Zülal Güney

Şair Koray Feyiz ‘den yeni şiir kitabı,

“Kalbimde Bir Lunapark Taklası”

Estetik ve şiir, tarih boyunca birbirleriyle yakın bir ilişkiye sahiptir ve bu ilişki şiirsel estetiğin bir alt alanı olarak görülmektedir, ayrıca; şiir hakkında zıt düşünme yolları olarak da görülebilir bu ilişki ama aynı zamanda estetik ve şiir, iç içe geçerler ve örtüşürler ve burada estetiğin ağırlıklı olarak görsel şiirin ne olduğu ile ilgilendiği anlaşılırken, diğer yandan da şiir, şiirle ilgileniyor olarak anlaşılmaktadır bu tanımlama… Ancak her ikisi de ne farklı görme ve düşünme biçimleridir ve ne de belirli bir sanatla ilgilenmektedirler.

Yukarıda belirtildiği gibi, estetik görselle ilgilidir. Estetik sadece güzellikle değil, yüce, grotesk ve tekinsiz olanla da ilgilenmektedir. Estetik, bir tat felsefesi olarak görülür ve kendini şiirin daha derin bir seviyeden anlamasını sağlar.

Estetik konusunda iki tür görüş vardır. Öncelikle estetik, nesnelerden alınan ‘zevk’ ve ‘haz’ ve ikinci olarak da nesnelerden alınan bir ‘bilgi’ türü olarak görülmektedir.

Örneklemek istersek, 1990’lı yıllar şairi Koray Feyiz yeni çıkan “Kalbimde Bir Lunapark Taklası” adlı yapıtında, estetiği adeta bir tür ‘bilgi’ olarak yazıyor ve estetik deneyimin görmezden geldiği şeyin, amaç, işlev, içeriğinin önemi gibi, ona yapışan ekstra estetik öğeler olduğu sonucuna inandığını söylüyor ve daha sonra estetiğin neden bir bilgi türü olduğunu açıklamaya devam ediyor. Kitap, Rainer Maria Rilke’den ödünç alınmış “özlem en güzel ders kitabıdır” dizesiyle açılıyor. Şair, kendisi tarafından geliştirilen teorileri kullanarak, günümüz şiirinde estetik ve kimlik kutuplarını yeniden doğrulamak için yazıyor. “Şiddet” şiirinden birkaç dize okuyalım şimdi: hiç keman görmedi. / ama o, hayatı boyunca şiddet gördü. /(…/..) /bir sürü yıldız kafiyeli değil / yıldızla… bir grup şair kafiye yapmaz; / şairle… hepimiz hapisteyiz. / işte yirmi birinci yüzyılın acımasız dersi: / ekşi bir taş gibi içildi, / canavarın damarından.” [s.24]

 

Bu dizelerden görülecektir ki şairin ortaya çıkarmaya başladığı şeyin, aslında estetikten ziyade bir poetik biçim olduğudur. Yapıtları, hareket eden ve onu deneyimleyen ve kişiyi değiştiren bir varlık olarak görmeye başladığında, birinden diğerine geçiyor. Artık o şiir yapıtının veya okuyucunun yüzeyi ile şiir yapıtının tüketicisi olarak ilgilenmiyor. Feyiz, görüntüleyiciyi şiir yapıtının sürecine katıyor. Hakikat ve Yöntem bir Feyiz estetiği bırakıyor ve poetikliğe giriyor. Ancak bu, estetik ve şiirin gri bir alan oluşturmasıyla nasıl örtüştüğünün bir örneğidir. Bu gri alandan bağımsız olarak estetik, şiiri; pasif ya da durağan ve bakılacak bir şey olarak değil, şiiri katılımcı olarak farklı bir ışıkta gördüğü bir şey olarak anlıyor. Tarih boyunca Platon ve diğer birçok düşünür, şiirin verimli bir eylem olduğuna inanıyordu. Feyiz’in, şiir poetikası’na göre [kaotik, parçalanmış ve dijital postmodern toplumun şiiri]: “Kalbimde Bir Lunapark Taklası” adlı yapıtı, bu konuda doğru bir seçimdir ve bu üretken eylem için kitap, kendinin ötesinde bir şey üretir.  Bu ‘şey’ olmak kendince…

Şiirsel eylem, var olmak için olanaklar ve/ya da potansiyeller üretir. Şiir ya da resim gibi şiirsel şeyler üretmek, insan olarak nasıl olabileceğimiz üzerine varyasyonların üretilmesidir de bir bakıma. Filozof Martin Heidegger, dünyadaki varlığımızın sadece bir gerçeklikten ziyade bir olasılık olarak görülebileceğine, geçmişte, şimdiki zamanda ve gelecekte var olabileceğimize inandı. Şiirsel eylem, bu geçmiş, şimdiki zaman ve geleceği hayal etmemizi sağlar. Şiirsel eylem, hayal etme eylemiyle bağlantılı gibi görünüyor. Şiirsel hareketle olan hayaller, fenomenolojik hayal üzerine yazan biri olarak tarafımdan da çok tartışılmıştır.

