Burçin Maya Çankaya
Füruzan… Sait Faik Hikâye Armağanı’nı kazanan ilk kadın olmasıyla, bir yol açıcı olarak görebileceğimiz, ince ruhunu duyarlılıkla sözcüklerine işlemiş bir yazar… Öykülerinde yaşama savaşı veren ve yoksulluğun zorluklarıyla boğuşan insanları, sevgisizlik içinde kendisiyle ve yaşadığı toplumla çatışan kadınları, sıla hasreti çeken, hayata tutunmaya çalışan göçmen aileleri ve küçük yaşında ailesinin geçimini üstlenerek birdenbire büyümek zorunda kalan çocukları işledi.
Benim Sinemalarım
Kitaba adını veren Benim Sinemalarım[1] fakir bir ailenin Beyoğlu’nda bir mağazada tezgâhtarlık yapan kızları Nesibe’nin evden kaçmasıyla başlayan hüzünlü bir öyküdür. Bu öykü, Nesibe’nin evi terk edişinden üç gün sonra başlar, Nesibe’nin evi terk etmesine sebep olan süreci anlatır ve evi terk ettiği gece yarısı sonlanır. Nesibe yaşıtlarına özenir, bambaşka bir hayatın hayaliyle doludur, bu onu, olmazların olduğu sinema perdesine sürükler. Ailesine maaşına zam yapıldığını söyler ancak etrafındaki diğer kızlar gibi para karşılığı yaşlı erkeklerle birlikte olmaktadır. Hatta bu paralarla annesine dikiş makinesi bile alır. Ne düzenli bir işte çalışamadığı için evin geçimini sağlayamayan babası ne de annesi değirmenin suyunun nereden geldiğini sormaz. Ancak Nesibe, onların bu bilmezden gelme davranışlarını samimi bulmaz. Onları iki yüzlülükle suçlar: “Paraları alırken iyiydi.”[2] ifadesi bunun açık göstergesidir. Oturdukları yoksul mahallede bu kadar zenginlik dikkat çekicidir.
Nesibe birden ergenleşmenin sıkıntılarını yaşar, gerçek dünya ve babası üstüne üstüne gelir. Bir hafta sonu yaşıtı bir gençle gezmesi babasını çıldırtır, Nesibe’yi döver. Nesibe “Niye durmadan haftalığımı arttırsınlar?[3] sorusuyla zaten onlara gerçeği örtük de olsa söylemektedir. Anne “Sus… Hiçbir ana böyle bir şeye bile bile evet demez.”[4] der demesine ama davranışıyla söylediğinin uyuşmaması, onu inandırıcı olmaktan uzaklaştırır. Ayrıca babanın kızını döverken onu koruyamaması da Nesibe’yi yaralar. O, ailesinin kendisini sevmediklerini düşünür. Bu sevgisizlik hissi, Füruzan’ın başka öykülerinde de karşımıza çıkmaktadır.
Öykülerde verilen ayrıntılar, öykünün verdiği gerçeklik duygusunu etkilemektedir. Nesnelerin ayrıntılarına yüklenen duygularla mekânın tanımlanmasına katkıda bulunur. “Çiçeklerin solgun kırmızılarından süzülen elektriğin ışığı, güzelleşerek doluyordu içeri.”[5]
Sinema gerçekleşmesi umulmayan hayallerin nasıl olabileceğini gösteren yerdir. “Yavuz Sineması’ndaki filmde nasıldı? Yoksulun yoksulu kızı, koskoca, kont dedikleri adam alıverdi.”[6] Öyküde zaman ve mekân atlamaları birbiri ardına dizilir, Nesibe’nin evden kaçış günü, geriye dönülerek anlatılır. Öykü, Nesibe’nin korkusuna rağmen evin kapısını çekip çıkması ve sinema kalabalığına karışmasıyla biter. Yazarın duyarlılığının, sözcük sözcük öyküye işlenmiş olması okurunu etkisi altına almaktadır.
