Yonca YAŞAR
Bahar geldi gelmesine, dağ tepe renklere büründü bürünmesine de, aldığım nefesi bırakmak, yutkunmak hiç bu kadar zor olmamıştı Hocam! Hele sesler.! Yaprak hışırtısı, kuş cıvıltısı, su sesi değil… Yedi kat aşağısına indim de yeryüzünün yine duydum sesleri. İnsanıyla birlikteyken taşı, yolu, ağacı, ezgisi konuşur bir şehrin bilirim bilirim de perdesinin, duvarının dili olduğunu sokaklar susunca öğrendim.
-Eve gelirken bir şey lazım mı? /-Geliyorum, aşkım!!! /-Bebek eşyaları hazır! Yarın, büyük gün…! /-Önünde çok uzun yıllar var, evladım!
Korna sesleri, tıklım tıklım duraklar… Simit satıcıları, ayakkabı boyacıları. Su birikintisinin başındaki ürkek serçe… Bankta oturan yaşlı nine, onu izleyen dilenci… Homurtuyla akan Asi Nehri. Nehrin başında; kendini aşağı bırakmayı düşünüp de söylene söylene her seferinde köprü başındaki künefe salonundan gelen kokuya kanan Cemil Amca… Amcaya nergis uzatıp “en kötü günümüz böyle olsun” diyerek duasını satan Bedia.
Daha dün hepsi yerli yerindeydi. Sesler, kuşlar, ağaçlar, arabalar, insanlar… Her zamanki gibi, o uğultu hiç bitmeyecekmiş gibi. Nasıl kaldıysa bin yıl kucak kucağa çanla ezan, nasıl yolu olduysa ipekle baharatın, nasıl defne kaldıysa kokusuyla aşkın, öyle durur sanmıştım.
Böyle bir son hiçbir öyküye yakışamaz, Hocam. Sümerli Ludingirra’dan bu yana söylenirdi de niye kimseler inanmadı? Yerin gökle yaşadığı bir gecelik aşka, bir şehir kurban edilir mi hiç? Adı yerine kendisine verilen bir numara ile (gömülen değil) üzeri toprakla örtülen yüzler, binler… Yıkılan yüzlerce kadim kilise, cami ve avlular…
Mişel, Ali, Mehmet, Yaser, Özlem, Josef artık yok. Yataklar, kitaplar, anılar, hırsın ve hırsızlığın kesif kokusu var sokaklarda. Bu zifiri sessizlikte, yarım kalan her anın bilenmiş ucunda yazılar bitemezmiş istese de…
Geride “iyi ki”ler, “keşke”ler bir de çokça sorular bırakan sabahları varmış dünyanın. Zaman içine kılçık saklı bir lokma. Yutkunmak herkesin harcı değilmiş artık.
Ev, yatak, kafa, yazı, sofra… Dağınık ne varsa… Huzursuz kaldırım taşlarını bile yerleştirmişliğim var. Taşı taşın üstüne tek tek tuttursam, perdeleri teselli edip, binaları düzlesem, balkonları hizalasam bile. Yine de yapamam.
Duvarın üstündeki yazılar çok çok ağır; “Yıkmadan önce lütfen bu numarayı arayın. İçeride ölü var. 0532…”
Yazıyı hemen gönderemem, burası çok dağılmış Hocam!