Burçin LAÇİN ALTAY

Edebiyatımızın büyük ustalarından Orhan Kemal’in kaleme aldığı 72. Koğuş, yokluğun, yoksulluğun ve insanın düşebileceği en derin aşağılanmanın feci kokusunun sindiği uzun bir hikâye… Aslında daha çok trajedi unsurları olan eserde, insanın dönüşebileceği en acımasız canavarın hırıltılı sesiyle nefes aldığı bir yerin ürkütücülüğünü vurucu sözcüklerle betimliyor yazar.

72. Koğuş, okunmaya başlandığı andan itibaren okuyucuyu da aynı anda hapseden adeta bir mahpusluk hayatı yaşatan çaresizliği giyinmiş bir insana dönüştürüyor ve burada çaresiz, aç insanın yapabileceklerinin sınırının olmadığını gösteriyor. Koğuştan içeri girince yoksulluk ruhu sarıyor ve hapsediyor insanı, istese de cezaevinin uğultusu gitmiyor kulaklarından… II. Dünya Savaşı’nın etkisindeki Türkiye’nin kıtlık yıllarındaki yokluğun belleklerdeki acı hatıralarını da böylelikle tetikliyor. 72. Koğuş, çeşitli suçlardan yatan “Adembabalar” dediği mahkûmların yaşamlarını, yoksulluklarının boyutlarını kitabın içinde farklı olaylarla desen desen resmederken insanın çaresizlik içinde ne kadar alçalabileceğinin portresini çiziyor. Bunun yanında insanlığın ölmediğini gösteren ana karakter Ahmet Kaptan; paylaşmanın, tokluğun, beraberce savaşmanın sıcaklığını hissettiriyor.

Sabırsızlık, beklemek, bekletmek izleği de kullanılan hikâyede, bütün sabır son noktasına kadar kullanılıyor ve bu sayede olaylar nihayete erdiğinde iç rahatlaması daha derinden hissediliyor. Yazarın bunu, gerçeklik algısını arttırmasının bir yolu olarak düşünsek de bizi tamamıyla koğuşa hapsetmesi olarak da yorumlanabilir. Ayrıca olayların büyütülmesi ve derinleştirilmesi üzerinden anlatı da bunu sağlıyor, bu hapsedilmiş yoksulluk ve yoksunluktan zihin kurtulamıyor. Şöyle ki olacakları önceden söylüyor, olacak, olacağını bildiriyor, ancak beklemenin acı tozlu havasını solutmaktan vazgeçmiyor ve sonunda bu endişeli hal körüklüyor ruhun ateşini, okuyucu da sonuna kadar yanıp kül olmak, nihayete ermek istiyor.

72. Koğuş; yoksulluk ve yoksunluğun koğuşundan bahsedersek:

“Koğuşta izmaritine zar atılıyordu.” cümlesiyle başlayan kitap, Berbat ve İzmirli karakterlerinin ağız dalaşının basitliğiyle devam eder, sonrasında koğuşu, koğuştaki diğer mahkumların acizliğini betimler.  “72. Koğuş, bütün cezaevlerinde olduğu gibi cezaevinin en yoksul, yoksul olduğu için de en pis koğuşuydu.” cümlesi bu yoksullukta yalnız olmadıklarını dile getirirken bu koğuşta kalanların ne denli güçsüz olduklarını ortaya koyar.

Granitten yontulmuş eski bir Hitit heykeline benzetilen Ahmet Kaptan’ı başgardiyan çağırır, ancak Kaptan gitmek istemez. Genellikle suç işleyenler çağırılır, dayak yediği için çekinir. Beni kim gammazladı, diye söylenir, kızar ama zorla da olsa gider. Hiç aklına gelmez Rize’deki anasının ona yüz elli lira göndereceği… İşte bu olaydan sonra koğuşta telaş ve mutluluk bir araya gelirken herkes kendine bu olaydan nasıl pay çıkaracağını düşünür. Önce Kaya Ali meydancısı olmak için elinden geleni yapar. Küs olduğu Berbat’la bu güzel haber vesilesiyle sarılır, barışırlar. Koğuştaki herkes bir kenarda sessizce duran, kimseye karışmayan, onların aksine namusuyla mahpusluğunu dolduran Kaptan’ı ağaları ilan eder. Kaya Ali, önce ona yatak döşek alır ki Kaptan’ın çimento çuvalları üzerinde yatan diğer mahkûmlardan üstünlüğü olsun. Kaptan’ın ise uzaklardaki kırış kırış anası, memleketi, eskiden bir hayatı olduğu, içinde uyuyan özlemi hafızasında ince sarsıntılı bir deprem yaratır, böylece duygusal ve mutlu bir adama dönüşüverir. Parasını, elbette ki açlıktan bir deri bir kemik kalan, çöplerden ve çalarak beslenen koğuştakilerin hayalleri üzerine, koğuşta yemek pişirtecek, çay yaptıracaktır. Bu açlıklarının nedeni ise onlara yıllık verilen tayınları satarak kazandıkları beş kuruşu kumarda çoğaltmayı ummalarıdır. Yazarın tabiriyle şeytanları bol olmaz, arapları gülmez ve bütün bir yılı tayınsız geçirirler. Ancak açlıkla yaşamın sürmeyeceğini, açlığın onlara yaptıramayacağı şey olmadığını bununla da çok da suçlu olmadıklarının anlatırcasına “Canlıdırlar, delinmiş boğazları vardır, yaşayacaklardır.” cümlesi insanın içinde sanki uzun bir çukur kazar. Yemek de ortak kararla, hepsinin ağzının suyunu akıtan kuru fasulye… Bütün mahkûmlar bunu düşler ve Kaptan da onlara bu ziyafeti çekmek için malzeme aldırmaya gönderir. Burada, yemek pişirecekleri için aşağılayan, ne yemeği diye söylenen bakkala, paralı mahkûmlara biz de insanız diye serzenişte bulunan 72. Koğuş mahkûmlarının işittiği “İnsan olanın 72. Koğuş’ta işi ne?” cümlesi en uçlardaki aşağılanmayı, değersizliğin bu zalim dünyalarında ne kadar yerlerde olduğunu gözler önüne serer. Neyse ki “Toklukla birlikte edep, haya, ar, namus girmiştir koğuşa” cümlesi okuyucunun da içini rahatlatır.