Şairin “Kalbimde Bir Lunapark Taklası” adlı yapıtında bulunan başka bir şiir “Türkiye.Yokluk.Oğlum”dan birkaç dizeyi okuyarak devam edelim: bir oğlum var. / o benim dünyadan istediğim her şeydi. / (…/..) / artık büyüdü ve çok uzaklarda. / ve hafızanın kendisi / göçmen oldu, / (…/..) / düşen gölgeler, / bırakmak zorunda kaldıkları her şeyde mi?[s.18]

Feyiz hayal gücü hakkında konuşuyor. Yukarıdaki dizelerinde şair, fenomenoloji ile hayal gücünün kalıtsal ve kavramsal kısıtlamalarından tamamen kurtulduğunu dinamik ve kurucu bir niyet eylemi olarak resmen açıklıyor. Hayal, bilinçli ve kasıtlı bir eylemdir. Şiir, bu eylemin ne olabileceğinin potansiyelidir. Okuyalım: “bir elin son görüntüsünü arıyorum. / kendimi görüyorum, / o suyun yeraltı tarafında, / (…/..) / kayıp bir ülke için bildiğim tüm isimler: / türkiye. yokluk. oğlum.[s.19]

Görüldüğü üzere, fenomenolojik hayal, gerçek dışılığın bir güç olmasını sağlar sanki gerçek vardır ya da yoktur sanki o hazır bulunmuştur ve mümkündür sanki işte bu gerçektir. Eğer hayal gücü bir güç ise, o zaman şiir, bu gücün yeteneğidir, şiir; sürekli akan dinamik görüntüler ve sürekli olarak var olan potansiyel görüntüleri yansıtır ve aklımızda olasılıklar üretir. Şiirselin hayal gücünden koparılmasındaki bu güçlük, şiirselin bağlanabileceği farklı hayallerin miktarını azaltarak buna yardımcı olabilir. Feyiz, hayal gücünü ikiye, malzeme hayaline ve dinamik hayallere nasıl ayırdığını sanki aşağıda “Gel” şiirindeki şu dizelerinde anlatıyor: deniz camının küçük tanrısı, / nehir kıyılarının / ve her boşluğun şeytanı, / (…/..) / hayalet olsun, / dokunulduğunda kül gibi çökebilir. / beni sığlığa ve tuza teslim et! / yükselen bir dalganın / dörtnala köstebek yengecinin / karanlık yuvasına ve salyangoz kabuğunun  / esnek mor eğrisine: / kaldırma dalgasıyla yontulmuş / bu dişleri… martılara dağıt! / (…/..) / biliyorum ki ölüm;/ insanın tanrısıdır. gel! yürekli tanrı, gel! – / grozni’de, bihaç’ta tarih fikri, / her yeni patlamada / ürperiyor.[s.20-21]

Görüldüğü gibi dinamik hayal, şiir ile ilgili türdür. Dinamik hayaller kendi içinde belirli bir çeşitlilik veya çelişkiyi barındırırlar; bu hareketin harekete geçtiği ve hareketliliğe ve dinlenmeye yaklaştığı zaman bile ortaya çıktığı anlamına geliyor ve sürekli olarak konuyu harekete taşıyor ve tüm formlar sürekli hareketle donatılıyor. Bir küre dönmeden bir küre hayal edemez. Bu dinamik harekete geçme hareketi, hayal ürünü bir görüntünün ya da şiir yapılan bir şeyin parçasıdır. Şiir, harekete geçme isteğidir. Şiir, statik değildir ve yaratıcısından kurtulan şiirsel eylem, şiirden hareket etmelidir.

Feyiz, yapıtın; şairin oynadığı bir varlık olduğunu anlatıyor. Bu, şiirsel eylemin onu harekete geçiren bireyin ötesinde bir yaşamı olduğunu gösteriyor. Bir izleyici ve/ya da okuyucu bir sanat eserini ya da bir şiiri deneyimlediğinde şiirsel eylemi de yüklenmiş olur ve bu sanat eserini ya da şiiri istediği gibi hayal eder. Bu noktada görüntü, şiirsel eylemin doğuşudur. Bu şiirsel hayal, kalıcıdır çünkü sanat eseri ya da şiir, birçok farklı yolla sayısız kez deneyimlenebilir. Böylece oyunun hareketinin oyunu sona erdiren bir amacı yoktur; daha ziyade sürekli tekrarda şair kendini yeniler ve şiirsel eylemi biter şairin. Bu nedenle, şiirsel eylem, potansiyel görüntüleri yansıtan ve olasılıklar üreten akıcı bir sürekli eylem olarak tanımlanabilir. Bu durum, hem bir harekete geçmedir hem de hayaldeki bir görüntünün hareketidir.

