlük ortamında”şiir- edebiyat ürünü vermede önceki yıllarda var olan “endişe” aşılmış ve “yergi” şiirleriyle karşılanmıştır. Bu dönemin, Cumhuriyet’in ilk yıllarında oluşan şiir ortamına “yön verdiği” söylenebilir. Cumhuriyet’in ilk yıllarında Halk Şiiri geleneğinden yararlanan Milli Edebiyat akımının varlığını görüyoruz. Sonraki yıllarda var olan şiir ortamına bir bakıma tepki ve bunun sonucu bir yenilik olarak Yedi Meşaleciler’in (1928- 1933) çıktığını görüyoruz. Ancak bu genç topluluk kısa sürede dağılıyor. 1940’lara kadar bir topluluk içinde yer alanlar olduğu kadar bunların dışında kalanlar da olmuştur. Sabahattin Kudret Aksal, Necati Cumalı, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Ahmet Muhip Dıranas, Necip Fazıl Kısakürek gibi şairler sayılabilir. Öte yandan aruz ölçüsüyle Divan şiiri geleneği de Yahya Kemal Beyatlı, Mehmet Akif Ersoy gibi şairlerce sürdürülmüştür. Öte yandan Genç Kalemler (1911- Ali Canip Yöntem, Ömer Seyfettin, Ziya Gökalp), BeşHececiler (1914- 1920, Faruk Nafiz Çamlıbel, Yusuf Ziya Ortaç, Orhan Seyfi Orhon, Halit Fahri Ozansoy, Enis Behiç Koryürek) gibi kimi oluşumlar da ortaya çıkmıştır. Ayrıca Halk edebiyatı geleneğini sürdüren Bedri Rahmi Eyüboğlu, Ahmet Kutsi Tecer, Cahit Külebi, Şükûfe Nihal gibi şairler de şiirlerini yazmayı sürdürmüşlerdir.
Sonrasında ortaya çıkan Garip (Birinci Yeni: 1941) akımı, Cumhuriyet döneminin en köklü ilk hareketidir. Bu hareketten önceki kimi oluşumlar, Divan ve Halk şiirinden köklü bir kopuşu gerçekleştirememişlerdir. Garipçiler, “sadelik” ve günlük dile yakın“basit söyleme” yaslanmışlar, önceki şiirin kalıplarının dışına çıkmışlardır. Garip hareketinden sonra ortaya çıkan Hisar Topluluğu (1950), Mavi Grubu (1952) Garip’e birer tepki de olsa, onu aşan bir etki yaratamamışlardır. Garip ilkse, ikinci köklü değişiklik hareketi 2. Yeni olmuştur. Bir manifestoları olmamakla birlikte aynı dönemde yazan ve Garip’i aşan bir çizgiye ulaşan; anlamın derine taşındığı, daha fazla çağrışıma dayalı ve imge örüntüsüyle ilerleyen şiirler üretmiştir 2. Yeni hareketi ve hâlâ etkileri görülebilmektedir. Öte yandan 40 kuşağı Toplumcu Gerçekçileri ve onları takip eden şairler; sistemle hesaplaşan, karşı duran ve emekten yana tavırlarıyla toplumsal uyanışın sürdüğü yıllarda çok önemli bir okur çevresi edinmiş ve şiirimizde önemli bir yer bulmuştur.
- Yüzyıllık şiir tarihimizde şiir toplulukları ya da bölümlendirmelere göre sizce şiir en çok hangi yıllarda itibar görmüş ve en çok hangi yıllarda itibar kaybetmiştir? Ya da yüzyıl boyunca hiç itibar kaybetmiş midir?
