Hasret BALABAN
ÇOCUKLUĞUN İLK MEVSİMLERİ
Hayatı herkes gibi yaşayıp sıra dışı tabirlerle betimleyen, okuyucusunu bu tasvirleriyle öykülerinin içine çeken, her cümlesinde onun aklını doyuran, başarılı kadın yazarlarımızdan biridir Füruzan. Onun kitaplarını öylesine okuyup geçemez okuyucu. Her kelimenin hatasız yerine oturduğu cümleleriyle, sakin ve usta biçemi, yaşamı anlatırken kullandığı ışıltılı ama gerçek ifadeleri vardır çünkü. Tek bir eseri, tüm eserlerini okumaya çeker sizi. Onun güçlü betimlemelerini okuduğunuzda, her gün gördüğünüz -size göre- sıradan bir nesneyi, “sıradan” olarak nitelendirdiğiniz için kendinizden utanabilirsiniz. Hatta daha önce o eşyanın da dili olduğunu fark etmediğiniz için öfkelenebilirsiniz. “Sevda Dolu Bir Yaz” adlı öykü kitabını okuduğumda ben böyle hissettim açıkçası. Kapıların, ağaçların, sokakların da kaşı gözü, ağzı dili, sevinci hüznü varmış meğer. Okurunun çıtasını bu anlamda yükselten bir sanatçı Feruze ÇERÇİ. Kitapta geçen etkileyici ve benzersiz tasvirlerden birkaçını paylaşmak isterim:
Büyük tahta kapının süslerinden kızıllaşarak elenen güneşin ışıkları (s.24)
Sıcak öğlelerde tüm görüntülerin eriyerek dalgalandığı yaz (s.45)
Irmağın cam kesiği mavisi (s.48)
Parlak güneşin kurşun rengi merdivenlerin bir bölümüne yığılması (s.49)
Aynı göz erimi uzaklık (s.52)
Bakışlara yansımayan gülüş (s.81)
Varlıkları iç içe geçmiş adamla kadın (s.87)
İki yana açılan ağır cevizden yapılma giriş kapısının kesme camlı yüzünde görüntüleri yansıtan oynak güneş ışıkları (s.121)
Yürek biçimi boyalı ağız (s.175)
Sıcak iklimlerin kocaman nebatlarıyla çevrelenmiş, altın suyundan geçirilmiş, bezekli, aynalı salonlarının ortasında, parlatılmış meşe parkeli dans pistleri (s.160)
Türkçe tamlamaların talihini değiştirerek daha da derinleştirdiği bu cümleler, insana hayatta olduğunu hatırlatacak cinsten.
“Sevda Dolu Bir Yaz”da üç hikâye bulunuyor. İlk hikâye kitapla adaş. Sonraki iki uzun hikâye birbirinin devamı niteliğinde ve yazarımız bu iki hikâyeye bağımsız adlarından başka ortak bir başlık da koymuş. “Şarkılar Kitabı” başlığı altında, “Birinci Yaz Şarkıları” ve “İkinci Yaz Şarkıları” olmak üzere iki öykü yer alıyor.
İlk hikâye olan “Sevda Dolu Bir Yaz”, 2001’de oyunlaştırılmış ve devlet tiyatrolarında defalarca oynanmış. Üstelik Tek Kişilik Oyun özelliğine de sahip. Bu öyküde bir anne, çocuğuna kendi çocukluğunu anlatıyor. Geriye Dönüş Tekniği’nin kusursuz bir örneğini teşkil ediyor.
Görgülü ve katı bir babaanne elinde büyüyen bu çocuk -çocuğun adı hikâyede geçmiyor- babasının öz babası, babaannesinin de öz babaannesi olmadığını sonradan öğreniyor. Sıkıştığı zamanlarda “Anne!” diye ağlayan bu çocuğun annesi yok ama bu öyküde sık sık anne vurgusuna rastlıyoruz. Füruzan babasını küçük yaşta kaybettiğinden ve “Anne” olgusunun, hayatında büyük bir yeri olduğundan, hikâyelerinde de “Anne”ye geniş yer vermiş. Öykünün sonunda, Füruzan, “Ben sana daha neler neler anlatacağım.”, “Seni kıracak hiçbir şeye izin vermem.” , “Gel kucağıma bir tanem.”(s:40) gibi sözlerle kahramanın çocuğuna düşkün bir anne olduğunu bizlere aktarıyor.
Kitabın “Şarkılar Kitabı” kısmının ilk hikâyesi olan “Birinci Yaz Şarkıları” serim bölümü niteliğinde. Ailenin üyelerini adlarını bilmeden bu hikâyede tanıyoruz. Bu hikâyede ve “İkinci Yaz Şarkıları”nda anlatıcı yine çocuk. Okula başlayacak yaşa gelmiş ve çevresinde olup bitenin farkına varabilecek bilinçte bir kız çocuğu. Genellikle annesi ve teyzesiyle vakit geçiren bu çocuğun da diğer herkes gibi adı geçmiyor. Baba figürü, bu hikâyede yine uzak. Uzun gemi yolculuklarına çıkan babasıyla arada bir görüşüyorlar. Baba-kız ilişkisini yaşayamamış olan yazarımız, bilmediği sularda yüzmek istememiş belli ki. Ama isteseydi eşsiz zekâsı ve yeteneğiyle bu işi de kotarabilirdi. İlkokul mezunu olan Füruzan’ın eserlerine bakınca bunu tahmin etmek hiç de zor değil.
Bu öyküde çocuğun dayısı, sevdiği kıza kavuşamamış ve akıl hastanesinde yatıyor. Ailenin diğer fertlerinin bu durumdan nasıl olumsuz etkilendikleri, çocuğun ağzından, kusursuz hâl betimlemeleriyle veriliyor. Bu ailenin bir de Rum aile dostları var. Bu ayrıntı bize, Füruzan’ın ailesinin de Balkanlar’dan zorla göç ettirilmesini hatırlatıyor.