Devam edelim… Aşağıdaki “Gök” şiirini okuduktan sonra, günümüz şair-eleştirmenlerinin en donanımlı ve en iyi olanlarının bile, lirik söylem lehine, öz-anlatı şiirinin değerini düşürmek eğiliminde olduklarını bilmek şaşırtıcı olmayacaktır. “her yaşama göre, / bu şehrin ışığı nedir, / (…/..) / gençken yaşa, beni / masalsı bir aşkla. / karaköy dükkânlarının dışında / kasalarının üzerinde oturan / yaşlı balıkçıların ışığı, / kurutulmuş / deniz / atları ve plastik cennet adaları satışı, / paşabahçe vapurunun ışığı, / mahalle berberi’nin ışığı, / saç, sakal, bıyığın ışığı, / taksim parkı’ndaki solaryumcuların şişte / cızırdayan tavuklar gibi / dönmesinin ışığı, / burger king, mcdonald’s ve big chefs / kızarmış köfte dükkânlarının ışığı, / (…/..) / hepimiz kendimizi yaratıp bozuyoruz, / ileriye doğru acele ediyoruz, olacağımız / insana doğru, tek bir yol, tek bir hayat: / (…/..) / burada şehirde yaşayanlar / birlikte yaratıyorlar / ve tekrar tekrar yapıp bozuyorlar / çabuk, çabuk, / cennetten, / (…/..) / çünkü gönlünün / onu koyacağı bir gök olmadıkça, / ne anlamı kalır ki hiçbir kelimenin?” [s.15-16] 

Yukarıdaki örneklerden de anlaşılacağı üzere, her ne kadar güzellik anlayışı, insanlar arasında evrensel olsa bile, aynı güzellik anlayışı olduğu için bu anlayıştan bahsedilmesi pek mümkün olmaz. Kişisel süslemede, ev dekorasyonunda ve resim seçiminde önemli bir zevk duyabilecek ortalama insan, neyin şiir olduğunu ve neden bir şey dediklerini açıklamak için çağrıldıklarında, bir kayıptır: – güzel – ve bir başka – çirkin -…

Şair ve usta, yargılamada üretici ya da doğrulukta yetenekli olsa bile, genellikle kendi çalışmaları ya da takdirleri hakkında açık ve tutarlı fikirler istemektedir. Burada, başka yerlerde olduğu gibi, bir yandan da diğerini bilmek ve hissetmek arasındaki karşıtlığı karşılıyoruz. Pratik olarak insanların çoğu zaman en başarılı yöntemlerini ve/ya da bir şeyi yerine getirmeyi yüklenmelerini açıklayamadıkları ve/ya da haklı çıktıkları gibi…

Daha da ötesi, şair ve şiir sever, güzelliğin güzellik için çok ince bir şey olduğu düşüncesiyle güzelliği anlamadaki yetersizliklerini haklı çıkarırlar: Diyorlar ki, bir estetik duygu gibi dengeli ve geçici bir konu gibi net ve istikrarlı fikirlere damgasını vurmayı umut edebilirler mi? Bu insanlar sadece güzelliği düşünmekle kalmıyor, aynı zamanda bunu yapma ihtimaline de şüpheyle yaklaşıyorlar: Sözlü gizemciler, derin duygular içermekte ama aptal bir tavır da sergilemektedirler.

Bununla birlikte, her zaman, yaptıklarını anlayana ve haklı gösterene kadar mutsuzluklarını ve davranışlarını yansıtmaya çalışan şair-eleştirmenler de vardır ve birincisi, entelektüel merakı daha çok hızlandırılan, gizemcilerin yaşadığı güzellikteki o elverişlilik unsurunun uyuyarak yerine konulmasından çok sayıda şiir severle tanışırlar. Nesnelerin herhangi bir sınıfıyla uzun süredir tanışmak, doğal olarak, bunların bazı tanımlarının veya genel fikirlerinin oluşmasına yol açar ve aynı türden eylemlerin tekrarlanan performansı, neyin doğrulanması gerektiğine ilişkin diğer insanlara iletilebilecek bir prensip arayışına girer ve birinin ona bağladığı değeri ‘savunmak’ ve ‘yapmak’ anlamına gelir. Düşünceli insanlar, güzelliğe olan ilgilerinin ilişkisini formüle etmekten kaçınamazlar. Bu çok fazla enerji ve özveri, diğer insanî çıkarların yaşam planındaki yerini ‘düzeltmek’ ve ‘düzenlemek’ için de yararlıdır.

Bu nedenle, edebiyat ve bilim arasındaki ilişki tüm şiirin doğası üzerine vurgunculuk yapmak için olmasaydı bu çok şaşırtıcı olurdu ve her yerde zeki insanların; fayda ve güzelliğin, güzellikle ilişkisini tartıştığını ya da bir şiir ya da bir resmin, neyin neyi, nasıl güzelleştirdiğini sormadıklarını merak etmemiz gerekirdi.