Arife Kalender: Şiir insan yaşamında her zaman etkili olmuştur. İlk uygarlıklardan bu yana doğumlarda, ölümlerde, dualarda, ninnilerde, savaşta ve barışta…hep yönlendirici, yaşatıcı olmuştur, olacaktır. Sunulu koşullarda muhaliftir, değiştirip dönüştürme özelliğine sahiptir. Bu etkisini, toplumların çelişkili aşamalarında daha fazla göstermiştir. Atatürk’ün Tevfik Fikret’ten etkilenmesi, 1970li yıllarda insanların topluca meydanlarda şiir okumaları, yeni dünya umutlarını haykırmaları gibi örnekler verebiliriz. Ancak koşulların değişmesinden, makinelerin hayatımıza fazlasıyla girmesinden sonra, sistemler bilinçli olarak şiiri dar alanlara hapsetmeye başladılar. Gerek dergilerin kapanması gerek yayın ortamının zorlukları, kişisel hırslar, yüzeysel ödüller, sosyal medya paylaşımındaki özensizlikler v.b… bana göre şiirin saygınlığına gölge düşürdü. Bir yazımda: “Şiir devrim yapmaz ama ince ince insanı değişime hazırlar. Niceldeki devinimler beyinlerde değişimler yaratır” demiştim. Dünya devrimlerinde edebiyatın, özellikle şiirin etkisi görmezden gelinemez. Ancak her şeydeki, her sanat dalındaki heyecan, emek, derin düşünme ve araştırmanın yoksullaşması, yozlaşma ve naylonlaşması şiirde de görülmektedir. 1940-1980 arası bence şiir çok okundu, dillere bayrak oldu. Şimdi farklı bir yaşamdayız. Yazılanlar içeriye, gözlere çekildi, şiir meydanları terk etti bana göre.
Hülya Deniz Ünal: Şiir tarih boyunca itibar kaybetmemiştir, kaybetmez. Bir itibar kaybı söz konusuysa; popülizmin tuzağına düşmüş kimi şair tiplerini işaret etmek gerekir. Şiiri değil, şiirin getirisini düşünerek köşe başlarını tutmaya çalışanları. Behçet Necatigil’in “Az görün, çok görürler” cümlesi bu tip rahatsızlıklara en iyi reçetedir.
1 Mayıs’ta meydanlara çıkıp bakın, gösteri ya da toplantılarda Türk şiirini, hatta Dünya şiirini“ölü”lerin götürdüğünü göreceksiniz.Nâzım Hikmet, Hasan Hüseyin, Enver Gökçe, Sabahattin Ali, Pablo Neruda, Paul Eluard, FedericoGarcia Lorca…Gezi Olaylarında da öyle oldu. Şiir sokağa Cemal Süreya, Edip Cansever, Turgut Uyar’ın dizeleriyle çıktı.Üzerinde düşünmek gerek…
Tamer Öncül: “İtibar görmek”ten kastınız şiirin geniş kitlelerce okunması ise, en İTİBARLI(!) dönem yetmişli yıllardır denilebilir. Nazım şiiri dahil, şiirin sokağa taştığı bir dönemdi o yıllar. Evet şiir o yıllarda geniş yığınların yaşamına girmiş; meydanlarda bayraklaşmıştı ama diğer yandan da araçsallaştırılıp değersizleştirilmişti bana göre. Şiire değer vermekten çok onu politik argüman olarak kullanmak sadece gerçek şiire değil kültürel zenginliğe de zarar vermiştir. “Araçsallaştırılmış Şiirin” pirim yaptığını düşünen yüzlerce “hevesli” bildirimsi satırları alt alta dizerek kitaplar yayınlamış; dergilerin sayfaları bu “satır yığınları” ile doldurulmuştur.Seksen öncesinin, (yüzlerce kopyacı şair tarafından) içi boşaltılıp anlamsızlaştırılan “toplumcu gerçekçi” şiir yığılması; 12 Eylül sonrası “insan/zaman ve mekandan” arındırılmış. (toplumsal olana, politik olana, kendi coğrafyası ve insanına yabancılaşmış kimliksiz, bireyci) imge yığınlaşmasına evrilirken yukarıda vurguladığım poetik tartışmaların ve kitapların yolunu açmaktan öte bir yarar sağlayamamıştır.Şiirin iyice “itibar kaybettiği” seksenli yıllarda BROY dergisi şairlerince (Veysel Çolak, Metin Cengiz, Seyyit Nezir, Hüseyin Haydar ve Tuğrul Keskin)yayınlanan YENİBÜTÜN Manifestosu bu poetik tartışmaların en önemli belgelerinden biriydi diyebilirim. (Ne yazık ki bu manifesto hakettiği değeri bulamamış ve o yıllarda yeterince ciddiye alınmamıştı.
