“…o cennet ellerin, dağ otlarının, kıyılarının, kayalarının, yıkıntılarının ve açık denizlerinin ürünüdür.” (Halikarnas Balıkçısı)
Musa Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek adlı öykü kitabında, daha önce; “Ege Kıyılarından”, “Ege’nin Dibi”, “Gülen Ada”, “Merhaba Akdeniz”, “Yaşasın Deniz” adlarıyla tanıdığımız kitaplarıyla, önceki kitaplarına girmemiş öyküleri bir arada yer alır. Sürgün olarak geldiği Bodrum’u çok seven ve Bodrum’dan uzak kalamayan Cevat Şakir Kabaağaçlı, Bodrum’un Antik Çağ’daki adı olan Halikarnas ismini kendine mahlas olarak seçmiştir. Yaşamını balıkçılık, yazarlık ve turist rehberliği ile sürdüren Halikarnas Balıkçısı, eserlerinde denize, maviye olan aşkını konu edinir. Öykülerinde başlı başına bir “deniz medeniyeti” vardır.
Dünya medeniyetlerinin beşiği olan Akdeniz-Ege bölgeleri, onun memleketi ve öykülerinin ve tüm eserlerinin anavatanıdır.
Şiirsel dile sahip olan yazar, Yunan mitolojisinden de esinlenerek denizin öyküsünü, deniz insanlarının yaşantısını, balıkçıları, Akdeniz-Ege doğasının güzelliklerini anlatır öykülerinde. Çağdaşları gibi güçlünün, zalimin karşısında ezilen güçsüzleri eserlerinde yer vermemiş, güç şartlar altında yaşayan kıyı kasabalarının güçsüz, sıradan insanların büyüleyici, arzu dolu, yaşamak dolu iç dünyalarını yansıtmıştır. Dış dünyanın gerçekliklerinden ziyade iç yaşamı ve iç yaşamdaki denizin çağrışımları vardır onun öykülerinde. Asıl konu her zaman Ege-Akdeniz olmuş; deniz insanları, kıyı kasabaları, dalgıçlar, balıkçılar yan unsur olarak yer almıştır. Öykü kahramanları Eski Yunan kahramanları gibi kaderleri ile mücadele eden destansı karakterler olarak karşımıza çıkar. Ateş Fatma, Hırsız Selim, Fahişe Emine, Ayşe Kadın, Nuriye, Aliş bunlardan bazıları sadece.
Öyküleri; Ege’den, Akdeniz’den denize, deryaya bırakılmış birer kır çiçeğidir…
Ateş Fatma; Ege’nin güzelliklerinde başlayıp gurbetlikten sonra güzelliklere dönen Aliş’in öyküsüdür. Yeşil gözlü diplerin heyecanı, kara kirpikli yeşil bakışta da uyanınca sevdalanmamak elde değildir Aliş için. Aynı zamanda Ateş Fatma tarafından kaçırılmak yeni bir sevdanın başlangıcıdır.
Ateş Fatma öyküsü, deniz insanlarının yaşantısını anlattığı kadar yaşamın değerini de vurgulayan destansı bir öyküdür.
Ayşe Kadın’ın Günahı: Dokumacı Ayşe Kadın ile evlatlığı Nuriye’nin masum bir günahı paylaşmalarının trajikomik öyküsü. Alnı seccadeden kalkmayan, ağzından kötü söz çıkmayan Ayşe Kadın romatizma hastasıdır ve derdine ilaç olması için bilmeden, fark etmeden günaha girmektedir. Hüsmen Ağa’nın alkol aldığını bilse arabasına binip onunla yola düşer mi hiç? Çaresizlik böyle bir şey olsa gerek. Çeşme ılıcaları yolculuğunu konu edinen öyküde doğada bulunan ve zamanın dertlerine çare olan sinameki, nane, hindiba, soğanlı lapa, gülhatmi çiçeği lapaları, kirpi kaz ördek yağlarından yapılan otacılığı görüyoruz. Aynı zamanda da üfürükçülük de o dönemde hastalıkların tedavisinde kullanıldığını öykümüz kahramanlarından öğreniyoruz. Ayşe Kadın iyi niyetini bozmadan Hüsmen Ağa’nın şarap içmek için yolda verdiği molaların ishalden kaynaklandığını ve ona çareler söylemesi, olayın trajikomik yanıdır. Hüsmen Ağa ehlikeyf olduğundan yolda önü çardaklı asmalı yarı meyhane bulunca orada konaklar. Yolun devamını Ayşe Kadın ve evlatlığı devam etmek zorunda kalır. Atı sürebilmek için ise Hüsmen Ağa’nın küfürlerine alışık olan ata, aynı küfürleri etmek gerekmektedir. Ayşe Kadın ve Nuriye ise iki heceli olan küfrü hece hece paylaşarak günahı paylaşmış olurlar. İnançların gölgesinde bir yaşamın ve hastalık tedavisinin öyküsüdür.