Artık estetik bilimi, düşünceli şiir severlerin her zaman gelişigüzel bir şekilde yürüttükleri çalışmaları sistematik bir şekilde yapma çabasıdır ve güzel nesneler hakkında net bir fikir edinmek, onların üzerine olan kararlarımızı ve onları yaratan eylemlerin altında yatan motifleri elde etmek için bir çabadır. Feyiz, “Şefkatle” şiirinde şöyle sesleniyor… “ince kilimler, ipek kuşaklar, / ılık yumurtalar, / tarçın ve karanfil gibi / çuvallara yayılmış. / bana göster / detayları; yakadaki karmaşık / işlemeler, / küçük kabuk düğmeler, / bize öğretildiği gibi dikilmiş / etek ucunda, neredeyse / görünmez, sadece / bir iplik / deliyor, / mücevher gibi açılmış, / altın / hâlâ vücudundan / sıcak. / incir sepetini boşalttık. / şarabı döktük. / sen, sert acıyı emersin, kaygan / nar taneleri gibi, / dilimin üzerinde kucaklarım, / kaldırırım. / büyük bir hayvanın küçük bir hayvanı / ağzının özel mağarasında / taşıyabileceği gibi,  / şefkatle.”  [s.14]

 

Yukarıdaki dizelerde görüldüğü gibi estetik; yaşamı, başka bir deyişle içgüdü ve duyguyu, zekâ seviyesine yükseltmek için, anlayış sanatını anlamak, onun için geçerli olan ve başka hiçbir faaliyette bulunmayan bir fikir veya tanım bulmak ve aynı zamanda insan doğasının diğer unsurlarıyla ilişkisini belirlemek anlamına da geliyor ve eğer bizim fikrimiz şiirin tüm ayırt edici özelliklerini içerdiği zaman, bu fikirler; basitçe sayılan fikirler değil, ulaşılan ilişkilerde sergilenen fikirler ise, anlayışımız da tamamlanmış olacaktır.

Böyle bir şiir fikrini araştırmaya nasıl devam edeceğiz? İki yönlü bir yöntemi takip etmeliyiz: Birincisi, olağan bilimsel gözlem, analiz ve deney metodu ve ikincisi, günümüz insanlarının genellikle kaçınmak için kullandıkları ama aynı derecede de gerekli olan bir yöntemdir ve bu yöntem bunu reddedenler tarafından gerçekten yararlı olmaya çalışılan ve gerçekten de yararlı olan bir başka ve çok farklı bir yöntem olarak da düşünülebilir. İlk metodu takip ederek, güzel şeyleri, biyologlara çalışmaları için bitki ve hayvanların verildiği kadar bize de verilen nesneler olarak ele alabiliriz. Tıpkı bir biyolog, örneklerinin davranışlarını izlediği gibi, onları çeşitli parça ve işlevlerine göre analiz eder ve çalışmalarını dikkatli bir şekilde tasarlanmış deneyler yoluyla kontrol ederse, en sonunda bir bitkinin ve/ya da bir hayvanın ne olduğunun net bir kavrayışına varır.

Aynı zamanda bir yaşam tanımıdır bu. Bu tür bir çalışma için büyük bir materyal kendini gösterir: Çocukların ve ilkel insanların şiirsel girişimleri; yaratıcı süreç ve tamamlanmış çalışma olarak geçmiş ve şimdiki medeniyet uluslarının iyi gelişmiş şiiri ve son olarak, hem kendimiz hem de araştırmak için aradığımız kişiler tarafından doğa ve insan yaşamının günlük estetik takdirleridir. Her tür malzemenin kendine özgü değeri vardır. Birincisi, bir biyolog için; yaşamın ilkel biçimlerinin değerine, bizim amacımıza benzer şekilde, yalınlıktan gelen belirgin olma avantajına sahiptir.

Ancak 2010’lu yıllar şiirinin bu avantajı aşırı tahmin edilebilir; bireyin gayesi daha net olmasa bile olgunlaşıp gençlik veya çocukluğa göre olgunlaştığı sürece güzelliğin doğası, olgunlaşan belirtilerinde daha iyi olarak ortaya çıkar. Ancak, tamamen objektif bir yöntem, bize yeterli diyebileceğimiz güzellik fikrini vermek için yeterli olmayacaktır. Güzel şeyler insanlar tarafından yaratılır, pasif olarak keşfedilmez ve bir amacı gerçekleştirmek için, insanların yaptığı diğer şeyler gibi yapılır. Bir testere iyi bir testere olduğu gibi sadece odun kesme amacını karşıladığı zaman bir şiir de sadece belli bir amaca yönelik olduğu için güzel olacaktır.

Nesnel yöntemle incelediğimiz güzel şeyler, sayısız başka nesneler arasından bizler tarafından seçilmekte ve ‘güzel’ diye adlandırıldıkları için de ‘güzel’ olduklarını söylemek yeterli olmayacaktır. Onlar, güneşten ve aydan değil sadece akıldan ve iradeden de bağımsız değildirler ve insandan tam olarak soyutlanmıştır biçiminde anlaşılabilirler. Orada aydınlanmayı bulan bir amaç dışında güzellik dünyası yoktur. Emin olmak için bir resim, şiir ya da bir manzaranın tadını çıkardığımızda, bu amacın varlığından her zaman haberdar olmamak; ya da daha az haberdar olmak mümkün değildir. Bir çocuk, kendisini memnun eden yemeğin amacından da eşit olarak habersizdir ama amacını ve onun hazzını ve açlığını yine çocuğun bilgisi ile anlayabiliriz ancak. Güzelliğin amaca yönelik bir ilişkiye bağlılığı, bir şiir hakkındaki hislerimiz ve yargılarımızda sadece değişip katılmadığımız, aynı zamanda kendimizi ve birbirimizi düzelteceğimiz gerçeğinden açıkça anlaşılmaktadır.