“İkinci Yaz Şarkıları” adlı son ve en uzun öyküde, ailenin verdiği kayıplar ve maddî manevî çöküşü ele alınıyor. Bu öyküde çocuğun adı ilk defa okuyucuyla paylaşılıyor: Şemsigül Şehrazat Debrecenli. Ailenin diğer üyelerinin adlarını da yine bu hikâyede öğreniyoruz. Annesi, Şahende Şahsenem. Teyzesi, Nazikdil Nagehan. Dayısı, Kerim Ali.
Hikâyeye giren her yeni kişi, okuyucuya yeni bilgiler vermekle görevli. Örneğin, Şemsigül Şehrazat’ın annesi ve teyzesinin eski arkadaşları olan Yurdanur karakterinden, dayısının sevdiği kızın yani Berrin’in, başkasıyla evlendirildiği yıl kendini astığını öğreniyoruz. Şemsigül’ün annesinin buna tepkisi, “Kendini asmış ha, o kumral güzel, dal gibi kız? Bir köylü gibi diyorsun öyle mi?”(s.171) cümleleri oluyor. Bu cümleler, ailenin burjuva olduğunu anlamamız için yeterli. Zaten Füruzan’ın eserlerinde işlediği temel konulardan biri de çöken burjuva ailelerin dramlarıdır. Bunun yanında yoksullukla ve yalnızlıkla boğuşan kadın ve çocuk teması da onun hikâyelerinde dikkat çeker. Hikâyenin sonuna doğru çocuğun annesi Şahsenem Şahende, erkek kardeşi Kerim Ali’yi, babasını ve en son kocasını kaybediyor. Kız kardeşi Nazikdil Nagehan da evlenip Almanya’ya yerleşince kızıyla tamamen baş başa kalıyorlar. Şemsigül Şehrazat annesinin yüzüne vuran tüm duygularını ve vücut devinimlerini en ince ayrıntısına kadar anlatıyor: ‘’Annemin yüzü soluklaşıyor, ince bir terle kaplanıyordu. Gözlerinin pırıltısında, boyasız dudaklarının titreyişinde ağlamaya dönüşecek bir acı beliriyordu.”(s.119)
Öykünün sonunda anlatıcımız Şemsigül Şehrazat, başarılı bir hukukçu oluyor ve yoksulluktan kurtuluyorlar. Buraya kadar her hareketi, her duyumsamayı yavaş bir ritimle anlatan Füruzan, son bölümde adımlarını hızlandırıyor. Bir iki paragrafla yılları koşaradım geçiyor. Şemsigül Şehrazat’ın yetişkinliğinde, annesi kendini tamamen odasına kapatıyor ve anılarıyla, eski, kırık dökük eşyalarıyla vakit geçiriyor sadece. Varsıl dönemlerinde olmalarına rağmen mutlu değil. Böyle sonlanıyor hikâye.
Bu kitaptaki hikâyelerin hepsinde anlatıcı olarak bir çocuğu seçmesinin nedenini, şu sözleriyle açıklıyor yazarımız: “Çocukken yaşananlara önem verilmeli. Çünkü insan o yaşlarda, sevinmeye o kadar hazırdır.” Kitabın genel havasına bakılırsa, bu esere ayrıntı ve tasvir ağırlıklı demek yanlış olmaz. Çocuk, yaşadığı değil, hatırlamaya başladığı mevsimleri “İlk” olarak değerlendiriyor ve sadece yaz mevsimini değil, karlı ve sert geçen ilk kışını da sözcüklerle resmediyor. Örneğin, burnunu cama dayayıp dışarı baktığı bir ânını şöyle anlatıyor küçüğümüz: “Sokağımızın girişindeki üstü galvaniz bir çanakla örtülü lambanın ışığı, karın akmavisinde kırılıp ölgünleşerek düşüyor orta yola.”(s:165) Karın yağışını da şu kelimelerle çiziyor zihinlere: “Karın yağışı aynı düzende sürüyor. Işıkları eleyen aklığı perde gibi iniyor sokağa, kaldırımlara.”(s:165) İlk kışını öğrenirken de şöyle diyor: “Kışların, tüm ışıkları külleyen bir yerlerden sızan güçsüz aydınlıkların soğuk günleriyle dolu olduğunu öğreniyordum.”
Yaşamımızdaki iki dakikayı on iki sayfada anlatacak kadar dil ustası olan Füruzan için, ünlü yazar ve eleştirmen Fethi NÂCİ şöyle söylemiş: “O, bir mozaik sanatçısı gibi kullanır ayrıntıları, o çeşit çeşit renkteki küçük taşların ustaca bir araya getirilmesiyle elde edilen bütünün sağladığı şaşırtıcı etkiyi Füruzan’ın çoğu hikâyesinde bulabilirsiniz. Füruzan’da hikâye demek ayrıntı demektir, diyebilirim. Ayrıntılarla sağlar hikâyelerine inandırıcılığı; insan ve toplum gerçeğini, ruhsal çözümlemeleri ayrıntılarla somutlaştırır.”
“Sevda Dolu Bir Yaz” adlı eserdeki öyküler, bir çocuk tarafından anlatılmış ancak binlerce yetişkine dokunan, dolu içeriğiyle ve hassas kalpli karakter dokusuyla ustaca kurgulanmıştır.
Bu yıl kaybettiğimiz Füruzan’ı minnetle anıyor ve onunla başka âlemlerde buluşabilmeyi diliyorum.
Sevda Dolu Bir Yaz, Füruzan, Yapı Kredi Yayınları,25. Baskı, İstanbul, 2024