Zahide Koçyiğit: Genel yayın yönetmeni olarak, Maraşantiya’nın yolculuğu nasıl başladı; nasıl bir yolda sürüyor bahseder misiniz?
Fatma Hatun Esen: Maraşantiya yolculuğu, Edebiyat Nöbeti dergisi şiir editörlüğünün bana kattıklarını sadece şiir içerikli bir dergide, şiirin yatağını genişletme düşü ile başladı. Ayrıca Maraşantiya sözcüğü de derginin varoluş etkenlerinden biri oldu. Hititler Kızılırmak’a Maraşantiya diyormuş. Çağrışımı zengin bir sözcük olarak hissettim. Şiir gibi dişil. Dergi, ismi konusunda beğenen-eleştiren taraflarca çok konuşuldu. Neden Kızılırmak değil diyenler oldu. Kızılırmak düz yazı, Maraşantiya şiir gibi geldi bana.
İlk sayımız, Ocak-Şubat 2022’de yayımlandı ve 10 sayı çıktı. Format olarak her sayıda bir şairle söyleşi yapıyoruz, deneme yazıları ve şiirlere yer veriyoruz. Ayrıca benim yeni çıkan kitaplara, Celal Karaca beyin de, eski dergilere dair derkenar yazılarımız bulunuyor. 8. sayımızda, Şiiraranış adı altında yeni bir bölüm açtık. Burada şairler, kendi yolculuklarını ve şiire bakış açılarını anlatıyorlar. İki formalık bir dergi olduğumuz için, bu içeriklerle doluyor zaten sayfalarımız. Amacımız, akıp giden şiir yolculuğuna Maraşantiya ile eşlik etmek. Yazmaya yeni başlayan gençleri önemsiyor, ağırlıklı olarak şiirlerine inandığımız genç şairlere yer veriyoruz.
Zahide Koçyiğit: Dünyanın büyük ve tek bir köy haline dönüştüğünden hissedilen bu küresel yapıda, taşranın ve merkezin sınırlarını çizmek oldukça güç kuşkusuz. Hatta belki gereksiz… Lakin yine de “taşrada edebiyat dergiciliği” kavramı geçerliliğini sürdürüyor. Çünkü merkez/ana akım medya dergilerine göre çok daha mütevazı koşullarda yollarına devam eden -tabiri caizse- ‘taşra dergileri’ (bunu hem basılı hem online dergi/fanzin heyecan getiren önemli kılcal damarlar olma işlev ve değerini taşıyorlar. Siz bu konuda neler düşünüyorsunuz? Maraşantiya’yı bu minvalde nereye konumlandırıyorsunuz?
Fatma Hatun Esen: Teknoloji destekli iletişim olanakları taşra-merkez sınırlarını, erişilebilirlik olarak ortadan kaldırsa da algısal olarak, özne ve öteki şeklinde varlığını sürdürüyor. Nurdan Gürbilek’in literatüre kazandırdığı bir kavram var, “taşra sıkıntısı”. Taşra sadece mekan bağlamında değil; dışta kalma, daralma, can sıkıntısı gibi ruh hallerini de içine alacak biçimde tanımlanıyor. Yakın bir zamanda merkezde bir şair arkadaş, “siz neden Bafra’da dergi çıkarıyorsunuz?” diye sormuştu bana. Şaşkınlık ve merak içerdiğini hissettiğim bu soru, taşra düşüncesinin bir algı olarak devam ettiğinin örneği. Merkezin ve taşranın farklı olanakları olduğunu düşünüyorum. Bu iki fark, birbirini iterek değil de yaklaşarak, edebiyata ve sanata yapıcı katkı sağlayabilir. Ne merkezi ne taşrayı, indirgemek ya da yüceltmek gerekmiyor. Yaşanan ekonomik ve siyasi temelli göçler de aynılaştırdı merkez ve taşrayı. Latife Tekin’in Berci Kristin Çöp Masalları’nda anlattığı gecekondu mahallesi algıda taşra, mekan olarak merkezdir. Bununla birlikte merkezin edebiyat açısından olanaklarının daha fazla olduğu da bir gerçek. Bu olanaklar merkez dergileri; karar verici, yönlendirici, buyurucu erk alanlarına dönüştürüyor ne yazık ki. Edebiyata yeni başlayanlara merkez dergiler mesafeli dururken, taşra dergileri açıyor sayfalarını. İlk şiir, öykü, denemeleri taşra dergilerinde yayımlanan isimlerin edebiyat yolculuklarına eşlik eden birçok Anadolu dergisi var. Maraşantiya’nın da bu anlamda bir sorumluluk üstlendiğini düşünüyorum. Ayrıca içinde bulunduğumuz tüm zor koşullara rağmen, dergimizin varlığını basıl olarak sürdürüyor olmasın da, şiir adına direnç olarak görüyorum.