Hem bireysel hem de ırktaki tat tarihi, sadece bir süreç değil, bir gelişme, bir evrimdir. Şiiri güzel diye çağırırken yanılıyorduk, bunun iyi bir resim olduğunu düşünerek yanılıyorsunuz, 2010’lar şiiri, şiirin doğası hakkında yanlış bir görüşe sahipti diyoruz;  İlhan Berk, şiir ve resim işlevlerini karıştırdı; Metin Eloğlu’nun suluboya resimlerinin ne kadar iyi olduğunu anlıyoruz ve bunun gibi… Kitaptan başka bir şiir “Sizi seviyorum”… “bir elmas / var / ayın kalbinde ya da dallarda / ya da çıplaklığımda / ve evrende elmas gibisi yok! / sizi seviyorum. / (…/..) / şiirin bir  / martı göbeği kadar / saf olmasını istiyorum.” (s.25)

Şimdi hiçbir şey bize değmeyebilir, bir şey diğerinden daha iyi olamaz, ne de yerine getirdiği veya yerine getirmediği bir amaçtan başka bir diğeriyle karıştırılabilir. Bu amaç, ne kadar dikkatli olursa olsun, güzel şeylerin gözlenmesi ve analizi ile anlaşılamaz, çünkü insanların zihninde öncelikle var ve sadece zihin aracılığıyla şeylere somutlaşır ve sadece estetik deneyimlerin, zihnin ve nesnenin [geldikleri gibi] bütüne varımsal bir çalışma ile anlaşılması mümkün değildir; çünkü daha önce belirttiğimiz gibi, bunlar değişkendir ve düzeltmeye tabidir, bu nedenle belirsiz ve çoğu zaman yanıltıcıdır. Estetik dürtü düşebilir ve başka bir dürtü gibi yoldan sapabilir; bu durumda bunun bir açıklaması çok yanlış bir anlayışa yol açacaktır. Hayır, farklı bir soruşturma metodu kullanmalıyız: Kendi kendini denetleme metodu, kendi amaçlarımız hakkında net ve tutarlı olma bilincindeki bilinçli girişim, estetik vicdanlarımızın tespiti ve düzeltilmesi için yararlı olacaktır.

Anlık duygularımızı ve kararlarımızı kabul etmek yerine, onlara karşı eleştirel davranmalı, şiirde ve hayatta ne aradığımızı, bulduğumuzda da güzel dediğimiz şeyin ne olduğunu kendimize sormalıyız. Elbette, bu soruyu cevaplamak için kendi tercihlerimizin diğer şairlerin soyutlanmasından bağımsız olarak incelenmesine dayanamayız.

Burada, her yerimiz gibi, amaçlarımız, miras kalan geçmişin bir uzantısıdır ve diğer insanların taklidinde ya da onlarla rekabet hâlinde gelişmiştir. Sorun, kendi aklımızın bir parçası olduğu kültür sistemi içinde şiirin anlamını yorumlamaktır. Yine de kişisel sorun devam ediyor. Estetik değer, kesin olarak kişiseldir; kişinin sadece kendi olarak hissetmesi gerekir.

Ben, ırk ve yaşımın standartlarını kabul edersem, bunu yaparım, çünkü şairlerin kendi estetik iradelerinin bir ifadesi olduğunu bulurum. Sonunda, kendi güzellik arzumun temizlenmesi gerekiyor; onun karanlık işleyen hedefleri aydınlığa getirilmelidir. Şimdi, konu hakkında çok fazla şey düşünmedik veya sıra dışı bir yerli tat ile yetenekli olmadıkça, estetik niyetlerimizin kafa bulandırıcı, çelişkili ve diğer amaçlarla karıştığını göreceğiz.

Bunun farkında olmak, aydınlanmaya doğru ilk adımdır. Şiiri, bilim veya ahlak gibi başka şeylerden ya da istediğimiz bir şeyden ayırmaya çalışmalıyız; eşsiz bir şey için yaşamımızdaki kalıcı değerlerden uzaklaşmayı arzu etmeliyiz. Bir sonraki yerde, uyumsuz şeyler istemediğimizi görmeye odaklanmalıyız; örneğin, şiirin özel önyargılarımıza uygun olarak hayatı temsil etmesini istemeyiz; ya da etkileyici ve uyumlu renklere sahip olmak ve gerçek bir manzaraya benzemek için bir fotoğraf ya da müzik olacak bir şiir ya da resimsel olacak bir heykel istemeyiz.