Bir Gecekondu: Kahramanımız Fatma’nın yalnız yaşadığı gecekondusunda o güne kadar yaşamış olduğu 37 yılın panoramasını, kızıl kora dönmüş mangalında seyrederken kapısına gelen tanrı misafirinin öyküsüdür.
“nesil nesil akan nehirde peydahlanmış cılk bir başak” olan Fatma hiç evlenmemiş, çocuk sahibi olmamış erkeğe hasret bir yalnız kadındır. Küçücük gözleriyle beni kurtar diye yalvaran bakışlar atan, fındık faresi gibi gecekondusuna sığınan yankesici adamı yatağına alıp onunla sabahlar. Sabah uyandığında bir kenara bırakmış olduğu para çıkınının kaybolduğunu anlar. Bu olaya şükreder ve üzülmez. Yaşamında bir kez de olsa mutlu olabilmiştir. Bir gece de olsa analık duygusunu yaşatan bu yankesiciye helal olsun der ve huzur bulur.
Yaradılıştan gelen duygulardan; analık duygusunun, çocuk sahibi olmanın ne demek olduğunun bir kadın için önemini vurgulayan bir öykü. Fatma’nın hayatındaki boşluktu bu duyguları tatmamış olması.
Mısır Buğday: Bir kız bir erkek, iki küçük çocuğun büyüyüp birbirine sevdalanmasının öyküsü. Sevdanın öyküsünü dinlerken gökyüzündeki Samanyolu ve diğer yıldızlar buna eşlik ve şahitlik eder. Ege kasabalarında yaşayan kadınlar badem kırarken yaşadıkları neşeyi, gülüşmeyi yıldızlara gönderirler. Sanki yıldızlarla birlikte gökyüzünde beraber badem kırarlar. “ışıklar, yıldızlar, şıkırtılar, kırılan badem kabuklarının sıçrayışı ve filizlenip neşe fışkıyesi gibi savrulan gülüşler… ne güzel alemdi bu!”
Bu neşeye ağaçlar, yıldızlar, kadınlar, gençler, çocuklar herkes eşlik etmektedir. Aliyle Fatma’nın kavuştuğu gece bütün yıldızlar daha bir başka parlar neşeden.
Eşler: Mavi gezegen etme bulma dünyası da derler ya, bunu doğrulayan bir öykü bakıma. Askerden kaçmak için doğuştan kötürüm olan kızla evlenen baba, Yemen’e gitmekten kurtulur. Dünyalık mal, tarla biriktirir ve bu tarlaları işlemek için askerden gelen oğlunu Halil Ağa’nın kızı Kezban ile evlendirir. Amaç tarlada çalışacak amele yetiştirmektir. Kezban’ın doğurduğu çocuklar karnı bir yapışık ikizlerdir. Yedikleri içtikleri ayrı gitmez ama iş de yapamazlar. Babanın hırsının etme bulma dünyasında karşılığını anlatan bir öyküdür.
Aferin Bre Yavru: Taşrada öğretmenlik yapmış, bu uğurda saçını başını ağartmış köy öğretmeninin gençlikteki anılarından bir bölüm… Ege kıyısının kuş uçmaz kervan geçmez bir nahiyesinde görev yapan genç, ateşli, bir şeyler yapma isteği ile yanıp tutuşan, çarçabuk öğretmek hevesiyle yanıp tutuşan bir öğretmenin köy çocukları arasında düzenlediği okuma müsabakasının hikâyesidir. Meşrutiyetin ilk yıllarıdır ve yokluk her yerdedir. Düzenlenen yarışmaya verilecek hediye bile bulunamamaktadır. Ama arada köylüler karşı kıyıya giderler ve dünyadan oradan haberdar olurlar. Hani bir nesil iki kıyı sakinlerini değiştirseniz anca düzelecek bizim kıyı köyü. En güncel gazete 25 günlüktür. Ödül olarak öğretmen, nahiyeye taşındıktan sonra eşeği ölünce onun semerini koyar. Yokluk içindeki halk semeri almak için yarışmaya katılır.