Hiçbir şey sonsuza kadar sürmez elbet ama bunun zamanı henüz gelmez. Berbat, Kaptan’ı parayı çoğaltması için kumara oturmaya ikna eder ve şans onlardan yana olur, kazanırlar. Kaptan’ın cömertliğiyle; koğuşun tahta kurularından kan içinde kalan duvarları boyanır, soğukta yakmak için çıkarılmış çerçeveler yeniden alınır, taktırılır, satılan camları yeniden alınır. Koğuş artık yaşanacak haldedir ama bu durumun uzun sürmeyeceğini, bir gün kumarda kaybedeceğini ya da paraların biteceğini, yazar hissettirir. Ancak bambaşka bir şey olur, bambaşka bir yoksunluk peyda olur bu kez. Bir yaren, bir kadın, Her şeyi yerli yerine getiren Kaptan, artık, onu bekleyen biri olsun ister içten içe. Koğuşlar arası gezinen ayrıcalıklı mahkûm Bobi Niyazi de Kaptan’ın parasını nasıl alırım diye düşünürken kadın mahkûmlara önce çamaşırlarını yıkatmayı sonra da oradaki Güzel Fatma’yı ayarlama yalanıyla kandırmayı tasarlar. Fatma’nın ağzından Kaptan’a mektup yazıp her gelişinde parasını alır. Bir kere de yanından geçirir Fatma’yı, o kadar. Fatma’nın da zaten cezası bitip çıkacak ve sevgilisine kavuşacaktır. Kaptan ise kara sevdaya tutulur Güzel Fatma’ya. Fatma gider, pencerenin önünde demir parmaklıklara sarılır ve öylece bekler. Fatma gelmez. Paralar suyunu çeker koğuşta yine her şey satılır koğuş eski ve soğuk haline döner. İri yarı Berbat, Upuzun Kaya Ali, Beton, Fitil, Tavukçu, İzmirli dahil on mahkûm açlıktan ve soğuktan donarak teker teker ölürler. Bu sene kış öyle çetindir ki Kaptan da dayanamaz; donmuş bedenini camı çerçevesi olmayan pencerenin önünde, kalın parmaklarının demir parmaklıklara perçin olmuş halde bulurlar, kalbini dinlerler atmıyordur artık. Bunca telaşın, endişenin, beklentinin, yaşamak için çırpınmanın anlamsızlığını anlatırcasına ölümün sakinliğinde biter bu uzun hikâye.

Orhan Kemal; Adembabalar, Hitit Heykeli Kaptan, İriyarı Berbat, Upuzun Kaya Ali, Beton, Fitil, Tavukçu, İzmirli, Güzel Fatma, Kuru Nedime, Sölezli, Boşnak Ali, Bobi Niyazi gibi karakterlerinin sıfatları ve karakterlerin düşüncelerini Tanrı diliyle hepsinin yerine geçerek anlatan bir tarzı benimsemesiyle samimiyet düzeyini ve gerçekçilik algısını arttırır. Kuşkusuz; açlığın, yokluğun, yoksulluğun, yoksunluğun sınırlarını zalimce zorlayan kalemi, okuyucuya, her cümlenin derin anlamında daha etkileyici olayların, daha vurucu betimlemelerin gerçeğe dönüştüğü çaresiz bir dünyaya çekildiğini hissettirecektir.

Share.

1 Yorum

  1. mehmet geyik on

    bir gece de yazılan bu efsane eseri o kadar güzel anlatmışsınız ki yüreginize saglık.72. koguş üstad orhan kemalin önce tiyatroya uyarlanan,sonrada filme uyarlanan ve hala daha tiyatrolarda ara ara sahnelenen ölümsüz eserlerinden biridir.

Leave A Reply

Exit mobile version