Son olarak, estetik amacın yorumlanmasının, onun gerçek doluluğunu ve akıl gücünü temsil ettiğinden emin olmalıyız; örneğin, duyumsal hazzın şiirde aradığımız her şey olmadığını gözlemlemeliyiz; aslında gerçek şu ki, ikisini de istiyoruz. Bu temizleme, yalnızca gerçek güzellik deneyimine en yakın dokunuşla gerçekleştirilebilir; çalışma, tercihlerimize ve yargılarımıza göre yapılmalıdır. Gerçek şiir tarihinin bir yorumu olmalı…

Estetik standartların oluşturulmasında öncelikli bir yöntem yoktur. Tıpkı yaşam amacından başka hiçbir kimsenin yaşam amacını ya da başka bir kişinin amacını sempati yoluyla keşfetmesi gibi…

Bu nedenle, 2010’lu yıllar şairlerinin ve şiir severlerin estetik yaşamını yaratmak ve zevk almak ve bunlara girmek dışında, şiirin anlamını kimse bilemez. Bu sözde normatif belki de estetikteki daha iyi, kritik-moment, öznenin her tartışmasında kaçınılmaz bir kişisel unsur yaratır. Her şair halkını, sunduğu şeyin güzel olduğuna inandırmaya çalışsa bile şiirin her filozofu, kendi tercihlerinin geçerliliğini ikna etmeyi yüklenir.

Bu kitabın takip eden sayfalarına ilişkin olarak hiçbir sırrım olamaz. Yine de, bu kişiliğe girmenin zararlı olması gerekmez, aksine, değerli olabilir. Feyiz’in “Nergisler” şiirinde görüldüğü gibi… “filistin’e karşı savaşın başladığı gün / sarı nergisleri fotoğraflıyordum, / uzanmış kolları ve buruşuk kupalarıyla / (…/..) / dünyayı bir el gibi süsleyen…  / (…/..) / şu ışığa bak! ve renk. parlak sarı bir sıçrama; / zümrüt bir metni noktalayan beyaz kuğular / ve benekli kahverengi ördekler / sessizce yüzüyorlardı, bütün ve canlı, / kopmamış bir dil gibi; hiçbir eksiği olmayan… / (…/..) / efendilerimiz savaş başlattığı gün bile mi? / nergisleri gördüğümüz günü savunmak için mi?” [s.63-64]

Şairin tereddütsüz bir şekilde ilerlemesi okuyucularının kararlarına karşı sürekli bir itirazda bulunması ve kendi lehine oralarda lehinde bulduğu durumlar dışında hiçbir şekilde otorite talep etmemesi zararlı olmaz. Şairin otorite yerine etki aramak istediği şeydir ve görüşlerini sunarken gerektiği gibi okuyucuyu hazır standartlara dayatmaktan ziyade, kendi tercihlerinin açık ve tutarlı bir formülasyonunu yapmaya özendirmek için çabalamalıdır. Kişisel unsurun iyiliği, güçlü bir tercihin ya da eşleşmeyen tek şey olan bir kişiliğin sorgulanabilecek ve simüle ettiği kişi hakkında her zaman doğruyu söyleyebilecek bir bilgisayar benzetimini tamamlamak için yarıştığı bir diğerini de çağırmak zorunda olduğudur ve bu da onun gerekçelerini keşfe ve savunmaya iten gücünden gelir.

Estetik, objektif yöntemle incelenirken, bir psikoloji dalıdır da aynı zamanda. Estetik gerçekler zihinsel gerçeklerdir. Bir şiir eseri, ilk bakışta ne kadar önemli olursa olsun, sadece algılanan ve zevk alınan bir biçimde var olur. Mermer heykel, ancak seyirci deneyimine girdiğinde ve hayatta kaldığında güzeldir ve gökyüzünün anahtarları ve telleri, gece müziği işitsel deneyim için uyarıcıdır. Eter titreşimleri ve üzerinde durdukları retina, renklerin üretimi için çalgı aletlerinden başka bir şey değildir ve bunların fikir ve duygular açısından yorumlanmalarıyla birlikte, takdir ettiğimiz ve yargıladığımız gerçek resmi oluşturduklarını görebiliriz. Fiziksel uyaranlar ve onlar tarafından uyarılan fizyolojik reaksiyonlar, bizim amacımız için ve sadece ilişkili oldukları içsel deneyimleri anlamamıza yardımcı oldukları için önemlidir.

Bu nedenle, çalışmamın büyük bir kısmı, Feyiz’in şiir deneyiminin psikolojik analizinden ve üretiminin altında yatan motiflerden oluştu ve içine giren zihin unsurlarını ayırt etmeli, birbirleriyle olan ilişkilerini göstermeli ve toplam deneyimini diğer deneyimlerinden ayırmalıyım.