“İtibar” meselesine geri dönecek olursak şunu da vurgulamadan geçemeyeceğim: Şiir özü gereği kitlelere açık değildir. Çok satmak / itibar görmek için yazılmaz. Kendini değerli kılan sadece ve sadece gerçek şiirin bizatihi kendisi / kalıcılığıdır..
Yavuz Özdem: Şiirin ilgi, itibar görmesinin veya görmemesinin pek çok sebebi olur, vardır. Denebilir ki bu sebepler arasında modern yaşam ve o yaşamın tarzı önde gelenlerdendir. Bildiğimiz gibi bu yaşamın hızlı ve yoğun yaşam tarzı, teknolojik gelişmeler ve kitle iletişim araçlarının yaygınlaşması vb şiire olan ilgiyi azaltır, azaltmaktadır. Misal her şeyin ‘bir tık ötemizde’ olduğu günümüzde bir ‘itibar’ kaybından söz etmek olası.
Rahmi Emeç: Kuşak kavramı da, neredeyse her on yılda bir darbelerle sekteye uğrayan “demokrasi” ortamını takiben; 60 kuşağı, 70 kuşağı, 80 kuşağı… diye adlandırılmıştır. Bu, toplumsal olaylar, baskı ortamları ve buna benzer toplumu derinden etkileyen gelişmelerin yazılan şiire yansımaları üzerinden düşünülmüşse de, kesin sınırları olan bir durum değildir kanısındayım. Zamanın akışkanlığı ve bu dönemler arasındaki geçirgenlikler sınırları katı olmaktan çıkarmıştır kanımca. Belki 60’ların görece özgür ortamından ve bu ortamın şiirimize yansımalarından, 70’lerde oluşan toplumsal uyanışın ve sonrasında gelen 80 faşist darbesinin baskıları karşısında ortaya çıkan şiirin durumu irdelense ve bu dönemlerin birbirinden ayrışan şiirler yazdırdığı söylense de “kuşak” kavramı yine de tartışılmaya açık bir durumdur. Buradan hareketle, toplumsal kalkışmaların yürürlükte olduğu, yenilik arayışlarının yoğunlaştığı dönemlerde ilk sorunun yanıtında belirttiğim 1. Yeni, 2. Yeni ve daha uzun zamana yayılı Toplumcu Gerçekçi şiirin yazıldığı dönemler, -bu hareketlerin ortaya çıktığı dönemler-, “itibar” mı demeli bilemiyorum, şiirin güzel zamanları olmalı. Örneğin, 80’den sonra, o baskıların olduğu yıllarda da şiir bir başvuru –bir sığınma- adresiydi; bunu bizzat yaşadım. O dönemde şiir dergilerinin çoğalması buna işaret sayılmalı.
- Geçtiğimiz yüzyılda dünyada en çok tanınan şairlerimiz kimlerdir? Ülkemizde yüzyıl boyunca en çok hangi yabancı şairler okunmuştur? Sizce şiirimizi dünyaya yeteri kadar tanıtabildik mi?