Temizlik Kolu öyküsünde yazar, göçmen bir ailenin yoksul kadınlarının hayatını konu ediyor. Babaanne ve yengesiyle beraber yaşayan Hediye’nin okulda sınıf temizliği yapmak üzere temizlik koluna seçilmesi ve bunu sevinilecek bir durum gibi algılaması babaanne tarafından sorgulanır. Ailenin kadınları evin geçimi için çalışmaktadırlar ancak bu, Hediye’nin öğretmeninin istediği saten okul önlüğünü almaya yetmez. Sınıfta ailelerinin durumu iyi olmayan çocukların ellerinin yakıştığı bahanesiyletemizlik yaptırılmak üzere görevlendirilmesinin yanlışlığı, bunun sırayla her çocuğa yaptırılması gerektiğini düşünen babaannenin tepkisi ile dile getiriliyor. “Şimdiden olmayın boynu bükük. Kimse sevmez ve görmez hiç seni, sen de olacaksın aynı, söyle ona.” [7] Torununa hakkını savunmayı öğretmeye çalışan babaanne, yaşına ve kimi rahatsızlıklarına rağmen kendi işini kendi görmek isteyen hayata ve toplumsal düzene başkaldıran bir öykü karakteridir. Füruzan öykülerinin baskın temalarından yoksulluk, burada nesnelerle ilgili olarak verilen detaylarla okura hissettirilir. Babaanne, gelinine Bursa ipeğinden has yeldirme giydirmeyi hayal ediyor, toruna alınamayan saten önlük, ayağındaki bez ayakkabılar gibi giyim ile ilgili verilen bu ayrıntılar, parasızlık sebebiyle ulaşılamayan şeylere örnekler olarak görülmektedir.
Nine yoksulluğa yenilerek geçen ömürlerine, zamanın hızla geçmesine üzülmektedir. Yoksulluk sebebiyle “Kocadım. Devresi yıl hiç kıpırdayamayacağım yerimden. Size yük olmasam.”[8] diyerek ölümü arzu eden yaşlı kadının, gelinine olan sevgisi imrenilecek boyuttadır. Başka öykülerde olduğu gibi burada da sevginin gücüne duyulan inanç, umut verici bir duygu olarak okura yansıyor.
Seyyid öyküsünde yazar, babalarını kaybeden Zülali ve Seyyid’in analarını da yanlarına alarak köyden kente göçmelerini ve şehir hayatının zorluğunu anlatır. Okur, Seyyid’in handa çalışmasıyla birden olgunlaşmasına, hayatın başka türlü yaşandığı büyük şehre uyma sıkıntılarına şahitlik eder. Köyde topraksız didinmekten yorulan ve babasız kalınca ekmek parası için ailesini İstanbul’a getiren Zülali’nin asıl amacı Almanya’ya da işçi olmaktır. Orada para kazanıp, yurda dönerek ailesiyle yaşamayı ister. Bu arada kardeşi Seyyid’i hemşehrisi Ömer Sert’e emanet eder. Seyyid burada çay dağıtır ve handaki yaşamı sebebiyle hayatın yaşanan ama söylenmeyen bazı gerçekleriyle yüzleşir. Dul anasının da el kapısında çalışacak olmasını yüreği kaldırmaz, Ağabeyi yola çıkacakken onu engellemek istemesinin altında onu “baba” yerine koymasının ve şehrin acımasızlığında korkmasının etkisi olduğunu söyleyebiliriz. Öykü “Uzaktan banliyö trenlerinin sesi geliyordu.”[9] cümlesiyle biter. Sanki trenler uzaklara giderken Seyyid’in hiçbir yere gidemeyeceğini söylercesine…
Bir Evin Dıştan Görünüşü
Öykü, memur Rahmi Bey ve karısı Fitnat’ın çatışmalı ilişkilerini anlatıyor. Otuz yıllık memuriyet hayatının sonunda yıllarca çalıştığı Ankara’dan oğlunun torpiliyle İstanbul’a dönen Merzifonlu Ailesi’nin geçmişlerini ve ilişkilerini sorguladıklarını görürüz. Öykü bir yerden sonra Fitnat Hanım’ın iç çatışmalarıyla örülür.
Ankara’da, yeni başkentte geçirilen uzun yıllar boyunca gençliğin, memuriyetin heyecanları, özentileri, iş arkadaşlarıyla kurulan münasebetler anlatılır. Fitnat Hanım, İstanbul’dan ayrıldığı için mutsuzdur ayrıca meslek hayatı boyunca kocasının mevkiini kullanacak kurnazlıkta olmayışından şikâyetçidir ve kendilerinden kıdemsiz oldukları halde birdenbire zenginleşen, kılık kıyafetlerini, eşyalarını, evlerini değiştiren memurlara özenir. Rahmi Bey ise “el uğuşturup, boyun büküp çanak yalayanlar” gibi olmayacağını işaret eder, “el etek öpmek benim ruhumda yoktur.”[10]der. Fitnat Hanım bunu kabul etmez, “Yapamadın Rahmi Bey, çünkü beceremedin…”[11] ifadesiyle belirtir. Ancak bu durumun bir şekilde telafisini, oğlunu işini bilen bir kişi olarak yetiştirerek yaptığını düşünür. Evin ikinci çocuğu olan Suna ise silik bir kişilik olmakla eleştirilir. Fitnat Hanım’ın iç konuşmaları yoluyla onun duygu durumuna şahit oluruz. Kendisi Rahmi Bey’e kızmakla beraber yalnız kalmaktan da korkar. Çözümleyemediği karışık duygular içerisindeyken öykü sona erer.