Dahası, şiir; sosyal bir olgu olduğu için, şairin deneyimine ilişkin analizimizi aydınlatmak için sosyal-psikoloji bilgimize dayanmalıyız. Şiir tarihseldir ve hatta teknik bir gelişmedir; bu nedenle, güzelliğinden kişisel olarak zevk alması, şair gruplarının ve şiir severlerin geleneklerinden doğan faktörler tarafından şartlandırılmaktadır. Kimse başkalarının zevkinden başka güzellikteki zevki anlayamaz. Şimdiye kadar, estetik, şiirin amacını tanımlamak için bir girişimdir ve bu nedenle, tadın yargılarına dayanan standartları formüle etmek için, eleştiri ile yakından ilişkilidir. Bu ilişki esasen teori ile teorinin uygulaması arasındadır ve belirli bir şiirin takdirini derinleştirmek ve yaymak ise şair-eleştirmenlerin görevidir.

Bu amaçla standartlara sahip olmalıdır; ama aslında olmamalıdır da bir bakıma ve onlardan haberdar da olmamak gerekir. Çünkü güzel bir tat, şairin estetiğinin uçlarına hizmet edebilir.

Ancak, nadiren bir şair-eleştirmen, kendisi ve okurlarına kullandığı prensipleri açıklığa kavuşturmaya gayret eder. Şimdi, normatif yönüyle estetik, ideal olarak eleştirinin tam mantığı ve kendi iyiliği için sistematik bir başarıdır.

Düşünceli şair-eleştirmen, daha az doğrulukla ve takdirin doğrudan amacı ile ne denemelidir? Bir resmin dışında herhangi bir şiiri eleştirmek estetiğin ötesindedir. Ancak, genel ilkeleri açıklamak ve kanıtlamak için bezemenin önemi esastır; gördüğümüz gibi, değerli estetik bir teori, zevk ve tahminin ilkel estetik yaşamından, bireysel güzel şeylerle iletişimin bir yaşamından geliştirilmedikçe imkânsızdır ve analizde psikolojik becerinin ya da tanımlamaya yönelik felsefî yeteneğin, gerçek bir güzellik sevgisi olarak, şiirsel mizaçta bir şeylerin sahiplenilmesini istemek için içselleştirilmesi çok önemlidir. Şiiri sevmeyen, ancak onu dışarıdan araştıran insanlar, yalıtılmış analiz parçalarıyla bilgimize katkıda bulunabilirler, ama şiirin daha temel doğasına ilişkin yorumları her zaman yüzeyseldir.

Bu nedenle, bilge şair-eleştirmen estetiği ihmal etmeyeceği için, şiir felsefecisi bir eleştirmen olmalıdır. Oysa iş bölümü yeterince açıktır. Şair-eleştirmen, kendini, şiirin bazı özel ya da çağdaş şiir [Nâzım’ın “Memleketimden İnsan Manzaraları”] takdirine adamıştır; şiir felsefecisi ise genel ilkeleri ararken ve sadece bir şiiri ve tarihsel hareketleri, sadece onları keşfetme ve tasvir etme amacıyla dikkat çeker ve şiir felsefecisi bu ya da bir özel şiirin anlayışı yerine evrensel bir şiir fikri aradığı için, bu fikrin sevgi dolu gözle açıklanabileceği birkaç örnek ile samimi bir tanışma da sağlar okura.

Şu ana kadar ki tartışmalarımızda, estetik teori olasılığını varsayıyoruz. Ama güzelliğin ‘belirsiz’ olduğunu söyleyen gizemcilere cevap olarak ne deriz? Her şeyden önce, kendi tezinin sadece güzelliğin bilimsel bir araştırmasıyla kanıtlanıp kanıtlanmayacağını hatırlatmalıyız. Tecrübemiz aracılığıyla deneyimlerimizde ustalaşmaya yönelik her girişim bir maceradır; ama maceraların yararsızlığı sadece onlara cesurca yönelerek gösterilebilir.

Daha önceki çabaların başarısızlığı, yeni bir işletmedeki başarı olasılığını azaltabilse de, başarının kesinlikle imkânsız olduğunu kanıtlayamaz. Daha fazla ısrar ve daha iyi yöntemler sayesinde ancak, yeni, eskilerin başarısız olduğu yerde başarılı olabilir ve üstelik amacımıza giden yolun tuzaklarla dolu olduğunu kabul etmeye hazırız. Eski teorilerin enkazının damgasını vurduğunu, ancak şüphecinin ya da gizemcilerin varlıklarını yalnızca kendi yollarının üzerinden geçerek tanıdıklarını iddia ediyoruz; iç yaşam dünyasında hiçbir şey duyma tarafından bilinemez.

Öyleyse, o zaman, güzelliğin teorik kavrayışına giden yolun geçilmez olduğunu, onun bizimle seyahat etmesine ve bizi görmesine izin vereceğini gerçekten bilecektir; ya da bizimle değilse, tek başına ya da rehber olarak bizden daha akıllıca biriyle; teorik analiz sonuçlarını ve yapısını ilk elden edindiği deneyimin verileriyle doğru ve sempatik bir şekilde karşılaştırmasına ve birinin diğeri için yeterli olup olmadığını gözlemlemesine izin verilmesi gerekir. Yine de, estetik düşünce ile geçici estetik duygu arasındaki yarık, gizemcilerin varsaydığı kadar büyük değildir.