Arife Kalender: Çevirinin kurum ve kuruluşlarla yürütülüp desteklenmediği sürece, bir ulusun şiiri yeterince tanıtılamaz. Çeviri ve tanıtımlar bizde bireysel ve ahbap çavuş ilişkileriyle yürüyor. Denetim, eleştirmen yok. Dil bilen, yurt dışıyla bağı olanlar en büyük şair! Yabancı şairleri okuyabilmek de bu koşullara bağlı bence…
“Tanınmış şairlerimiz”e gelince… Bir iki ad söylemem tüm şairlere ayıp olur. İrisiyle, ufağıyla her şair (Şiir yazan değil!) şiirimizin bir parçasıdır. Yukarıda yazdığım şiir akımlarında yer alan 1.2. Yeni’cileri ayırabilir miyiz, 1940 kuşağı toplumcu şairleri, onlardan önce Nâzım’ı, Dağlarca’yı… 40 şair incelemesi yaptım (Şiir Adaları ve sonrası) sorsalar birbirinden ayıramam. Hepsi şiirin bir rengi…
Hülya Deniz Ünal: Bunu yapacak olan şairler değil, yürürlükte olan kültür politikalarıdır. Güçlü yazar örgütleri ve örgütlenme biçimleridir. Ekonomik, sosyal, siyasi düzey ve entelektüel birikim de önemli. Şair, şiirini yazmakla mükelleftir, iyi şiir elbet okuyucusunu bulacaktır ama Türkiye’de, ama dünyanın bambaşka yerlerinde. Hangi şairlerin çok okunduğunu bilemem ama kendi listemin ilk sıralarındaki isimleri söyleyebilirim: Arthur Rımbaud, BertholdBrecht, FüruğFerruhzad, SlyviaPlath, Louis Aragon, IngeborgBachmann.
İlhan Berk İzmir TÜYAP’da bir söyleşisinde “Şiirden çok şey kazandım, kitaplarım yabancı dillere çevrildi, bu sayede ben de dünyayı gezdim, kendi olanaklarımla yapamazdım. Ama gezdiğim yerlere ben de Türkçenin ayak izlerini bıraktım” demişti. O kadar doğru ki…
Tamer Öncül: Dünyada en çok tanınan şairlerimizin başında Nazım Hikmet ve Yunus Emre geliyor sanırım. İstatiksel veriler bir yana Türkiye’de en çok okunan yabancı şairlerin başında Neruda, Yesenin, Rembo, Ritsos, Kavafis, E.A.Poe, Aragon, Eluard, K. Simonov, Seferis, Lorca gibi şairler geliyor.
Türk şiirinin yeterince tanıtılmadığı / tanınmadığı apaçık ortada. Bunu Şiire düşman devletten /hükümetlerden beklemek akıntıya kürek çekmek demek. Geçmişte bu yanılgıyla sırtını devlete dayamaya çalışanların sonu hüsran oldu. Olmaya da devam edecek.
Kitap fuarları ve şiir festivallerinde kurulan ilişkilerle gelen “çeviri”çalışmaları da olmasa nerdeyse yaprak kımıldamayacak.
Diğer yandan, başka bir soruyu yanıtlamadan “dünyada tanınma”nın ne noktada olduğunu bilmek olası mı?
Önce şu soruyu yanıtlamalı: Türk Şiiri yazıldığı coğrafyada ne kadar tanınıyor/ tanıtılıyor?
Yavuz Özdem: 1990’larda dünyada en çok tanınan şairimiz ve de Dünya çapında şairimiz, Nâzım Hikmet’tir. Tanınmanın yanında Dünya çapında ifadesini de kullandım; çünkü Nâzım Hikmet’in başka ülkelerde de önemli bir okur kitlesi olduğunu biliyoruz. Hatta başta İran şiiri olmak üzere, kimi ülkelerin şiirine etkilerini de biliyoruz.
