AksiSanat: Ayça Erkol’un Kimya Mühendisi ve üst düzey yönetici kimliği ile öykücü kimliği arasındaki yolculuğu bir özetlemenizi istesek sözcükler sözcüksüz bir dünyada size neler yaşatıyor?

Ayça Erkol: “Ne işle meşgulsünüz efenim?” beni hep geren bir soru olagelmiştir. Mühendislik okudum ama mühendislikyapmıyorum, öykü yazıyorum ama tam zamanlı yazar değilim. Çukura düştü çıkamaz, pır pır eder uçamaz bir durum. İşin aslı kimya mühendisliği okumuş ama bundan sıkılınca, işletme yükseklisansı yapmış, şimdi yöneticilik yapan ve aynı zamanda öykü yazan, kitap çıkartan biriyim. Şizofrenik değil mi? Ben de “doktorum” ya da “oto tamircisyim” deyip geçebilmek isterdim ama durum bu!

 A.S.:Ayça Erkol öykülerinin kalabalık bir yanı var. Kısa zamanlara sıkıştırılmış çok şey yapma gerilimi… Gülümsemenin suç olmasına direnmenin kime yararı var?

A.E.:Birbiriyle böyle alakasız iki dünyayı benim gibi birleştirmeye kalkarsanız, her anenteresan haller ve durumlarla karşılaşırsınız. Öncelikle şunu baştan kabul edin ki artık siz bir Araf vatandaşısınızdır. Ne şehirli ne köylü, ne yardan ne serden gibi. Meleklerin de Şeytanların da hakir gördüğü, tam olarak kendinden saymadığı bir mahlukat. Tüm işi yazmak olan, benimki gibi işlerde bağlasan durmayacak “özyazar” arkadaşların bir kısmına  göre gereksiz bir türsünüzdür. Zira onların, yazarlarda olması ve olmaması gerekenler hakkında kesin yargıları vardır. İyi yazar dediğin sistemin içinden olmaz, para kazanmaz, hafif konulardan konuşmaz, ucuz espri yapmaz, hatta mizah yazarı değilse hiç espri yapmaz. Zaten her daim ciddi, düşünceli, mümkünse depresiftir, iyisi en fazla kırklı yaşlarında beynini dağıtıp aramızdan ayrılmasıdır. Bu arkadaşlara beşinci sınıf yarışma programında kendini tanıtmak için çırpınan zavallılar gibi “uluslararası bir firmada, üst düzey yöneticiyim” dediğinizi düşünebiliyor musunuz?Çok mecbur kalmadıkça söylemesem, konuyu havaya suya getirsem de ben diyorum.

 

A.S.: Bir de İngilizce yaşanan bir dünyada Türkçe yaşadığını itiraf etme meselesi var…

A.E.:Bu ringimizin kırmızı köşesiydi. Mavi köşede ise benim gibi kapitalist sistemin parçası yoldaşlar var. Onların da yöneticilerde olması ve olmaması gerekenler hakkında çok kesin yargıları vardır. Üst düzey yönetici dediğin pahalı arabaya biner, kimsenin adını duymadığı yerlere tatile gider, golf oynar, insan ayırmıyor gibi görünür ama herkesi segmentlere ayırır. Şehirli, A/B gelir grubundan, lisansüstü tahsilliler bir başkadır. Yönetici yedi gün, yirmidört saat iş konuşur, iş düşünür, tuvalete gittiğinde içinden iş çıkar. Hobileri arasında en fazla okumak olabilir-ki okunacak kitaplar ancak “business” kitapları, Harvard Business Review Dergisi ya da Etkili Yöneticinin Bilmem Kaç Huyu/Suyu türevi kişisel gelişim kitapları olabilir. Bu modele, “öykü yazıyorum” dediğimde yüzüme ölü balık donukluğunda bakarlar ve ne söyleyeceklerini kesinlikle bilemezler. En sık karşılaştığım iki soru vardır. İlki, “buna nasıl vakit buluyorsun?” İlk anda soru sanki size hayranlık duyuyorlarmış gibi algılansa da iğrenç bazı imalar içermektedir. “Böyle boş işlere nasıl vakit harcarsın?!” ya da  “bunu yapacağın sürede birkaç gereksiz toplantı daha yapsan, birkaç yarı İngilizce yarı Türkçe elektronik posta atsan daha iyi olmaz mıydı?” gibi. İkinci soru olan “aaa, demek yazıyorsun, ne üzerine?” ise, yüze yapay bir şaşkınlık ifadesi yerleştirilerek sorulur. Şahsen bu ikinci soru bende yeni kesilmiş tırnaklarımı törpülemeden kireç duvara sürtme etkisi yapar. Bunu soran kişi ya hayatında hiç öykü okumamıştır ya da ben sadece ve sadec leylekler üzerine yazabilecek kadar saplantılı ve tekdüze görünen bir insanım!

A.S.: Ama esin diye bir şey yok mu? Belki de hiçbir yazarın sahip olmadığı kaynaklardan beslenmek. Bunun ayrıcalıklı bir yönü yok mu?

A.E.:Latife bir yana, iki dünyayı birleştirmek zordur. Bir yandan insanı kişilik bölünmesinin eşiğine getirse de, bir yandan besler, büyütür. Pazarlamanın ve satışın girdisini, çıktısını, arka kapısını bilince kitabın kapağı yeterince dikkat çeker mi, basın bülteninin dağılım sağlanmadan yayınlanmasının sekiz zararı gibi konularda fikriniz olur. Öte yandan birbirinden sıkıcı ya da deli karakterleri yaratırken mutlaka iş dünyanızdan faydalanırsınız. Ahmet Elbette benim hiçbir öykümde, hiçbir mesai arkadaşımdan, astımdan ya da üstümden en ufak bir ize bile rastlayamazsınız. Olur da bazı benzerliklere, çağrışımlara denk gelirseniz şimdiden bilin ki bu tamamen tesadüftür ve öykülerimin yazılması sırasında hiçbir hayvan zarar görmemiştir.

Paylaş:

Yoruma Kapalı Paylaşım.