Sonuçta, bu duygularda bile tanınabilir bir kimlik ve kalıcılık vardır; onları ortak bir isimle asla aramamalıyız ya da bu doğru olmasa bile andan ayaklarının kaymalarına rağmen onları aynı şekilde karşılamak zorundayız. Her bir bireysel güzellik deneyiminde kendine özgü bir özellik olmasına rağmen kendine özgü tat ya da ayırtı, düşüncede yeterince işlenemez, sadece hissedilebilir; ancak her yeni deneyim, eskiyle ortak olan her ne olursa olsun, tüm estetik deneyimlerde, evrensel olan her şey formüle edilebilir.

Güzelliğin ilişkileri, yaşamın bütünündeki yeri, yalnızca düşünceyle keşfedilebilir; sadece düşünce ile ilişkiler kurmak istediğimiz çeşitli şeylere tutunabiliriz; düşüncelerimiz olmadan deneyimlerimiz ayrı parçalara ayrılır ve birliğe asla ulaşamaz.

Son olarak, gizemciler, düşünce hayatının ve duygu yaşamının ortak bir kökü olduğunu unuturlar; her ikisi de bir zihnin yaşamının parçalarıdır ve bu yüzden birbirlerine yabancı olamazlar. Her türlü teşebbüsün ima edilmesine neden olan güdü, genellikle karmaşıktır ve estetik teorinin gelişmesine yol açan şey, genel kural için bir istisna değildir.

İlgisiz bir sevgili aşk için kesinlikle bir rol oynamıştır. Her tecrübe bölgesi, zekâ oyununa davet ediyor; dediğim gibi, bilginin sevgilisi, tüm nesnesini seviyor. Yine de zekâ, hatta doyumsuz ve tarafsız olduğu gibi, onun öncelikleri de vardır. Belirli bir şey türünü anlama arzusu, köklerinin ilk aşkı içinde vardır. Ağaç ve yosun ve mantar ile temasta neş’eyi bulan insan bir botanikçi olduğu için, estetik öğrencisi olarak da genellikle güzelliği sever ve estetik teoride aldıkları ilgi büyük ölçüde sadece açık fikirlere sahip olmaktan ibarettir ve sürekli sevgilinin resimle dokunuşu ve talep ettiği heykel ve şiir dışında, böyle bir arşın peşinde koşup durmayacağını sorgulayabilir ve güzelliğin akıllı sevgilisi için, estetik teori gerekçe göstermez; şiiri anlamak için, güzel şeyleri aramaya zorladığı için, bu gereklidir ve zevklidir de aynı zamanda. Anlamadan sevmek, düşünceli sevgilisine, nesnesine bir sadakatsizliktir. Estetik teoriye duyulan ilginin kısmen kökleştiği hissi, Feyiz ve pek çok şairin geliştirdikleri zaman ürettikleri şiirin bir savunma biçimini almasından kaynaklanmaktadır.

Şairin birkaç yıl önce kaybettiği yakın dostu küçük İskender’in anısı için yazdığı son bir şiirle bitirelim: “Rüya”…“o, öğleden sonra kendini öldürmedi. / temmuz ayının sıcak / bir günüydü, / dışarıda oturduk – / sandviçlerin üzerinde. / başladığını  / söyledi. / yoga yapmak, oyunculuk dersleri almak, / şehvet ve gururla dolu / diyalogunu yeniden yazmak… / ve böylece / o, öğleden sonra kendini öldürmedi, / bana sarıldı, eve gitti, pencereleri açtı, / turuncu ve kırmızı cafcaflı / yaprakların arasından sıyrılmış – / bu da acıyı beraberinde getirdi – / başladığını / söyledi; / yakışıklı fransızcası mallarmé’yi / tercüme etmek…  / tiyatro öğretmeni, / kelime kelime aktarıyor / yani o, öğleden sonra kendini öldürmedi. / bizim için yemek pişirdi, kırmızı / şarap soslu tavuk  / ve sütlaç yaptı. / kamera önü oyunculuğu yöntemini / baş aşağı etti, / parmakları uçarken. / başladığını / söyledi; / jest – mimik,  james dean ve bazıları / yatakta akciğeri genişleten / derin nefesler almak…  / yani o, öğleden sonra kendini öldürmedi. / sandviçlerimizi yedik! / rüya, şafak vakti patladı!” [s.26]

Sonuçta, “Kalbimde Bir Lunapark Taklası” adlı bu kitap, iyidir diyebilir miyiz? Diyebiliriz… Şair, öz-anlatıyı kullanıyor çünkü. Şair, edimsellik ve itirafçı arasındaki boşluğu aşmada harika bir iş çıkarıyor. Feyiz, modern şiirde özgün ve güçlü bir ses ve çalışmaları taze ve heyecan verici hissettirmeye devam ediyor.

(“Kalbimde Bir Lunapark Taklası”, Artshop, 1.Baskı, İstanbul, 2025.)

 

Share.
Leave A Reply

Exit mobile version