Günübirlik Adada öyküsünde Ada’da yazlık olarak kullanılan bir köşke çalışmak üzere yerleştirilen küçük Cennet’le karşılaşırız. Çocukların, çocukluklarını yaşayamadan işe koşulması sosyal bir meseledir. Annesinin hastalığı ve babasının sürekli çalışamaması sebebiyle ailesinin geçimine katkıda bulunması için çalıştırılan Cennet’in duyguları yazarın seçtiği ayrıntılarla işlenir. Öykünün girişinde bahçede uçuşan birkaç kelebeğin peşine düşen Cennet’in onları kurtarmaya çalışmasında insanın içini burkan bir gerçeklik var. Sarı kanatlı kelebeğin camı algılayamamasına şaşıran Cennet, kendisinin de aynı bahçe içinde bir tür mahkûm olduğunu içten içe sezmekte midir? Cennet, Madam Tasula tarafından idare edilen köşke yardımcılık yapmak üzere gönderilmiştir. Babası, köşkün bahçıvanı Recep ve karısı Ramize’ye emanet ettiği kızının aylığını almaya Ada’ya gelir. Köşkün işleyişini, kızının durumunu görür, baba-kız özlem giderirler. Cennet’in köşkten ayrılmak istemesine şaşıran babası “Burada rahatsın Cennet. Yediğin önünde yemediğin ardında mis gibi havası var.”[12] diyerek kızını ikna etmeye çalışır. Arkadaşı Redife ’nin evleneceğini duyan Cennet, babasının hayırlı bir kısmetle onu da evlendirmek istediğini duyunca evlenmek istemediğini söyler. Cennet’in anne özlemi içimizi yakar, vedalaşmanın ardından yüzünü demir parmaklıklara dayaması ile kelebekle aynı kaderi paylaştığına dair örtük gönderme ile öykü sona erer.
Kış Gelmeden
Öksüz kalan kardeşlerine kol kanat germeye çalışan Mehlika’nın öyküsüdür bu. Dikiş dikerek ailenin geçimine katkı sağlamaya çalışan Mehlika -başka öykülerde karşılaştığımız bazı kahramanlar gibi- sekiz yıl evvel evden kaçan kardeşi Alişan’ın bir akşam ansızın gelişiyle karmaşık duygulara sürüklenir. Aradan geçen yıllar içinde yaşanılanları konuşurlar, Alişan o yokken evden kaçan ablasına ne olduğunu öğrenmek ister. Ayten yeni yeni genç kızlığa adım atmış, etraftaki erkeklerin ilgisini çeken gösterişli ve hayat dolu bir kızdır. Alişan geçmişe döner, birlikte geçirdikleri günleri hatırlar. Alişan evden ayrılmadan önce eniştesi Namık’ı bıçaklamıştır. Annesini altı yaşında kaybeden ve babasını hiç tanımayan Alişan’ın okul hayatı da pek iyi gitmez. Futbolculuk hayalleri de sakatlanmasıyla biter. Öykünün sonunda iki kardeşin evden ayrılışı, bir umut ışığı verir okura.
Abla kardeş arasında çözümlenmemiş sorunlar, geçmişin eleştirileri, zamanında söylenmesi gerekip söylenmeyen ya da söylenemeyenler, Alişan’ın dönüşü ile su yüzüne çıkıyor. Kıt kanaat geçinmeye çalışan memur ailesi, kardeşlerine sahip çıkmaya çalışan ama yapamayan kadın karakter, hayalleri gerçekleşmemiş delikanlı, kötü yola düştüğünden endişe edilen genç kız, hala çözülemeyen sıkıntıları gösteren şeyler değil mi? Başka hayaller şöyle dursun, “Artık iyi şeyler yiyince sevinen insanlarız.”[13] diyen Mehlika, insanın içini burkuyor.
Füruzan, öykü dünyamızın en etkili seslerinden biri olarak daima okurun belleğinde kendine yer bulacak. Buna bütün kalbimle inanıyorum.
[1] Benim Sinemalarım, s.
[2] A. g. e. s.30
[3] A. g. e. s.16
[4] A. g. e. s.16
[5] A.g.e.s.17
[6] A.g.e.s.30
[7] Temizlik Kolu, s.
[8] Temizlik Kolu, s.
[9] Seyyid, s.86
[10] Bir Evin Dıştan Görünüşü,s.94
[11] Bir Evin Dıştan Görünüşü,s.94
[12] Günübirlik Adada,s.
[13] Kış Gelmeden,s.213