Yabancı şairlerin bizde okunma meselesinde, Fransız şair Charles Baudelaire(1821-1867) ve onun Türkçe’deki eseri Kötülük Çiçekleri’ni öncelikle anmalıyız. Zira Kötülük Çiçekleri, kısmi tercümelerle 19. Yüzyılın sonlarından itibaren Türk şairinin ve şiir okurunun gündemindedir. Kuşkusuz Fransız şiirinden bahisle Arthur Rimbaud, Stephane Mallarmé, Paul Valery, Louis Aragon liste uzar gider. Rüzgarın soldan soldan estiği zamanlarda Vladimir Mayakovski, Pablo Neruda eklenebilir, eklenmelidir listemize.
Şiirimizin Dünya’ya tanıtılma meselesinde ise; öncelikle şiir gibi çok özel bir alan söz konusu, doğallıkla buradaki tanıtım, başka ürünlerdeki tanıtımdan farklı bir şey. Dolayısıyla ‘yeterince tanıtım’ ifadesini kullanmak ve buna cevap vermek zor. Ancak şair Kardeşim Metin Cengiz’in son on-on beş yılda yaptığı çalışmaları gündeme getirebilirim, getirmeliyim. Zira bir çok çalışmasının-etkinliğinin tanıklarından biriyim. Bir kere uluslararası seviyede– Fransa, İtalya, İspanya, Romanya, Bulgaristan, Makedonya… gibi Avrupa ülkelerinin yanı sıra Vietnam’dan Çin’e; oradan Hindistana … katılmadığı festival kalmamıştır. En önemlisi katıldığı pek çok festivale Türkiye’den şairleri de taşımasıdır. Bu ülkelerin bir kısmında uluslararası şiir komitesi üyeliği de bulunmaktadır. Sanırım sizin sözünü ettiğiniz ‘Yeterince Tanınmak’ bahsinde önemli olmuştur.
Rahmi Emeç: Yunus Emre ve Nâzım Hikmet’ten başka öne çıkan şairlerimiz var mı bilmiyorum. Ama yeterince şiirimizi dışarıda tanıtabildiğimizi zannetmiyorum. Ülkemizde en çok okunanlar derken bunların okunma oranları konusunda kesin bilgi sahibi değilim. Ancak tabii, bazılarını daha “görünür” bulmuşumdur: Mayakovski, Rilke, Neruda, Aragon, Eluard, Seferis, Mahmud Derviş… aklıma gelenler.
- Geçtiğimiz yüzyılda sizce şiire/şaire yönelik baskı ve sansürün en yoğun olduğu yıllar ne zamandı?
Arife Kalender: Nâzım’dan mı başlayayım, Rıfat Ilgaz’dan mı, Ahmet Telli’ye mi gideyim!…Şiir sistem ve yöneticileri korkutur. Yeni değil bu. Pir Sultan Abdal’ı, Nesimi’yi düşünürsek ilk insandan günümüze şairler büyücü, deli, suçlu bulundu… Tüm bunların nedeni, şiirin insana ulaşan en hızlı araç olması, değiştirip dönüştürme gücünün fazlalığı…Şairler tüm suçları şiirle işler… “Suçumuz şiir”…
Hülya Deniz Ünal: Şair toplumsal bir kimliktir. Yapısı gereği muhaliftir. Halkını seven, sorumluluk alıp cümle kuran şairler de bedelini ödemişlerdir.13 yıl 8 ay yatan Nâzım Hikmet sonrası Kırk Kuşağı şairlerini söyleyebilirim, yukarıda da anmıştım zaten. Sabahattin Ali, Rıfat Ilgaz, A. Kadir, Enver Gökçe, Ahmed Arif…
12 Eylül 1980 darbesinden sonrası düşünce suçları nedeniyle; Nevzat Çelik, Emirali Yağan, Mehmet Çetin, Namık Kuyumcu ilk aklıma gelenler. Ataol Behramoğlu Barış Derneği Davası nedeniyle on ay tutuklu kaldı. İlhan Sami Çomak, tam yirmi yıldır suçsuz yere yatıyor. Şimdilerde Ahmet Telli okuduğu bir şiir nedeniyle yargılanıyor. Tarih hepsini not alıyor ve hak ettiği yere koyuyor, koyacaktır.
