Hilal Varol
Sezgin Kaymaz; yine, sanki tüm hayvan, haşerat ve illa ki insanların gözlerinin ta içine daha dikkatle bakmamız için yazdığı romanıyla bizlerle.
Bu giriş cümlemin sebebi; tam on üç sene önce tanışma fırsatı bulduğum, benim için ilk kitabı olan “Lucky” dir. O günden beri bambaşka bakarım gözü olan her şeyin gözünün içine hiç pişmanlık duymadan, daha önce hiç farkında olmadığım bir hissiyatla.
Bizim “Melek” olarak isimlendirdiğimiz varlıklar, Sezgin Kaymaz’ın kalemiyle “Düz Dünyacılar” olarak çıkıyor karşımıza bu romanında. “Sesi sese benzemiyordu, şarkıya, şiire benziyordu, ömrün yettikçe dinlersin, o kadar güzel.” derken, roman boyunca her söyledikleri kulağımızda hoş bir tını bırakacakmış ama sanki her an bu tatlı dilin altından bir maraz çıkacakmış gibi hissettiriyor yazar. Tüm kitap, bize “Düz Dünyacı” nın ağzından bir hikaye gibi sunuluyor. Genel olarak, yazarın, çoğu kitabında satır aralarında yer alan, o bizi gözetleyen güç, bu kitapta açık ve net olarak “Düz Dünyacı” olarak tanıtılmış. Bu güç, tüm varlık aleminin varoluş hakkının savunucusu olarak sunuluyor aynı zamanda biz okurlara. “Varlıktan kasıt, dünyada varlık namına ne varsa.”
Düz Dünyacı’nın bize anlattığı hikayede bazı isimlerle oynadığını kitabın sonlarına doğru öğrendiğimiz için kitabı okurken Betül, Nejat ve Timuçin ana karakterlerimiz. Okurken, bu üçü de birbirinden tamamen farklı karakteri birarada tutan şeyin safi sevgi olduğunu iliklerimize kadar hissediyoruz.
Bir röportajında; “Siyahı severim; reddetmez, içine çeker. Edebiyatıma uygun bulduğum renk siyahtır aslında. Beni rahatlatan odur.” diyen yazar, bu kitabında, tam da bu hissiyatı sebebiyle, simsiyah olarak tasvir ettiği, adının sonradan Aydemir olduğunu öğrendiğimiz Nejat adlı köpeği kitap boyunca bambaşka bir yere koymaya çalışıyor biz okurların gözünde sanki. Ki bunu başardığını da düşünüyorum kendi adıma. Kırk sekiz numara patileriyle ürkütücü bir irilikte tasvir edilen siyah köpek, dıştan yalçın kayalar kadar sert, içten pamuk şekerleri kadar yumuşak bir adam gibi sempati topluyor. Her ne kadar dış görünüşü ile kavgalı olsa da görüp görebileceğimiz en iyi insanın dahi Nejat’tan öğreneceği çok şey olduğunu görüyoruz satır aralarında. Kedilere dokunmayan Nejat, erkeklerle mecbur kalmadıkça dövüşmeyip kadınlara dişinin kesmeyeceğinin altını çizerek günümüz insanına önemli göndermeler yapıyor.
Kırılgan bir karakter olarak karşımıza çıkan, adının sonradan Servinaz olduğunu öğrendiğimiz Betül, ekibin bir diğer üyesi. İnsanlarla ilgili, Nejat’la tam aksi fikirlere sahip. Canını acıtan tüm insanlar için kendince masum olduklarına inanmak adına sebepler yaratacak kadar iyi niyetli Çankayalı bir Golden kendisi. Nejat’ın aksine beyaz olması ikisinin arasındaki düşünce farklılığının renkleriyle de sembolize edildiğini düşündürüyor. Beyaz bir Golden’ın karşısına çıkan bütün kötü insanların yaşattıklarından pislenen tüyleri, yaralanan boynu bile biz insanoğlunun aksine düşüncelerinin kirlenmesine neden olmuyor. Belki kalbinin temizliği Nejat’ın ona olan aşkında dış görünüşünü hiç görmemesine sebepken aynı durum Betül’ün Nejat’a olan aşkı için de geçerli. “Aşık olunca her şeyine mi aşık olurdun aşkının?” sorusunun yanıtı; ikisi için de; ”Evet. ”Sezgin Kaymaz’ın hemen tüm kitaplarında varlık alemine koşulsuz duyulan aşk, bu kitabında da ön planda anlayacağınız.
Ekibin bir diğer üyesi olan ve adında bir değişiklik olmadığını sonradan öğrendiğimiz Timuçin de buz beyazı postlu olarak tasvir ediliyor yine Nejat’ın aksine. Timuçin’in bitirim delikanlı halleri ve şiveli konuşması, onun dalgacı, serkeş ve boşvermiş kişiliğiyle Nejat’ın arkasından, her türlü belayı –sorgulasa da- göze alışı ekibe renk katıyor.
“Kardeşler Parkı” ve “Ereller Apartmanı” çevresinde gelişen olaylar sanki isimlerinden dolayı bu mekanların özellikle seçildiğini hissettiriyor okurken. Hiçbir kan bağı olmayan Nejat, Betül ve Timuçin’in birbirlerine arka çıkması, “Ereller Apartmanı” sakinlerinin hayvanlara olan düşmanlığıyla başa çıkamıyor maalesef. Hiçbir köpeği mahallelerinde barındırmayan mahalle sakinlerinin niçin bu kadar acımasız olduğu, sadece su içebilmek için çırpınan köpeklerin gözlerine bakmaktansa dış görünüşleriyle ilgilenerek ölümlerine sebep olacak kadar büyük bir saldırganlık göstermesi günlük hayatta çok da yabancısı olmadığımız gerçekler aslında.
Tüm bu hikayenin anlatıldığı Fuat ise her şeyin başlangıcına sebep olan kişi olarak hikayeyi baştan sona dinleyip kendisinin bütün bunlardaki rolünü ne kadar sorgulasa da açıkça söylenmedikçe kendisini suçlamaktan kaçınan bir karakter olarak “Düz Dünyacı”nın asıl hedefi.
Betül’ün de dediği gibi : “Biz yokmuşuz kurban olduğum, yok olduğumuz için bilememişiz yok olduğumuzu, var olsaydık bilirdik.”
1 Yorum
Kaleminize sağlık!