Kara Ayşe: Kaderi olarak gördüğü, birlikte yaşadığı erkeği vahşice öldüren bir kıyı kasabası kadınının, Kara Ayşe’nin, hayat hikâyesidir. Her çağda kadın olmanın zorluğu gözler önüne serilmektedir. Çalışmak zorunda olan Kara Ayşe’nin her şeye rağmen çaresizlikler içinde Mehmet’e boyun eğişi ve sonunda da onu öldürmesini mahkeme salonunda öğreniyoruz.
Lahana, Biber Turşusu: Dursun’un yaşadığı köyden ayrılmak zorunda oluşu ki bunun nedeni kendi davranışından dolayı el ayak oynatmanın imkânı kalmadığından ve de köylünün hurafelere inanışlarından olmuştur.
“Gece mangalda ateş söndürülmez, çünkü insanın ocağı sönermiş. Sandık ve dolap açılmaz, insanın mezarı açılırmış. Folluktan yumurta alınmaz, uğursuzluk olurmuş. Sol el şakağa götürülmez, insanın kısmeti kesilirmiş…” Bunun gibi bin kurala uymak için ölü gibi kazık kesilmek gerekirmiş. Köylü cahil, bunlara inanırmış. Dursun, kaderine karşı çıkışın kendisidir aynı zamanda. Dursun türkü söyler gibi turşu satar çevre köylere. Türkünün gönül açtığına ve yolu kısalttığına inanır. Türkü insanın iyi iş görmesini sağlar diye kendince müşteri çektiğine inanır. Bir gün Dursun ağzında turşusu ile ölü bulunur. Mutluluktan mı kalp krizi geçirdiğinden mi bilinmez.
Divan Reis: Korsanların, reislerin denizcilerin öyküsü. Denizcilik terimlerinin ağır bastığı efsanevi bir anlatı. Kızıl reisin denizlerden ayrılıp karada yaşamaya başlamasıını konu edinmektedir.
Hırsız Selim: Dalgıç Selim’in meyhanede o günkü kazancını tükettikten sonra el âleme içki ısmarlamak için hırsızlık yapışını konu edinir. Kıyı kasabasında bir gelinin çeyizi geçerken seyredenler arasında fahişe Emine’ye yapılan sarkıntılıkları denizden görür ve içi dayanmaz duruma. Gemiden karaya atlayarak Emine’nin karşısına dikilir ve evlenme teklifi eder. Merhametli Selim’in karşısında dik duramayan Emine oracıkta yıkılır.
Halikarnas Balıkçısı, yaşadığını yazan aydın bir yazardır. O, yapıtlarını değil, yaşamasını yapıta çeviren bir güzel düşüncenin, mavi medeniyetin dile getirilişidir. Eski çağları, Anadolu’yu, deniz insanını günümüze taşıyan kişiliktir. Edebiyatımıza deniz sevgisini, deniz insanlarını, deniz dünyasını getiren yazardır. Kendi eserlerini şu cümlesiyle ifade eder: “…o cennet ellerin, dağ otlarının, kıyılarının, kayalarının, yıkıntılarının ve açık denizlerinin ürünüdür.”
Halikarnas Balıkçısı, Ege’den Denize Bırakılmış Bir Çiçek, Bütün Eserleri:11, Bilgi Yayınevi,11. Basım, Ekim 2016.
4 yorum
Kalemine ve yüreğine sağlık
Teşekkür ederim …
Eserlerinde güçlünün değil, kıyı kasabaların sıradan insanlarının iç dünyalarına vurgu yapan, Derya Denizlerin Yazarı Kabaağaçlı’nın bu nadide öykülerini bizlerle buluşturduğunuz için size teşekkür ediyorum Derya Hanım.
Gelecekteki yazılarınızı merakla bekliyorum.
Saygılarımla…
Bu güzel yorumunuz için çok teşekkür ederim Ayhan bey.