Tamer Öncül: Eleştirel Düşüncenin, verili olanakarşı gelimin, yeniden ve yeniden yaratımın özümsenip içselleştrildiği bir sanat disiplini olarak şiir her zaman egemen kesimlerin huzurunu kaçırmış, ürkütmüştür onları. Platon’dan bu yana şairler şeytanlaştırılmaya, “düzendüşmanı” ilan edilmeye, ötekileştirilip değersizleştirilmeye çalışılmıştır. Geçtiğimiz yüzyıl da sürmüştür; bundan sonra da sürecektir bu “düşmanlık” ve baskılar… Her ne kadar askeri darbe dönemlerinde baskı ve sansürler yoğunlaşmış olsa da, bugünün o dönemlerden çok farklı olduğunu söyleyemeyiz. Kitaplar yasaklanmaya; şairler /aydınlar düşünceleri yüzünden yargılanıp hapsedilmeye devam ediliyor. Her ne kadar 12 Eylül darbesinin fütursuz şiddetiyle kıyaslanamasa da, son yirmi yılda tırmandırılan baskı ve korku ortamının getirdiği “otosansür” de(gölgede kalmış gibi görünse de), yıkıcı bir sorun olarak duruyor ortada.
Yavuz Özdem: Yirmibirinci yüzyılda olduğu gibi, yirminci yüzyılın da baskılar, yasaklar bağlamında–ülkemiz açısından– verimli(!) bir yüzyıl olduğunu öncelikle belirtelim, belirtmeliyim. Aziz Nesin’den ‘sosyal güvenlik’ kavramıyla ilgili olarak dinlediğim (veya okuduğum) küçücük bölüm, sanırım sorunuzun da özeti olur, olacaktır: Aziz Nesin –1940’ları ve 1950’leri kastederek– bir zamanlar işçilerin sosyal güvenliğinden söz edenler tutuklanırdı; şimdilerde (1990’lar) ise en sağcı iktidarlar bile, hükümet programlarına sosyal güvenlikle ilgili maddeler koymak ve bunu duyurmak için yarıştalar. Bu bağlamda denebilir ki baskı, yasak ve sansür vb. paradigmaya ilişkin ele alınabilir. Öte yandan baskı, yasak ve sansür vb. sadece şiire ilişkin de değildi; bu bağlamda şiir de içinde olmak üzere her türden sanatsal faaliyet, tarihin her döneminde az, çok veya orta karar baskı, yasak ve sansürden payına düşeni almış ve almaktadır. Bu konuda günümüzde de çok şükür(!) çağın bütün olanaklarından yararlanıp geçmişe de rahmet okutacak gelişmeleri yaşıyoruz, yaşamaktayız.
Rahmi Emeç: Baskının olmadığı yıllar yok ki! Evet, yine de geçmişe bakacak olursak 1951 TKP Tevkifatı ve sonrasında; Enver Gökçe’nin, Arif Damar’ın, Ruhi Su’nun, Şükran Kurdakul’un ve onlarca yazar ve aydının gördüğü baskıları biliyoruz. Nâzım Hikmet’in çektikleri ortada. 141 ve 142 maddeler gerekçe gösterilerek yapılan tutuklamalar… Sabahattin Ali, A. Kadir’in gördüğü baskılar. Metin Demirtaş’ın Che Guevara şiirinin yargılanması…Dr. Çetin Yetkin’in yıllar önce yazdığı “Siyasal İktidar Sanata Karşı” kitabı okunmalı… Ya Sivas katliamı! Ve hâlâ, değişik gerekçelerle, yakın zamanlarda şairlerin hakkında açılan davalar ve bizim ikide bir tepki açıklamalarımız, imza toplamalarımız…