Zahide Koçyiğit: Max Horkheimer ve Thedor Adorno, yazmış oldukları “Aydınlanmanın Diyalektiği” isimli kitapta ortaya attıkları “kültür endüstrisi” kavramıyla ticarileşen popüler kültür algısına karşı çıkmışlardır. Burada söz konusu olan yapay ve metalaşmış kültür kavramıdır. Sanatsal üretim ve buna bağlı olarak edebiyat da bu durumdan payını almıştır. Popüler edebiyat anlayışının bir yansıması olarak popüler edebiyat dergiciliği Türkiye’de 1990’lı yılların ortalarından itibaren kendini gösterse de esas dönüşümü 2013’te birbirine benzer formlarda çok sayıda popüler edebiyat dergisinin basın hayatına katılmasıyla yaşamıştır diyebiliriz. Bu dergilerin umdukları ilgiyi gördüklerini de eklemek gerek. Öte yandan ülkemizde bu akımın dışında özgün serüvenlerini yaratan edebiyat dergilerinin gerek ekonomik gerek dağıtımla ve okura ulaşmakla ilgili zorlu konuları aşmak gibi büyük mücadelelerle varlığını sürdürdüğü de bir gerçek. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?
Fatma Hatun Esen: Kültür endüstrisi kavramına dünyadaki kültürel değişimle birlikte, Türkiye’nin 80 sonrası koşullarını düşünerek yaklaşmak gerekiyor kanımca. Aslında İngiliz Sanayi Devrimi ile başlayan süreç; insanın sınıflandırılmasının, biçimlendirilmesinin, dayatmaların, beğeni ve ihtiyaçlarının şekillendirilmesinin de başlangıcıdır. Sunulan ürünlerle bireylere enjekte edilen haz ve mutluluk, aynı zamanda bireyin sonu oldu. Şeker verilerek kaçırılan çocuklar gibi. Tüm yaşam alanları ile birlikte, sanat ve edebiyat da metalaştırıldı. Artık bireylerin çoğunu, homo-economicus olarak tanımlamak yanlış olmaz sanırım. Popüler edebiyat dergiciliğindeki tutum için, idealize edilerek yaratılan bu yeni insan modelinin, sanat ve edebiyattaki yansıması diyebilirim genellemeden. Taşra dergileri ise, kazanç sağlama düşüncesini bir yana bırakın, sınırlı olanaklar zorlanarak çıkarılıyor. Dergiciler; tasarım, matbaa, abonelik, dağıtım ve kargodan tutun, kitabevleri raflarında yer alma sıkıntısına kadar uzayıp giden bir sürü sorunla uğraşıyor. Emek ve vefa duygusu temelinde yaşatılan bu dergileri edebiyatın ön mutfağı olarak görüyor, çok kıymetli buluyorum.
Zahide Koçyiğit: Taşra doğumlu dergilerin; genç isimlere yol açma, edebiyat içi sorunların tartışılacağı bir zemin oluşturma, yeni yayınların ve isimlerin eleştirel bağlamda değerlendirilmesi gibi konularda daha bağımsız ve daha ulaşılabilir olduğunu düşüyor musunuz? Sizce edebiyat dergileri bu anlamda nasıl bir rol oynuyor/oynamalı?
Fatma Hatun Esen: Taşra dergileri; sıcak, geçirgen, yenilikçi, cesur, heyecanlı bana göre. Bu özellikleri ile edebiyata yeni başlayan gençlere kapı açarak kendilerini tanıtma, geliştirme olanağı sunuyor. Bizim dergimize de genelde edebiyata yeni başlayan isimler şiir gönderiyor. Bizler de, dergi yapımıza uygun bulduklarımızı yayımlıyoruz. Bazen öyle şiirler geliyor ki, sonrakilerin habercisi gibi. O şiirler geldiğinde, doktor olan öğrencisiyle onur duyan ilkokul öğretmeni duygusu yaşıyoruz. Bizim yapımızdaki dergiler, yeni yayın ve isimler ile ilgili, düşünce üretmek konusunda daha bağımsız. Dergimizin, Şiiraranış bölümünü buna bir örnek olarak görüyorum. Şiire dair düşünce, ve önerilerini özgürce yazıyor genç şairler. Edebiyat dergileri nasıl rol oynamalı sorunuz için ; olması gereken üzerinden bakarak söylersem, özgürlük alanı kısıtlanmamalı, genç şair ve yazarlara kendilerini ifade etme ve tanıtma ortamı sağlanmalıdır.